IV. IV. Stratejik Kamu Yönetimi Sempozyumu Bildiri Kitabı - PDF Free Download (2024)

Transkript

1 IV. IV. Stratejik Kamu Yönetimi Sempozyumu Bildiri Kitabı 2018 IV. Strategic Public Management Symposium Proceeding Book 2018 ISBN:

2 Düzenleme Kurulu / Organization Committee Sempozyum Onursal Başkanı Prof. Dr. Erol ÖZVAR (Rektör) TR Marmara Üniversitesi Sempozyum Bilim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Recep BOZDOĞAN TR Marmara Üniversitesi Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı Prof. Dr. Yüksel DEMİRKAYA TR Marmara Üniversitesi Sempozyum Düzenleme Kurulu Üyeleri Prof.Dr. Ömer Faruk GENÇKAYA TR Marmara Üniversitesi Doç. Dr. Aynur CAN TR Marmara Üniversitesi Doç. Dr. Erbay ARIKBOĞA TR Marmara Üniversitesi Doç. Dr. İdris SARISOY TR Marmara Üniversitesi Doç. Dr. İmam Bakır KANLI TR Marmara Üniversitesi Doç. Dr. Mahmut DOĞAN TR Marmara Üniversitesi Doç. Dr. Ruveyda KIZILBOĞA TR Marmara Üniversitesi Doç. Dr. Burak Hamze ERYİĞİT TR Marmara Üniversitesi Arş. Gör. Aydın AKPINAR TR Marmara Üniversitesi Arş. Gör. Başak BÜLBÜL AKIN TR Marmara Üniversitesi Arş. Gör. Elif FİDAN MARANGOZ TR Marmara Üniversitesi Arş. Gör. Elif TOPAL DEMİROĞLU TR Marmara Üniversitesi Arş. Gör. G.Nur ÇELİK TR Marmara Üniversitesi Arş. Gör. Haşim ÖZPOLAT TR Marmara Üniversitesi Arş. Gör. Koray KAPLICA TR Marmara Üniversitesi Arş. Gör. M. Erdal OKUTAN TR Marmara Üniversitesi YL. Adem SARICA TR Marmara Üniversitesi YL. Sevil KÖSE TR Marmara Üniversitesi YL.Ahmet ÜZÜMCÜ TR Marmara Üniversitesi YL.B.Gülsün YILMAZ TR Marmara Üniversitesi YL. Kübra YILMAZ TR Marmara Üniversitesi Bu proje Marmara Üniversitesi BAPKO tarafından desteklenmiştir. II

3 Bilim Kurulu Prof. Dr. Ahmet Kemal BAYRAM TR Marmara University Prof. Dr. Ahmet NOHUTÇU TR İstanbul Medeniyet Üniversitesi Prof. Dr. Alexander DAVOUDY US The Association for Public Policy and Administration (AMEPPA) Prof. Dr. Ángel IGLESİAS SP Madrid University Prof. Dr. Benedikt SPEER AT CUAS - Carinthia University of Applied Sciences Prof. Dr. Calin HİNTEA RO Cluj Babes Bolyai University Prof. Dr. Cengiz TOMAR TR Marmara University Prof. Dr. Constantin Marius PROFİROİU RO Bucharest University Prof. Dr. Emil TURC FR Marseille University Prof. Dr. Geert BOUCKEART BE Leuven University Prof. Dr. Hamza AL TR Sakarya Üniversitesi Prof. Dr. Hamza ATEŞ TR İstanbul Medeniyet University Prof. Dr. Harald TORSTEİNSEN NO Harstad University Prof. Dr. Hilde BJORNA NO Tromso University Prof. Dr. Hüseyin GÜL TR Süleyman Demirel University Prof. Dr. José Manuel CANALES SP Alicante University Prof. Dr. Kamil Uf*ck BİLGİN TR TODAİE Prof. Dr. Martin KRANE NO Tromso University Prof. Dr. Miguel ANGELO RODRİGUES PT Minho University Prof. Dr. Muhittin ACAR TR Hacettepe University Prof. Dr. Murat OKCU TR Süleyman Demirel University Prof. Dr. Mustafa ARSLAN TR Yıldız Technical University Prof. Dr. Nail YILMAZ TR Marmara University Prof. Dr. Ömer Faruk GENÇKAYA TR Marmara University Prof. Dr. Önder KUTLU TR Necmettin Erbakan Üniversitesi Prof. Dr. Ramazan ŞENGÜL TR Kocaeli Üniversitesi Prof. Dr. Riccardo MUSSARİ IT Siena University Prof. Dr. Sabine KULLHMANN DE Potsdam University Prof. Dr. Tarkan OKTAY TR İstanbul Medeniyet University Prof. Dr. Uğur ÖMÜRGÖNÜLŞEN TR Hacettepe University Prof. Dr. Veysel EREN TR Mustafa Kemal Üniversitesi Prof. Dr. Yakup BULUT TR Mustafa Kemal Üniversitesi Prof. Dr. Yusuf ARAYICI UK Salford University Prof. Dr. Yüksel DEMİRKAYA TR Marmara University Assoc. Prof. Bahadır ŞAHİN TR The Ministry of Interior Assoc. Prof. Christian SCHWAB DE Potsdam University Assoc. Prof. Eran VİGODA-GADOT IE Haifa University Assoc. Prof. Erbay ARIKBOĞA TR Marmara University Assoc. Prof. Gyorgy HAJNAL HU Budapest (Corvinus) University Assoc. Prof. Iveta REİNHOLDE LA University of Lavita III

4 Assoc. Prof. İdris SARISOY TR Marmara University Assoc. Prof. Dr. İmam Bakır KANLI TR Marmara University Assoc. Prof. Mustafa Tayyar KARAYİĞİT TR Marmara University Assoc. Prof. Nihal Ekin ERKAN TR Marmara University Assoc. Prof. Ruveyda KIZILBOĞA TR Marmara University Assoc. Prof. Tobias POLZER AU University of Vienna Assist. Prof. Dr. Ahmet SARITAŞ TR Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Assist. Prof. Dr. Ekaterina CLİMENKO RU Saint Petersburg State Institute of Culture Assist. Prof. Dr. Sezai ÖZTOP TR Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Assist. Prof. Dr. Vadim ATNASHEV RU North-West Academy of Public Administration, St.-Petersburg Assist. Prof. Dr. Burak Hamza ERYİĞİT TR Marmara University Dr. Amine FERROUKHİ DZ Pole University IV

5 İÇİNDEKİLER TÜRK KAMU YÖNETİMİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER ENİS YETER... 8 KAMU YÖNETİMİNDE UZGÖRÜ: ÖNGÖRÜLEBİLENİN ÖTESİNDE KAMU HİZMETİ SUNMA HANDE TEK TURAN SİYASİ PARTİLERİN GENEL SEÇİM BEYANNAMELERİNDEKİ KAMU YÖNETİMİNDE ŞEFFAFLIK VAATLERİ, MAHMUT DOĞAN, İDRİS SARISOY GENÇLİK, SİVİL TOPLUM VE KATILIM İLİŞKİSİ BEDRETTİN KESKİN, ALİ OSMAN ŞANLI DÜNYADA SU YÖNETİMİ ÖZELLEŞTİRME STRATEJİLERİ VE TÜRKİYE YE UYGULANABİLİRLİĞİ PROF.DR. ADEM ESEN, EMİNE VURAL SU VE ATIKSU İDARELERİNDE YERLİ TEKNOLOJİ STRATEJİLERİ: İSKİ ÖRNEĞİ PROF.DR. ADEM ESEN CONSTRAINTS TO LIVESTOCK DEVELOPMENT POLICY IN CHAD ÖMER FARUK GENÇKAY, ALLAMINE MAHAMAT HASSAN HAKİM PARTİ DÖNEMİNDE YEREL YÖNETİMDE KADINLARIN SİYASAL ROLLERİ ZEYNEP GÜNAY KATMA DEĞER VERGİSİ NDE MÜKELLEFLERİN VERGİYE KARŞI GÖNÜLSÜZLÜKLERİN NEDENLERİ DR.ÖĞR. ÜYESİ RECEP YÜCEDOĞRU, GÜLCAN ÖREN V

6 TÜRKİYE DE STRATEJİK PLANLAMA: SON DÖNEM GELİŞMELERİN İNCELENMESİ PROF. DR. BAYRAM COŞKUN, ARŞ. GÖR. ÇİĞDEM PANK YILDIRIM ÇOCUKLAR İÇİN DAHA YAŞANABİLİR MEKANLAR OLUŞTURMADA YEREL YÖNETİMLERİN ROLÜ: KONYA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ İNCELEMESİ DR. ÖĞR. ÜYESİ HAYRİYE SAĞIR SU VE KANALİZASYON İDARELERİNİN PERFORMANS GÖSTERGELERİNİN UYGULANABİLİRLİĞİNİN ANALİZİ ORHAN VELİ ALICI, RÜVEYDA KIZILBOĞA ÖZASLAN İSTANBUL SİLÜETİNE YEREL YÖNETİMİN ETKİSİ FİLİZ AKAR, GİZEM AVCI GIDA GÜVENCESİZLİĞİ İLE SONUÇLANAN PİYASA BAŞARISIZLIĞI: 2008 SONRASINDA TÜRKİYE KIRMIZI ET PİYASASI VE KAMU YÖNETİMİNİN ROLÜ İDRİS SARISOY, FURKAN AKAY KARAR ALMA SÜREÇLERİNDE GENÇLERİN KATILIMININ ARTIRILMASI VE E-KATILIM ÖNDER KUTLU, NİYAZİ KARABULUT, SELÇUK KAHRAMAN SAHRA ALTI AFRİKA DA GIDA GÜVENSİZLİĞİNİN TARİHİ PROF.DR. B. BÜLENT BALİ, ALHOUSSEİNİ BARRO YEREL YÖNETİCİLERİN SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINA BAKIŞI: İBB ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME BELKIS KAHRİMAN GÜNEŞ, BURAK HAMZA YİĞİT YEREL YÖNETİMLERDE KATILIMCILIK AÇISINDAN STRATEJİK PLANLAMA ETKİNLİĞİ: MANİSA İLÇE BELEDİYELERİ ÖRNEĞİ AHMET UÇAR, RASİM AKPINAR, B.HAMZA ERYİĞİT KANADA DA TEMSİLİ BÜROKRASİ UYGULAMALARI PROF.DR.NAMIK KEMAL ÖZTÜRK, ÖZGE HAMEŞ CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ : KAMU YÖNETİMİNDE DEĞİŞİM PROF.DR.YÜKSEL DEMİRKAYA VI

7 SİYASİ PARTİLERİN GENEL SEÇİM BEYANNAAMELERİNDE Kİ MALİ VAATLERİ : İDRİS SARISOY, RECEP YÜCEDOĞRU KAMU BANKALARINDA PERFORMANS YÖNETİM SİSTEMİNİN UYGULANABİLİRLİĞİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER MUZAFFER ŞAHİN ZİRAAT BANKASI NDA UYGULANAN PERFORMANS YÖNETİMİ SONUÇLARININ ARAŞTIRILMASI MUZAFFER ŞAHİN VII

8 TÜRK KAMU YÖNETİMİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER Enis YETER 1 Öz Anayasada ifadesini bulduğu üzere Türkiye, merkezden yönetim ve yerinden yönetim şekillerinin birlikte uygulandığı bir yönetim biçimine sahiptir. Gerek merkezi yönetimin taşra teşkilatı gerekse yerel yönetimler açısından güçlükler ve zafiyetler vardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yürürlüğe giren yasalarda her iki birimlere etkin görev ve yetkiler yüklenilmiştir. Örneğin 1924 tarihli Köy Kanunu, gerek köy yönetim yapılanmasının demokratikliği gerekse köy yönetiminin sahip olduğu görev ve yetkiler açısından ileri bir düzeye sahiptir sayılı Belediye kanunu, Fransa dan alınmakla birlikte mükemmel hükümleri ihtiva etmektedir. Fransa daki şehirler bu kanun ile yaşanabilir, tarihi ve kültürel değerlerini sahiplenen şehirler haline gelmiştir.!949 yılında yürürlüğe giren İl İdaresi Kanunu ise, merkezi idarenin taşra birimi olan il yönetimlerinin etkinliği konusunda gösterilecek bir diğer örnektir. Uygulamada ise Türk kamu yönetimi etkin ve verimli bir hizmet tezahürü gösterememiş ve zaman içerisinde görev ve yetki erozyonu yaşanmıştır. Ülke genelinde altyapı, sosyal ve kültürel yapı modernize edilememiş, sahip olunan zengin kültürel miras adeta yok edilmiş ve kırsal alan boşalarak, kentler yoğunlaşmıştır. Hâlbuki mutlu ve huzurlu vatandaşa sahip olma hedefini gerçekleştirmek zor değildir. Anahtar Kelimeler: Kamu, Hizmet, Etkin Thoughts On The Turkish Public Administration Abstract As set forth by the Constitution, administrative structure of the Republic of Turkey includes joint implementation of the central and local administration systems. Both the local administration of the central administration and provincial administration have certain difficulties and shortcomings. Laws which entered into force within the early years of the Republic have imposed active authorities and duties on both administrations. For instance, the Village Code dated 1924 is a pioneering example in terms of democratic nature of the village administration organisation and the authorities and duties held by the village administration. The Municipality Code no.1589 that was based on French laws contains excellent provisions which enabled French cities to become liveable cities that maintain their own historic and cultural values. Likewise, the Provincial Administration Code that came into force in 1949 is another example of efficiency of the provincial administrations which constitute local units of the central administration. Unfortunately, in practice, the Turkish public administration could not achieve the effectiveness and efficiency of services and came through an erosion of duty and authority as the time passed by. Throughout the country, modernisation of infrastructure and social-cultural structure could not be achieved, rich cultural heritage has almost been destroyed and cities have been largely populated as a result of immigration from rural areas; yet, it is not difficult to accomplish the target of having happy and peaceful citizens. Key words: Public, Service, Effective 1 Dr., Kastamonu eski Valisi, enyeter@gmail.com 8

9 GİRİŞ Ülkede, yönetimin varlık nedeni olan halkın yaşam standardını yükseltme ve daha mutlu olmalarını sağlama yönündeki amacı gerçekleştirmek açısından, tabii ki yönetim sistemi önemlidir. Bir topluma en uygun sistemi bulma yönündeki arayışlar ve çabalar da takdire şayandır. Esasen toplumların dinamik karakteri, gerek onların örgütlenmesinde gerekse tabii olacakları hukuk normlarının içeriğinde zamanla değişiklik yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Ama o yasaların henüz değişime ihtiyaç duyulmadığı dönemde, lafzı ve ruhuyla uygulandıklarını ve başarılı sonuç alındığını söylemek ülkemiz açısından mümkün müdür, bunu irdelemek lazım (Yeter, 1995: 347). Örneğin 1580 sayılı Belediye Kanununu Batıdan; Fransa dan almışız. Fransa bu kanunla, modern, düzenli, tarihi eserlerini sahiplenen ve altyapıları yeterli, şimdiki şehirlerini kurmuş ve yönetmiştir. Aynı kanunla bizim geldiğimiz nokta ise ortadadır. Bu nedenle suçu tek başına, kanunların ya da yönetim modelinin eksikliğine veya yetersizliğine atmak, doğru değildir. Mevcut sistem modelinden bağımsız olarak yönetimin iyi organize edilememesi, aktif ve verimli hizmet anlayışının yokluğu, kamu personelinin subjektif kıstaslarla değerlendirilmesi, yöneticilerin bilgi ve vizyon yetersizliği, halkın denetiminin söz konusu olmaması, toplum ve kamu yararı bilincinin eksikliği ile hukukun üstünlüğünün göz ardı edilmesi gibi hususlar en az sistemin içeriği kadar önemlidir (Yeter, 1995: 347). İkinci Dünya Savaşından sonra Almanya ikiye bölünmüş ve Batı Almanya daki kamu yönetim yapısı, işgal eden ülkenin idari yapısına göre şekillenmiştir. ABD tarafından işgal edilen merkezi Münih olan Bavyera eyaletinde, yerel halk tarafından doğrudan sekiz yıl için seçilen güçlü kaymakam modeli vardır. Buna karşılık İngilizler tarafından işgal edilen kuzey eyaletlerinde temsili nitelikteki kaymakam veya belediye başkanlarının yanında city menager görevi yapan ve kamu yönetimi kariyerine sahip olan Şehir Müdürü yani Stadtdirektor vardır. Fransızların işgal ettiği eyalette ise merkezi ağırlıklı bir model uygulamaya konulmuştur. Sonuçta bugün baktığınızda bütün eyaletler değişik modellerle aynı gelişmişliği ve refahı sağlamışlardır. Birinin diğerine hizmet açısından üstünlüğü yoktur. Türk kamu yönetiminin önemli bir handikapı merkezi idarenin yetki devrinde cimri davranmasıdır. Bu cimrilik taşrada da mevcuttur. Yani iller yetkilerini ve imkanlarını ilçelere vermekte hasistirler. Ben 1997 yılı Eylül ayında Kastamonu Valiliğine atanmadan önce İçişleri Bakanlığında Mahalli İdareler Genel Müdürü olarak görev yapıyordum. Genel Müdürlük olarak kırsal alana yönelik yapılanma modellerini araştırdığımızda optimal idari birimin ilçe olduğunu gördük. Buna ilişkin olarak da o dönemde Mahalli İdare Birlikleri Yasa tasarısı hazırladık. Fakat yasa çıkmadan ben valiliğe atandım. Göreve başladığım 15 Eylül 1997 tarihinde karşılamaya gelen on dokuz ilçe kaymakamına, ayrılmamalarını ve bir saat sonra kendileriyle toplantı yapacağımı, ilettim. Bir saat sonraki toplantıda, bugünden itibaren yeni bir modelin uygulamaya konulacağını, bunun İlçe Köylere Hizmet Götürme Birliği Modeli olduğunu, ilçelerine gidip muhtarlarla, il genel meclisi üyeleriyle, vatandaşlarla toplantı yapıp köylerin sorunlarını tespit etmelerini ve bir hafta sonra yine bu odada toplantıya gelmelerini, söyledim. Böylece altı yıl boyunca başarıyla uygulanacak yeni model başlamış oldu. Kamyon, kato, kepçe, grayder, servis aracı gibi altmış bir adet yeni iş makinasını il özel idaresi bütçesinden 9

10 satın alarak, merkez ilçe dahil yirmi ilçede kurulu birliklerin ihtiyaçlarına göre kaymakamların emrine tahsis ettik. Bu araçların ve personelinin giderlerini il özel idaresi bütçesinden karşıladık. Köylere götürülen içme suyu, asfalt ve beton yol, köprü, menfez, büz, kanalizasyon hizmetleri yanında her ilçe merkezine tribünlü çim futbol sahası, halı saha, basket ve voleybol sahası yapıldı. Yine her ilçeye birer ambulans alındı, bir tarihi binanın da kent müzesi olarak düzenlenmesi öngörüldü (Yeter, 2002: 28) yılında Valilik olarak yeni bir proje başlattık. Bu da Merkez Cazibe Köy Projesi idi. Aslında 1960 lı yılların başında tüm Türkiye genelinde Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından merkez nitelikteki köyler tespit çalışması yapılmıştı. Biz de onu esas alarak ve güncelleyerek 60 Merkez Cazibe Köy belirledik. Her yıl on köyü programımıza alarak buralarda altyapı, sosyal, fiziki ve ekonomik yatırımları yoğunlaştırdık. Ayrıca Merkez Cazibe Köy ile ona bağlı köyler arasındaki ulaşım ve iletişimi güçlendirdik. Bu projedeki amaç, belediye teşkilatı kurulmaksızın bir köyün fiziki yerleşiminin iyileştirilmesi idi (Yeter, 2002: 30) yılında Parlamento tarafından çıkarılan 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu ile Köylerin Altyapısının Desteklenmesi Projesi (KÖYDES) uygulamaya konulurken birçok kesimde tereddütler vardı. Hatta dönemin Mahalli İdareler Genel Müdürü beni telefonla arayarak getirilecek sisteme birçok kişi kolhoz sistemi diyor ve karşı çıkıyor, gelin uyguladığınız sistemi savunun demiştir. Kanun çıktıktan sonra Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü lağvedilmiş ve kaynaklar Subsidiarite ilkesi doğrultusunda kaymakamlıklara gönderilmiştir. Görülmüştür ki hizmetler daha verimli ve süratli yerine getirilmiştir. Her konuda tek merkezden karar alma ve uygulama şekli, taşra yöneticilerinin insiyatif kullanma ve yeni projeler üretme isteğini ve kabiliyetini köreltmektedir. Kastamonu da Valilik görevine başladıktan sonra İl Milli Eğitim Müdürüne şu talimatı verdim: Müdür bey. Ben ortaokul ve lise yıllarında başarılı bir öğrenciydim. Bu dönemde karnemdeki tek zayıf beden dersiydi. Çünkü kasadan atlama, ters takla atma, amuda kalkma gibi profesyonel sporcuların bile zorlanacağı hareketleri yapmak zorundaydık. Kastamonu daki okullarda bunların yerine her öğrencinin yaşamı boyunca yapabileceği sporları yaptıralım. Kentte kapalı yüzme havuzu var ama Kastamonu çocukları yüzme bilmiyor. Keza il sınırları içerisinde Ilgaz Kayak merkezi var ama öğrenciler kayak yapmayı bilmiyor. Bunlar yanında bisiklete binme, voleybol, basketbol gibi sporları öğretelim. Malzeme, ulaşım ve eğitici ücretlerini ben il özel idaresi olarak üstleniyorum. Size düşen görev, ders programlarını buna göre hazırlamak ve uygulamak. İl Milli Eğitim Müdürü başüstüne dedi ve gitti. İki gün sonra yanıma geldiğinde, Milli Eğitim Bakanlığı ile görüştüğünü ve bu uygulamanın Bakanlık Talim ve Terbiye Kurulu tarafından kararlaştırılması gerektiğini, aksi takdirde kendisinin açığa alınacağını, söyledi. Dolayısıyla düşüncemizi uygulama imkanı olmadı. Halbuki biliyoruz ki Avrupa da bu sporlar okulda öğretilmekte ve örneğin öğrenciler öğretim yılı içinde bir hafta kayak merkezine götürülmektedir. Merkezden tek kararla yönetmenin olumsuzluğuna bir başka örnek de ilk ve orta öğretim tatilleri verilebilir: Türkiye de 81 il var ve tümü birden aynı anda sömestr ya da yaz tatiline girmektedir. Halbuki okulların tatil başlama ve bitme tarihlerini belli zaman aralığında Valiler tespit etse, hem aynı anda yollar yoğunluk kazanıp yüksek oranda trafik kazaları vukua gelmez, hem de turistik tesisler daha optimal konaklama hizmeti verir. Şubat sömestr tatilinde onbeş gün dağ otelleri dolu olmakta sonra ise müşteri sıkıntısı çekmektedir. Yirmi altı kanton 10

11 ve yedi milyon nüfuslu İsviçre, okul tatillerini belli zaman aralığında farklı tarihlere yayarken, çok daha büyük ülkemiz bunun yararını göz ardı etmektedir. Kamu yöneticilerinin vizyon yetersizliği ise bir başka önemli husustur. Bunda belki de en önemli neden üst kamu yöneticilerinin eğitim aldığı bir kurumun olmamasıdır. Almanya da Speyer İdari Bilimler Akademisinin Rektörü eğitim yılı açış konuşmasının bir bölümünde aynen şunu dile getirmiştir: 16 ve 17. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu nda bir eğitim kurumu vardı. Dünyada ilk ve tekti. Sarayın içinde konuşlanan bu eğitim kurumunda üç yüze yakın kamu personeli eğitim almakta ve başarılı olanlar daha üst göreve gelmekteydi. Speyer deki bu kurum da onu örnek alarak kurulmuştur. Bir Türk olarak bu sözleri duymak beni memnun etmişti. Bu kurum, Fransa daki L Ecole National d Administration gibi üst kamu görevlilerin eğitim gördüğü bir yüksekokul idi. Rektörün bahsettiği Osmanlı Devletinin kurumu da Enderun idi. Ben konuşma bittikten sonra kokteylde Rektörün yanına giderek kendi tarihimden bu örneği verdiği için teşekkür ettim. O da Herr (Sayın) Yeter, zamanında siz ileriydiniz biz sizden aldık, şimdi biz ileriyiz siz bizden alıyorsunuz dedi. Bugün maalesef ülkemizde böyle bir kurum yoktur ve kamu gücünü ve kamu kaynağını kullanan yöneticiler gerekli bilgi donatımına sahip olmadan o görevlere gelmekte ya da geldikten sonra bunu sağlayacak eğitime tabi olmamaktadır. Böyle olunca hizmette ya da kalkınmada sürdürülebilirlik de gerçekleşmemektedir. Meslek hayatımdan bir örnekle bunu açıklamak istiyorum: Kastamonu Valiliği görevine atandığımda kenti ilk defa görüyordum. Kent merkezinde dört yüze yakın tarihi bina vardı ve hemen hemen hepsi onarılmayı bekliyordu. Kendi kendime, yapacağım ilk işlerden birinin bunları restore ederek kültür turizmine açmak olduğunu düşündüm. İlk haftadan itibaren her sabah Hükümet Konağına gitmeden bir ya da iki konağı geziyor, sahipleriyle sohbet ediyor onları yakından tanıyordum. Göreve başlamamın üçüncü ayının sonunda Valilik olarak ilk tarihi konağı il özel idare bütçesinden satın aldık ve restorasyon sürecini başlattık. Daha sonra bunun arkası geldi birçok konağı il özel idaresine veya Valinin başkanı olduğu vakıf ya da kuruluşlara satın aldırdık. O yıllarda restorasyon konusunda Anadolu da bir eğilim olmadığından buna yönelik müteahhitlik hizmeti de yeterli değildi. Bu nedenle kendi restorasyon atölyemizi kurma kararı aldık ve Mimar Vedat Tek Anı, Sanat, Restorasyon Merkezini kurduk. Mimar Vedat Tek Kastamonu Hükümet Konağının mimarıydı ve babası Sırrı Paşa bu ilde valilik ( ) yapmıştı. Burada köylerden tedarik ettiğimiz köy ustalarının yanına endüstri meslek lisesi ahşap bölümü mezunu gençleri vererek alaylı mektepli karışımı ekip oluşturduk. Ayrıca restitüsyon, röleve ve restorasyon projelerini hazırlamak üzere yine bu Merkezde bir mimari ekip hizmete girdi. Böylece hem maliyet düşürülmüş oldu hem de Osmanlı dönemindeki gibi tamir ambarı fonksiyonunu görmüş oldu yılından 2003 yılına kadar birçok tarihi bina bu Merkez sayesinde kurtarılmış oldu (Yeter, 2001: 54). Benim 2003 yılında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarlığına atanmamdan sonra yerime gelen Vali bu da bir şey mi diyerek Merkezi kapattı ve ustaları köylerine gönderdi. Halbuki o Merkez ülkede öncü rol oynuyordu. Dönemin Topkapı Sarayı Müdürü orayı ziyaret ettiğinde bu Merkez için, bizim hep idealimiz Sarayda böyle bir atölye kurmaktı ama kuramadık, siz ne güzel başarmışsınız demişti. İşte sadece bu olay gösteriyor ki Türk kamu yöneticileri arasında bakış açısı birlikteliği yoktur. Bu ortak bakış açısını verecek olan ise yukarıda belirttiğimiz Enderun örneği kurum olmalıdır. Yöneticilik profesyonel bir olaydır. 11

12 Bilgiyi, kariyeri, tecrübeyi ve vizyonu gerektirir. Kişinin keyfine ya da tesadüfe bırakılmayacak kadar önemlidir yılında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yapılan değişiklikle büyükşehir belediyeleri, valilikler ve belediyeler bünyesinde koruma, uygulama ve denetim bürolarının yani KUDEB lerin kurulması hükmü getirilmiştir. Benim de hazırlanmasında katkım olan bu yasa maddesi, Kastamonu daki Mimar Vedat Tek Anı, Sanat ve Restorasyon Merkezinin Valilikçe kapatılmasını adeta mahkum etmiştir. Birçok kentte bu büroların faaliyete geçmesi ile birlikte ülke genelinde tarihi eserlerin onarılarak canlandırılmasında adeta bir devrim yaşanmıştır. Bunun güzel bir örneği de Gaziantep Büyükşehir Belediyesi bünyesinde Başkan Asım Güzelbey döneminde kurulan birimdir. Tarihi eski ilkokul binası metruk halinden kurtarılarak onarılmış ve bu büroya ev sahipliği yapmıştır. Bunun sayesinde başta Bey Mahallesindeki Halep li ustalar tarafından yapılan taş yapılar olmak üzere kentin diğer bölgelerindeki tarihi evler birer ikişer restore edilerek, kent adeta küllerinden yeniden doğmuştur. Kamu hizmetlerinde etkinlik için gerekli olan bir diğer husus da kamu yönetiminin adeta bir özel sektör mantığıyla yönetilmesinin esas alınmasıdır. Tek fark, özel sektördeki daha çok kazanç ilkesi yerine daha çok hizmet ve vatandaşın yaşamını kolaylaştıracak daha çok yatırım olmalıdır. Kamu hizmeti denilince akla kamu binası yapmak gelmekte, hizmetin esası gözden kaçırılmaktadır. Üstelik bir müddet sonra o yapılar yıkılmakta veya terk edilmekte ve yerine yenileri yapılmaktadır. Benim irtibatım olan Elazığ ve Datça da yaklaşık otuz yıl önce inşa edilen hükümet konakları yerlerine yenileri yapılmak üzere yıkılmıştır. Kastamonu Valiliği görevine başladıktan sonra İl Özel İdare Müdürü makama gelerek, müdürlükte elli boş elli dolu personel kadrosunun olduğunu, mevcut binanın yetersiz olduğunu, arsa ve ödenek sorunun olmadığını ve yeni bina yapılması gerektiğini söyledi. Ben de kendisine, benden haber beklemesini söyledim. O süreç içerisinde altı yedi personeli ilçelere özel idare müdürü olarak atadım, sevinerek gittiler. Beş altı personele yardımcı olarak başka illere tayinlerini sağladım. Çocukları o illerde okuyordu ve mesela bizzat İstanbul Valisini arayarak tavassut ettim. Böylece il müdürlüğünde çalışan sayısı kırkın altına düştü. Bill Gates e başarının sırrını soruyorlar, cevap olarak, az ama nitelikli insanla çalışmak diyor. İki ay sonra il müdürüne, bina ihtiyacının olup olmadığını sorduğumda hayır artık ihtiyaç kalmadı dedi ve altı yıl o azalan sayıdaki personelle mevcut binada çalıştık. Eğer yeni bina yapsaydık, ne köylere hizmet götürme birliği çalışmalarına ne de tarihi eserlerin restorasyon çalışmalarına para bulabilirdik. Çünkü yeni ve daha büyük binanın yapımı, tefrişi, işletimi ve boş kadroların doldurulması bütçeyi bitirmeye yetecekti. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarlığımda Bakanlık olarak ülke genelinde Bölge Toplantıları başlattık. Her yıl düzenli olarak taşraya gidiyorduk yılında Ege Bölge Toplantısı için Kütahya ya ben ve genel müdürler gittik. Toplantıdan önce şehrin tarihi ve turistik yerlerini gezdik. Başta Germiyan Sokağında yer alanlar olmak üzere birçok konağın bakımsız ve onarılmayı beklediğini gördük. O akşam Vali bey heyetimize verdiği yemeğe birkaç ay önce seçilen Kütahya Belediye Başkanını da davet etmişti. Yemek sırasında Belediye Başkanı, yeni bir hizmet binası için proje hazırlattığını ve yakında ihaleye çıkaracağını, söyledi. Ben de spontane Başkan yanlış yaparsın dedim. Başkan duraksadı ve neden? dedi. Ben de kendisinin belediyede çalışan birkaç yüz personelin daha rahat etmesi için seçilmediğini, merkezde yaşayan civarında kişiye hizmet etmek için seçildiğini 12

13 söyledim. O da doğru, peki ne yapayım? dedi. Cevap olarak, binaya ve tefrişine harcayacağı parayı eski eserlerin onarımına harcayabileceğini, bu konuda kendisine karşılıksız danışmanlık yapabileceğimi, söyledim. İkinci başkanlık döneminin son senesinde karşılaştığımda bana Belediye binası projesi halen çekmecede duruyor ve o parayla kentin tarihi ve kültürel değerlerini ayağa kaldırdık dedi. Roma İmparatorluğunun başarısı, kamu yönetiminin etkinliğine ve tasarruflu olmasına bağlanmaktadır. Kamu kaynakları cari giderler yani kira, makam arabaları, döşeme demirbaş, yurt içi ve yurt dışı harcırahları yerine hizmete yönelmelidir. Ayrıca kamu harcamalarında transparan yani şeffaflık ana ilke olmalıdır. Kamu yöneticisi halkın denetim gücünü her zaman ensesinde hissetmelidir. Kamu binalarının depoları, kullanılmayan masa, sandalye ve dolaplarla doludur. Döşeme demirbaş için her sene ödenek ayrılmakta ve sene sonunda tenkis olmasın diye yenileri alınmaktadır. O yılki ödenek kullanılmayıp tenkis olursa bir sene sonra ödenek verilmeyeceği endişesi hakimdir. Yine çok zorunlu olmayan boya, badana, onarım işleri nasıl olsa ödenek var,harcamazsak gelecek sene ödenek tahsis edilmez anlayışıyla yaptırılmakta ve ciddi para yutmaktadır. Buralardan tasarruf edilecek ödeneklerle örneğin antik kentlerdeki kazı ve restorasyona ağırlık verilebilir. Dünyanın en zengin yeraltı ve yerüstü kültürel zenginliğe sahip ülkemizde maalesef arkeolojik çalışmalar kaplumbağa hızıyla ilerlemektedir. İzmir in Bergama ilçesinden 1870 li yıllarda Berlin e götürülüp orada kurulan Pergamon Museum da teşhir edilen Zeus Sunağı niye götürüldü diye üzülürken, aynı Bergama Antik Kentindeki Dionysos Tapınağı toprak altından çıkarılacağı günü beklemektedir. Akılcı bir organizasyon ile yüzlerce antik kentte üniversitelerin gözetiminde uzun süreli ve kapsamlı kazılar ve çıkarılan eserlere ilişkin restorasyonlar başlatılarak, hem bir açık hava müzesi şeklinde turizme hizmet etmesi hem de istihdama çok büyük katkı sağlaması gerçekleştirilebilir. Binlerce Arkeoloji Bölümü mezunu genç ya işsiz ya da güvenlik görevlisi gibi ilgisiz alanlarda çalışmaktadır. Örneğin; Fransa da Guedelon Şatosu, tümüyle ortaçağ teknik ve malzemeleriyle sıfırdan inşa edilmekte ve böylece 700 yıllık anıyı tazelemektedir yılında inşaatına başlanan ve 25 yıllık bir zaman dilimi içinde bitirilmesi öngörülen bu şato bir taraftan yapım süresince açık hava müzesi niteliğinde ziyaretçileri konuk ederken, diğer taraftan eski yapı ustalarının yetiştiği eğitim birimi işlevi görmektedir. Emek yoğun niteliğiyle istihdama sağladığı katkı da bir başka olumlu sonuçtur. Her yıl in üzerinde kişi burayı ziyaret etmektedir. Ülkemizdeki her bir antik kent, bir Guedelon Şatosu gibi ele alınabilir. Kamu yöneticilerinin vizyon sahibi olmaları ve halkın lehine inisiyatif kullanabilmeleri de diğer önemli bir husustur.2003 yılı Temmuz ayında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarlığı görevine başladıktan sonra, mülki idare amirliğinden gelmiş olmanın alışkanlığı ile hemen her gün Bakanlığa gitmeden ilgili kurumları ve Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) sağlık birimlerini ve hastanelerini ziyaret ediyor ve aksaklıkları tespit ediyordum. Bir sabah SSK Dışkapı Hastanesine gittim ve Başhekim ile birlikte hastaneyi gezdim. Gördüğüm manzara korkunçtu. Adeta kuyruklar cennetiydi. Poliklinik kuyruğu, fotokopi kuyruğu, ilaç kuyruğu vs. Poliklinik yapacak doktor ve oda yoktu ama yirmi dört başhekim yardımcısı ve onların makam odaları vardı. Halbuki bir ya da iki başhekim yardımcısı yeterdi. Nüfus cüzdanı ve sevk kağıdı fotokopi kuyruğunun ise hiçbir mantığı yoktu. Bir SSK müfettişi bunu 13

14 gerekli görmüş ve SSK Yönetim Kurulu da tüm sağlık birimlerine müracaatta bunu zorunlu kılmıştı. Hatta mesela Ankara da Etlik te bu fotokopilerin muhafazası için büyük bir arşiv binası inşa edilmiştir. İlaç kuyruğunun da savunulacak bir tarafı yoktu. Devlet memuru reçetedeki ilacını doğrudan dışarıdaki eczaneden alırken, işçi ya da işçi emeklisi kurum eczanesinden alma mecburiyetindeydi. Bakanın makam odasında fotokopi zorunluluğunun gereksiz olduğunu ve kaldırılması gerektiğini ifade ettiğimde yeni atanan SSK Sağlık İşleri Genel Müdürü, bu sorunu kendisinin SSK Okmeydanı Hastanesi Başhekimi iken çözdüğünü, söyledi. Ben de sevinerek, nasıl çözdünüz? dedim. O da beş tane daha fotokopi makinası satın aldım dedi. Tabii bütün umutlarım çöktü. O genel müdür yaşamında bir kere dahi o fotokopi kuyruğuna girse, yeni fotokopi makinaları satın almanın çözüm olmadığını kavrayacaktı. Fotokopi zorunluluğu bürokrasinin direnmesiyle ancak iki buçuk sene sonra Şubat 2005 yılında Başbakanlık Genelgesi ile kaldırılabildi. Bugün kentlerimizde önemli derecede ulaşım ve trafik sorunu var. Örneğin bu kapsamda önemli bir yer tutan otopark sorununu halletmek sanki belediyelerin uhdesinde değilmiş gibi görmezden geliniyor. Halbuki bu sorun doğrudan yerel yönetimleri ilgilendiriyor ve onların sorumluluğundadır. En basit ve fiili çözüm olarak cadde ve sokaklar otopark haline getirilmiştir. Otopark Yönetmeliği de etkin uygulanmamakta, yeni yapılan binalarda otopark yapma zorunluluğu, otopark bedeli alınmak suretiyle delinmektedir. Belediyelerin otopark dahil ulaşım ve trafik sorunun önemini hissedebilmeleri için, gerek seçilmiş gerekse atanmış yöneticilerinin vatandaş gibi kitle ulaşım araçlarıyla ya da özel araçlarıyla işe gidip gelmeleri ve diğer sosyal faaliyetlerinde de şoförlü kamu aracını kullanmamaları herhalde yararlı olacaktır. Bir kentin Büyükşehir Belediye Başkanı makam arabası kullanmasa bu konudaki zorlukları birebir yaşayacak ve sorunun çözümüne herhalde kendini adayacaktır. Kent yöneticilerinin görevi sadece kendilerinin değil hizmet sunmakla mükellef oldukları vatandaşların da yaşamını kolaylaştırıcı tedbirler almaktır. Bazı kentlerimiz otopark sorununu çözemezken ve ulaşım hizmetini gündemlerinin ön sırasına almazken bazı belediyelerimiz akıllı kent, eko kent ya da yavaş kent gibi önemli uygulamaları başarıyla yerine getirmektedir. Akıllı kent modeli kentsel mekanda bilim, iletişim ve teknoloji bileşenlerini kullanarak kentsel altyapı ve enerji sistemlerinin, kendi kendini yönetmesini sağlayarak, kentte yaşayanların yaşam kalitesini yükseltmektedir. Eko kent anlayışında ise, kentlerin mekânsal, ekonomik ve toplumsal sürdürebilirliğini sağlama amaçlanmaktadır ve ekolojik kaygılar ön plana çıkmaktadır. Yavaş kentte ise, yerel kimliğin ve kültürün korunması, kent ekonomisinin yerel kaynaklara dayanması ve kentli insanın her türlü ruhsal ve fiziksel rahatsızlıklardan uzak tutulması hedeflenmektedir (Keleş-Mengi, 2017: 44-54). Tarihimize bir göz atacak olursak, kamu hizmetlerinin yerine getirilişinin bazı dönemlerde çok memnun edici olmadığını görürüz. Osmanlı İmparatorluğunun otuz altı padişahı içinde ilk ve son Avrupa seyahatini Sultan Abdülaziz yapmıştır. 24 Haziran - 7 Ağustos 1867 tarihleri arasında kırk üç gün süren ve Paris, Londra, Viyana başta olmak üzere birçok Avrupa kentini görme imkanı olan bu geziye İstanbul Şehremini yani Belediye Başkanı Hafız Ömer Faiz Efendi de katılmış ve izlenimlerini günlüğüne yazmıştır. Paris i görünceye kadar belediyelerin şehir sokaklarını muayyen zamanlarda sulamalarının asli vazifeleri arasında olduğunu bilmiyordum.hatta geldiğimiz ilk günü sabahının çok erken saatlerinde tekerlekleri 14

15 fazla patırdı yapmasın diye tedbir alınmış tek atlı arabalarla büyük fıçıların iki tarafındaki hortumlardan fışkıran sularla caddeleri bir temiz yıkıyorlardı. Paris Vali ve Belediye Başkanı Baron Haussman ın İstanbul un sokaklarını nasıl sularsınız? sorusuna ise Ömer Faiz Efendi şu cevabı vermiştir: Efendim Bizim bütün caddelerimiz ve sokaklarımız iki taraflı kahve, berber, bakkal, aşçı dükkanlarıyla doludur. Bakkal mesela peynir tenekesinin, zeytini içine bastığı fıçının, aşçı temizlediği sebzelerin, kahveci yıkadığı fincanlarının ve nargilerinin, berber tıraş öncesi ve sonrası kalan sularını sokağa döker. Bu sular içinde mesela berberlerinki çok zaman sabunludur. Bu sebeple ayrıca bizim koku giderici ve temizleyici madde kullanmamıza lüzum da kalmaz (Kutay, 1991: 45). Ömer Faiz Efendi gördüğü ülkelerin gelişmişliğinden son derece etkilenmiş ve kendi devletinin geri kalmış halinden üzüntü duymuş ve bu sonucu doğuran neden olarak şu satırları Ruznamesine yazmıştır: Padişahlarımız değişen dünyayı görmemişler, devlet büyükleri de can ve makam korkusunu her şeyin üstünde tutmuştur (Kutay, 1991:72). İstanbul un Fatih mahallesi Sarıgüzel semtinde oturan Mehmet Akif Ersoy da 1900 lü yılların başında yazdığı Seyfi Baba şiirinde Payitaht merkezinin kent altyapısının pürmelal halini veciz şekilde şöyle anlatmaktadır (Ersoy, 1992: 60)... Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde; Boşanan yağmur iliklerde, çamur ta belde. Hani, çoktan gömülen kaldırımın, hortlayarak, Gel! diyen taşları kurtarmasa, insan batacak. Sormayın derdimi, bitmez mi o taşlar, giderek, Düştü artık bize göllerde pekala yüzmek!. O tarihlerde Anadolu daki yerleşim yerlerinde konut, altyapı ve ulaşım imkanlarının ne kadar yetersiz olduğu bir başka gerçektir. Osmanlı Devleti nin Kafkas Cephesinde bulunan ve Enver Paşanın da Harbiye Nazırlığı unvanı uhdesinde kalarak bir dönem komuta ettiği 3. Ordu Komutanlığı kurmay başkanlığını yürüten Alman Yarbay Felix Guze nin bu konudaki gözlemlerini anılarında okumak mümkündür. Tek cümleyle bölgenin manzarası elem ve hüzün vericidir (Guze, 2007: 2). Ziya Paşanın ünlü beyitini bilmeyen yoktur: Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kaşaneler gördüm Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm. Tabii ki cihan şümul bir imparatorluk olan Osmanlı Devletini yüzyıllar boyunca ayakta tutan kurumlar vardı ve bunlardan birisi de Hispe yani belediye teşkilatı idi. Hispe teşkilatı, başlarında muhtesip ağaları olmak üzere başarıyla hizmet veriyorlardı. Ne zaman ki İmparatorluk duraklama dönemine girdi, şehir yaşantısındaki düzen de bozulmaya başladı. Bir taraftan merkezi yönetimin zayıflaması, diğer taraftan vakıfların gereği gibi hizmet verememesi toplumda sıkıntılar doğurdu. Bu ise şehir yönetim sisteminde değişikliği gündeme getirdi ve II.Mahmut döneminde önce 1826 yılında ihtisap ağalığı ihtisap nazırlığına dönüştürüldü, sonra da 1854 yılında tamamen kaldırıldı (Demirkaya, 2011: 316). Şu nokta her türlü izahtan varestedir ki kamu yöneticilerinin kendilerine düşen görevi layıkıyla yapabilmeleri, daha doğrusu buna zorlanabilmeleri için, halkın genel seviyesinin yükseltilmesi gerekir. Kitap okuma oranından, yabancı dil bilme ve kullanma oranına, dış 15

16 ülkelere yapılan seyahatlerin yüksekliğinden, sosyal etkinliklere katılımın yüksekliğine, düşünen ve düşüncelerini yazıya dökme alışkanlığına sahip insan sayısından, bilgisayar ve internet kullanan insan sayısına kadar, bu önemli göstergelere sahip olmadıkça iddialı olmamız söz konusu olmayacaktır. Bir başka dile getirilmesi gereken konu da, devlet memurunun yerel yönetimlerin karar organlarına seçilememesidir. Kamu görevlisine siyaset yasağı getirilerek bir siyasi partiye üye olması önlenmekte, devlet memurunun, belediye meclisine ya da il genel meclisine üye seçilmesi mümkün olamamakta, memuriyetten istifası istenmektedir. Halbuki bir inşaat yapsatçısı ya da emlakçı mesleğini bırakmadan yerel meclislere üye seçilebilmekte, kendi mesleğiyle ilgili beldenin imar hukukunu etkileyebilmektedir. Eğer yerel yönetim ve kamu hizmeti konusunda bilgisi varsa, yaşadığı beldenin gelişmesine katkı sağlayacaksa devlet memurluğuyla yerel meclis üyeliği neden bağdaşmasın? Siyasi parti üyeliğinin, bir memurun partizanlık yapmasına karine olacağı savına da katılmak mümkün değildir. Zira formel olmayan, resmi nitelik taşımayan siyasi ilişkilerin suiistimale daha müsait olduğu bilinmektedir. Bir diğer sorun da yerindelik denetiminin olmamasıdır. Bu konuda özellikle halkın denetimi öne çıkmalıdır. Bir büyükşehir belediyesi kentteki ulaşım ve otopark sorununu çözecek yatırımlar yerine bir oyun parkına bütçesinin önemli bir bölümünü aktarabilmektedir. Ya da Ortaçağ daki kent kapılarına özenerek kentin her yöndeki çıkış yoluna kapı yapabilmektedir. Halbuki Ortaçağ da o kapılar kenti çevreleyen surlarla bağlantılıdır ve güvenlik nedeniyle akşamları kapatılmaktadır. Kente yapılacak yatırım ve hizmetler kamuoyunda tartışılmaksızın adeta ben yaptım oldu mantığıyla uygulanmaktadır. Aynı husus imar yapı izinlerinde de söz konusudur. İsviçre de bir arsaya yapı inşaat izni verilirse altı ay müddetle yapılacak inşaatın ebatları ve yüksekliği arsa üzerinde direklerle gösterilmek zorundadır. Altı aylık süre sonunda belde halkının itirazı olmazsa ya da itiraz haklı görülmezse inşaata başlanabilir. Bizde öyle mi? 2012 yılı başında ziyaret ettiğim İsviçre nin Ankara Büyükelçisi, Kavaklıdere de Büyükelçiliğe sınır alanda, yüz yıllık yetmiş ağacın bir gecede kesildiğini ve özel yapı firması tarafından rezidans inşaatına başlandığını adeta gözlerinden yaş gelircesine anlatıyordu. Diğer taraftan kamu yönetiminde sadece yapılan iş ve işlemlerde hukukilik denetimi mevcutken ve sorumluluk doğururken, yapılmayan ama yapılması gereken faaliyetlerden muaf olunmaktadır. Böylece hiç üretmeyen yönetici, hiçbir hukuki ve cezai işleme muhatap olmayacağından başarılı ve dürüst rolü oynamaktadır. Kamu yönetiminin bir diğer sorunu da bürokratik kademe enflasyonudur. Her bakanlıkta memurdan başlayarak, şef, şube müdürü, daire başkanı, genel müdür yardımcısı, genel müdür, bakan yardımcısı ve bakan olmak üzere sekiz kademe vardır. Bir resmi yazının bu kişilerce paraf veya imza edilerek yürürlüğe girmesinin güçlüğü ortadadır Bürokrasi aparatında çok sayıda mevki ve makam oluşu hizmette sürati, etkinliği ve verimliliği düşürmektedir.2006 yılındaki bir görüşmemizde Alman Bundesagentur für die Arbeit yani Alman İşkur Genel Müdürü, Kurumu yeniden yapılandırdıklarını ve ara kademelerdeki makam ve unvanları kaldırarak üstte biri Genel Müdür olmak üzere üç kişilik yönetim kurulu, altta da büro çalışanlarının olduğu bir sistem kurduklarını, söyledi ve ekledi: Tabii ki bir terfi ve farklı maaş skalası mevcut. Ama ayrı makam odaları ve ayrı hükümranlık alanları artık yok. 16

17 Kamu gücü ve kamu kaynağı kullanan bürokrasinin etkin ve verimli hizmet görmesi muhakkak ki toplumun maddi ve manevi kalkınmasına olumlu yansıyacak ve insanımız kendini daha mutlu hissedecektir. Asıl olan da bu değil midir? Kamudaki kurumsallaşma eksikliği de başka olgudur. Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver in Türkiye de müesseseleşme yok, müesseseleşmiş kişiler var sözü bu gerçeği ifade etmektedir. Kurumlar başındaki kişilere göre şekillenmekte, iyi yönetici o kuruma belli bir aktivite sağlarken, zayıf yönetici kurumu güçsüzleştirmektedir. Küreselleşmenin de muhakkak ki Türk kamu yönetimi üzerinde olumlu ya da olumsuz etkileri vardır. Türkiye 20. Yüzyılın son çeyreğinde dünyadaki kültürel ve ekonomik değişimden etkilendiği gibi yönetim alanındaki değişimden de etkilenmiştir. Yeni kamu yönetimi sistemi olarak bilinen ve neo-liberal doktrinin izlerini taşıyan ilkeleri kendi kamu yönetiminde uygulamaya koymuştur (Demirkaya, 2006: 148). Dünyadaki iyi uygulamalar göz önüne alınarak, kamu yönetiminde şu beş ilkenin daha çok önem kazanması gerekmektedir: Açıklık, katılımcılık, etkinlik sorumluluk ve uyum. Açıklık: Yapılan çalışmaların ve harcamaların şeffaf olması ve kamuoyunca bilinmesidir. Katılımcılık: Karar alma mekanizmasının her safhasında yönetişim adını alan ve tüm paydaşların katılımının ve katkısının sağlanmasıdır. Etkinlik: Hizmette sürat, verimlilik ve ekonomiklik unsurlarını kapsar. Bugün başlayan kamu yatırımı beş yıl devam ediyorsa, onda etkinlik yoktur.ya da bin liralık iş beş bin liraya yaptırılıyorsa onda da etkinlik yoktur. Sorumluluk: Kamu bürokrasisi halkın parasını kullandığına göre sorumluluk şartı olmazsa olmazdır. Yani hesap verebilirlik zorunludur. Bu ise idari ve mali denetim, adli denetim ve halkın denetimi yoluyla olacaktır Uyum: Kamu sisteminin tüm unsurları arasında senkronize ve mütecanis bir çalışmayı öngörmektedir (Yeter, 2002: 31). Amaç toplumumuzun müreffeh, insanımızın mutlu, huzurlu, sağlıklı ve uzun ömürlü olmasıdır. Bu amacın gerçekleşmesinde en önemli unsur ise bilim ve akıldan yararlanma ve kamu yönetiminin etkin ve rasyonel örgütlenmesidir (Ankara Üniversitesi-Kastamonu Valiliği, 2002: 3). Yeni devlet sistemi ile birlikte ve geleceğe bakan perspektifte; birçok güçlü potansiyele sahip toplumun bireyi olarak asla kötümser olmadan, insanımızı, ülkemizi ve değerlerimizi severek, Cumhuriyete sahip çıkarak, çok çalışarak ve üreterek başarıya ulaşmaya mahkumuz. Bu gelecek tasarımı, elbette ki sadece maddi yaşamın unsurlarından ibaret değildir. Zira başarı, maddi kalkınmayı yönlendiren ahlaki olgunluğun, erdemin ve dürüstlük mücadelesinin eseri olacaktır. 17

18 KAYNAKÇA Ankara Üniversitesi-Kastamonu Valiliği, (2002), Kamu Yönetiminde Yetki Genişliği, Ankara Üniversitesi Basımevi. Demirkaya Y. (2011), Osmanlı Devletinde Belediye (Hispe) Teşkilatı, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, S.41-42, Demirkaya Y. (2016), Küreselleşmenin Kamu Yönetimi Üzerine Etkisi: Türkiye Örneği, Avrupa Araştırmaları Dergisi, C.14, S.2, ss Ersoy M. A., Hazırlayan: Düzdağ M.E. (1992), Safahat, Timaş Yayınları, İstanbul. Guze F., Çev: Akoğuz H. (2007), Birinci Dünya Savaşında Kafkas Cephesindeki Muharebeler, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara. Keleş R.; Mengi A. (2017), Kent Hukuku, İmge Kitapevi Yayınları, Ankara. Kutay C. (1991), Sultan Abdülaziz in Avrupa Seyahati, Boğaziçi Yayınları, İstanbul. Yeter E. (1995), Mahalli İdare Reformu Üzerine Düşünceler, Yeni Türkiye Dergisi, S.1995/4, ss Yeter E. (1998), Cumhuriyet in 75.Yılında Yönetime İlişkin Görüşler, Türk İdare Dergisi, S.421, ss Yeter E. (2001), Kültürel Değerlerin Korunmasında Yerel Yönetimlerin Rolü ve Sorumluluğu: Kastamonu Örneğinde, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt.10, S.1, ss Yeter E. (2002), Kamu Yönetiminde Yetki Genişliği ve Kastamonu Uygulaması, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt.11, S.3, ss

19 KAMU YÖNETİMİNDE UZGÖRÜ: ÖNGÖRÜLEBİLENİN ÖTESİNDE KAMU HİZMETİ SUNMA Hande Tek TURAN 2 Özet Kamu yönetimi, hem günümüz sorunlarını hem de gelecekte ortaya çıkacak sorunları çözmek ve çözümler üretmek için, geçmişi değerlendiren bir sosyal bilimdir. Çevremizdeki her şey olağanüstü bir hızla değişmekte, kamu yönetimi alanı da bu yenilik ve değişim ihtiyacından uzak kalamamaktadır. Bu nedenle de içinde bulunduğumuz hızlı dijital değişim çağında, geleceğe yönelik politik, örgütsel ve toplumsal boyutta pratikler ön plana çıkmaktadır. Bu çerçevede, kamu idareleri / yönetimleri de, toplumda özellikle gelişmekte olan konulara, öngörülemeyen olaylara ve değişen koşullara uyum sağlama kapasitesinin nasıl geliştirileceğini araştırmalıdır. Sonuç olarak, birçok gelişmiş ülkede kamu sektörü, Weber in geleneksel (bürokratik) sisteminin statik bürokratik paradigmasının ötesine geçerek Yeni Kamu Yönetimi ve Yönetişim sistemine geçme ihtiyacını hissetmektedir. Kamu yönetimi ile ilgili bu paradigma kayması, teknolojideki ilerlemelerden ve teknolojinin kullanımı ile birlikte bilginin hızla yayılmasından etkilenmiştir. Bilgiye ulaşma ve bilgiyi paylaşma biçimi değişmekte; bu değişim, hem, birçok kamu meselesine ilişkin müdahale, yenilik ve uyum sağlama yeteneği anlamına gelen, hükümetlerin öngörü sistemini hem de iklim değişikliğinden küresel ekonomik krize güncel tartışmaları büyük ve önemli ölçüde etkilemektedir. Dolayısıyla, makale, öncelikle öngörü / uzgörü kavramının literatürde nasıl tanımlandığını ve anlaşıldığını tespit etmeyi amaçlamakta; daha sonra kamu yönetiminin geleceğinde, katı bürokrasilerden ziyade esnek bir kamu yönetiminin varlığının altını çizmektedir. Makale, ayrıca, uzun vadeli vizyon benimseyen ülkelerden örneklerle, bireysel, sosyal ve küresel zorlukların üstesinden gelmek için, hükümetlerin/yönetimlerin, kamu hizmetlerini sunma yönündeki öngörüye dayalı uygulamalardaki rollerini araştırmayı amaçlamaktadır. Anahtar kelimeler: Kamu yönetimi, Yönetişim, Öngörü/Uzgörü, Bilgi Teknolojileri 2 Dr. Öğr.Üyesi, Yeditepe Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölümü, E-posta: hande.tek@yeditepe.edu.tr 19

20 Anticipation in Public Management: Serving Beyond Predictable Abstract Public administration is a social science that assess the past in order to create solutions to resolve issues in the present and in the future. As everything around us is changing, in an increasingly interconnected environment, the field of public administration cannot be away from the need to innovate and change. In an era of rapid change, thus, anticipatory practices are coming to the forefront of political, organizational, and citizens society. Public administrations have to explore how to improve the capacity of society to innovate, prosper and especially adapt to emerging issues, unforeseen events and changing circ*mstances. As a result, the public sector in many developed countries feels the need to move beyond the static and machine bureaucratic paradigm of Weber s traditional (bureaucratic) system to the New Public Management system. The last but not the least, advances in technology, the rapid spread of information along with use of technology and social media as well have been affected and accompanied the shift in paradigm regarding public administration field. As a consequence of the advances in technology, most importantly, the way we access and share information has changed and all these have huge influence on foresight system of governments that means the ability to anticipate, intervene, innovate and adapt concerning many public issues and contemporary debates from climate change to global economic crises. This paper argues that in the future of public administration, there is a flexible public sector rather than machine bureaucracies. Regarding anticipatory practices, this paper also seeks to identify how anticipation is defined and understood in the literature and to explore the role of the governments in the anticipatory practices to provide public services to overcome individual, social, and global challenges, focusing in particular on the most recent developments. Key words: Public Administration, Governance, Anticipation, Information Technologies. GİRİŞ Kamu yönetimi, hem günümüz sorunlarını hem de gelecekte ortaya çıkacak sorunları çözmek ve çözümler üretmek için, geçmişi değerlendiren bir sosyal bilimdir. Çevremizdeki her şey olağanüstü bir hızla değişmekte, kamu yönetimi alanı da bu yenilik ve değişim ihtiyacından uzak kalamamaktadır. Bu nedenle de içinde bulunduğumuz hızlı dijital değişim çağında, geleceğe yönelik politik, örgütsel ve toplumsal boyutta pratikler ön plana çıkmaktadır. Uzgörü 3, öngörü, vizyon, tahmin ve beklenti kavramları aynı bilişsel sürecin ürünleri değildir. Genel olarak geleceği anlamak, geleceği hayal etmek ve gelecekten fayda sağlamak için yapılan tüm girişimler, insan davranışının sürekli bir özelliği olan uzgörü şekilleri veyahut türleri olarak görülebilir (Poli, 2011). Aralarındaki en belirgin fark, gelecek, eylemde kullanıldığında uzgörünün gerçekleşmesidir. Rossel (Rossel, 2010) uzgöreylemsel 4 sistemler kavramının, gerçekliği çerçevelemenin bir başka yolu olduğunu vurgulamaktadır. Bu sebepten ona göre, son derece sofistike modelleme araçlarıyla bile, kendimizin dışında olma kabiliyetsizliğinden kaçamayız. Aynı şekilde, kamu yönetimleri / hükümetler, kamusal ve küresel meselelere kayıtsız kalamazlar. Bu çerçevede, kamu idareleri / yönetimleri de, toplumda özellikle gelişmekte olan konulara, öngörülemeyen olaylara ve değişen koşullara 3 Uzgörü; İngilizce anticipation kelimesinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. 4 Uzgöreylemsel; İngilizce anticipatory kelimesinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. 20

21 uyum sağlama kapasitelerinin nasıl geliştirileceğini araştırmalıdır. Sonuç olarak, birçok gelişmiş ülkede kamu sektörü, Weber in geleneksel (bürokratik) sisteminin statik bürokratik paradigmasının ötesine geçerek Yeni Kamu Yönetimi ve Yönetişim sistemine geçme ihtiyacını hissetmektedir. Klasik model, hükümeti, öncelikle profesyonel hizmet sağlayıcı olarak görmüş; sonrasında, bürokratik hiyerarşi, planlama, merkeziyetçilik, doğrudan denetim ve kendi kendine yeterlilik ilkelerine dayanan geleneksel kamu yönetimi, yerini, girişimcilik kültürü de içeren piyasa temelli kamu işletmeciliğine bırakmıştır. Bu özellikleriyle, geleneksel kamu yönetimi öngörülebilir olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğer geleneksel kamu yönetimi öngörülebilir olarak kabul edilirse, yeni kamu yönetimi ve yönetişim yaklaşımındaki özelliklerden biri olan hazırlıklı olma hali durumu ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, geleneksel kamu yönetimindeki retrospektif düşünce, yerini yeni kamu yönetiminde uzgöreylemsel proaktif düşünceye bırakmaktadır. Yeni kamu yönetimi yaklaşımında, birden çok gelecek olduğu için ve aynı zamanda gelecek belirsiz olduğu için, uzgöreylemsel proaktif düşünme, retrospektif düşünmeden daha önemli bir yere sahiptir. Kamu yönetimi ile ilgili bu paradigma kayması, teknolojideki ilerlemelerden ve teknolojinin kullanımı ile birlikte bilginin hızla yayılmasından etkilenmiştir. Bilgiye ulaşma ve bilgiyi paylaşma biçimi değişmektedir. Bu değişim, hem, birçok kamu meselesine ilişkin müdahale, yenilik ve uyum sağlama yeteneği anlamına gelen hükümetlerin öngörü sistemini, hem de iklim değişikliğinden küresel ekonomik krize güncel tartışmaları büyük ve önemli ölçüde etkilemektedir. Gözlemlendiği üzere, çok yüksek bir değişim hızı, yaşadığımız dünyayı ve içinde bulunduğumuz çağı karakterize etmektedir. Küreselleşme ve bilgi teknolojileri bu değişimin hem nedenleri hem de etkileridir, ve sonuç olarak, kamu yönetimleri de bu itici güçlere hem karşılık vermek, cevap üretmek hem de adapte olmak zorunda kalmışlardır (Zulean, et al., 2017). Değişim için itici güçler sadece küreselleşme ve bilgi teknolojileri değildir. Aynı zamanda, Geleceğin Devleti 2030 adlı KPMG in hazırladığı rapor (KPMG, 2014) 5, hükümetlerin, kamu yönetimlerinin ve vatandaşların geleceğine ilişkin dikkat çeken dokuz küresel mega-trendi 6 tanımlamaktadır. Raporda ayrıca, gelecekte liderlik edecek uygulama hükümetlerinin örneklerinin var olacağına ilişkin bir dizi özellik de tartışılmaktadır (KPMG, 2014). Daha fazla veriye kanıta dayalı politika oluşturmayı, daha uzun vadeli düşünmeyi ve hizmet sağlayıcılarının daha fazla piyasa denemesini içeren bu özellikler, bugün bazı hükümetlerin karşılaştığı tipik kısıtlamaların özellikleri ile çelişmektedir (KPMG, 2014). Temel kamu hizmetlerinin yakın zamanda ortadan kalkması mümkün olmamakla birlikte, idari işlevlerinin gerçekleştirilme ve değerlendirme biçimlerinin önemli ölçüde değişmesi muhtemeldir. Gerek artan belirsizlik gerekse daha çok talep eden vatandaş beklentilerinin artması ile karakterize edilen küreselleşen dünyada, devletin her kademesindeki kamu yöneticileri üzerindeki baskı da artmaktadır. Kamu yöneticilerinin, 21. yüzyılda yönetmenin ve kamu hizmeti sunmanın ne anlama geldiği hakkında tamamıyla farklı şekilde düşünmeleri gerekmektedir. Kamu yönetiminin geleceği, ulus devlet ve ulus devletin kamu yönetimi sistemleri için yeni zorluklar ve meydan okumaları içeren bir gelecek öngörmektedir. 5 (5 Mayıs 2018 de erişildi) 6 Demografi, Bireylerin Yükselişi, Etkinleştirme Teknolojileri, Kamu Borçları, Ekonomik Güç Değişimi, İklim Değişikliği, Kıt Kaynaklar, Kentleşme 21

22 (Theodoulou & Roy, 2016). Ancak, sadece bir gelecek yok, geçmişten günümüze ve bugünden geleceğe geçişte olası gelecekler var. Kamu yönetimi bu olası ve belirsiz geleceklerle nasıl baş ediyor? Tartışmasız, uzgörü, kamuda karar vericilerin en temel faaliyetlerinden biridir. (Petit Jean & Brunet, 2017). Yasama, yürütme ve yargı içinde kamusal karar alma sürecinin amacı, toplumda düzeni sağlamak ve gelecekteki gelişmeler hakkında yönlendirmede bulunmak ve öncülük etmektir. Gelecek, karmaşık problemleri ve zorlukları barındırdığından, politika yapıcılar da, daha iyi bir gelecek adına öngörü teknikleri kullanırlar. Yukarıda bahsedilen kamu sektörünün geleceğini etkileyen trendlere yani güncel tartışmalar ve eğilimlere ek olarak, uzun vadeli bir vizyon ve strateji benimseyen bazı ülkelerden örnekleri de görmekteyiz. Bunlar, Singapur Risk Değerlendirme ve Uf*ck Tarama Programı, Finlandiya Parlamentosu'nun Gelecek Komitesi, veya Proje Amerika Birleşik Devletleri'nin Geleceğe Yönelik Projesi gibi. Özellikle uluslarüstü bir örgüt olarak Avrupa Birliği 7, öngörüyü vurgulamakta ve hem üye hem aday ülkeler için önemi konusunda çeşitli raporlar hazırlamaktadır. Diğer ülke örnekleri, gelecek çalışmalarına yönelik kurumları 1970 lerin başında kurulan, İsveç ve Hollandadır. 1960'lar ve 1970'lerdeki politik, sosyal ve teknolojik değişimler, gelecek çalışmalarına ilgiyi önemli ölçüde arttırdı. Bunlardan biri 1973 yılında kurulan ve günümüzdeki Gelecek Çalışmaları Enstitüsü'nün 8 öncülü olan İsveç Gelecek Çalışmaları Sekreterliği idi. Hollanda da ise, 1972 yılında kurulan ve gelecekteki eğilimleri ve gelişmeleri tanımlayan ve tavsiyelerde bulunan Hükümet Politikası için Hollanda Bilim Kurulu 9 vardır. Geleceğe ilişkin hükümetlerin uzgörü kapasiteleri, tüm kamu yönetimi sisteminde önemli bir bileşendir. Yukarıdaki paragrafta belirtilen örnekler, hükümetleri / kamu yönetimlerini öngörülebilenin ötesinde kamu hizmeti sunma meydan okumasına hazırlamanın önemini göstermektedir. Dolayısıyla, bu genişletilmiş özet, öncelikle öngörü / uzgörü kavramının literatürde nasıl tanımlandığını açıklamakta; daha sonra kamu yönetiminin geleceğinde, katı bürokrasilerden ziyade esnek bir kamu yönetiminin varlığının altını çizmektedir. Özet, ayrıca, uzun vadeli vizyon benimseyen ülkelerden örneklerle, bireysel, sosyal ve küresel zorlukların üstesinden gelmek için, hükümetlerin/kamu yönetimlerinin, kamu hizmetlerini sunma yönündeki öngörüye dayalı uygulamalardaki rollerini ortaya koymaktadır. KAYNAKÇA Poli, R., Steps toward an explicit ontology of the future. Journal of Future Studies, Cilt 16, pp Rossel, P., Making anticipatory systems more robust. Foresight, 12(3), pp Zulean, M. et al., Romanian public administration 2.0: using innovative foresight methodologies to engage stakeholders and the public. Foresight, 19(3), pp KPMG, Future State 2030: The Global Megatrends Shaping Governments, s.l.: s.n. Theodoulou, S. Z. & Roy, R. K., Very short introductions. [Çevrimiçi] [%1 tarihinde erişilmiştir 2017]. 7 İlgili web sayfası: 8 İlgili web sayfası: 9 İlgili web sayfası: 22

23 Petit Jean, M. & Brunet, S., Does anticipation matter for public administration? The case of the Walloon Region (Belgium). Foresight, 19(3), pp Özet SİYASİ PARTİLERİN GENEL SEÇİM BEYANNAMELERİNDEKİ KAMU YÖNETİMİNDE ŞEFFAFLIK VAATLERİ, Mahmut DOĞAN 10 İdris SARISOY 11 Bu çalışmanın amacı Türkiye de yılları arasında yapılan genel seçimlerde seçim barajını aşarak Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) girme başarısını göstermiş siyasi partilerin Seçim Beyannamelerinde kamu yönetiminde şeffaflığa dair hangi vaatte bulunduklarının ortaya konmasıdır. Bu sayede gelişmiş ülkelerde 1980 li yıllarda başlayan bu değişimin Türkiye deki siyasi hayata ne zaman, hangi boyutta ve alanlarda ne kadar süreyle gündeme geldiği ortaya konulacaktır. Literatürde, Türkiye deki siyasi partilerin seçim beyannamelerindeki çeşitli konuları (eğitim, ormancılık, turizm, kadın/cinsiyet vb.) inceleyen çalışmalar mevcuttur. Yapılan literatür incelemesinde kamu yönetiminde şeffaflık a dair geniş tarih aralığını ve seçim barajını aşarak TBMM giren siyasi partileri kapsayan herhangi bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu çalışmanın literatürde bu eksikliği gidermesi hedeflenmektedir. Çalışmanın sonraki aşamasında, siyasi partilerin seçim beyannamelerinde belirttikleri kamu yönetiminde şeffaflık konusunda hangi faaliyetleri gerçekleştirdikleri analiz edilecek, böylece vaatlerle gerçekleştirilenler arasında daha açık bir mukayese imkanı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Kamu Yönetiminde Şeffaflık, Seçim Beyannameleri, Siyasi Partiler Abstract The Promises of Transparency In Public Administration In General Election Declarations Of Political Parties This study aims to point out what promises on the topic of transparency in public administration in the election declarations of the political parties, whom have shown the success of taking place in Turkey Grand National Assembly (The Parliament), by passing the threshold in the general elections held in the years between 1990 and Thus, in this study, will be drawing a frame for these changes emerged in the developed countries in the 1980s therefore, this article then will discuss when, in what sense, and areas and how long these changes have affected to the political life of Turkey. There are several studies which go into the various topics (education, forestry, tourism, women/sex etc.) in the election declarations of the political parties. Yet, in the litterateur review, it has not been found any study covering a wide date range and the political parties taking a place in the Parliament by passing the election threshold. The aim of this study, then is to eliminate this deficiency in the litterateur. At the next stage of the study, it will be analysed that what activities the political parties have carried out in the transparency in public administration that they declared in their election declarations, thus we will be leaded a clearer comparision between what has been promised in advance and, what has been accomplished at last. Key Words: The transparency of public administration, the election declaration, the political parties. 10 Doç. Dr., Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, mahmutdogan@marmara.edu.tr 11 Doç. Dr., Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, isarisoy@marmara.edu.tr 23

24 GİRİŞ Siyasi partiler, seçimi kazanarak iktidara geldikleri takdirde neler yapacaklarını, seçimden önce açıkladıkları seçim beyannamesi/bildirgesi ile ortaya koyarlar. Bu yolla seçmenleri etkilemeye ve diğer partilerden daha fazla oy alarak iktidara gelmeye çalışırlar. Beyannamelerde ağırlıklı olarak, mevcut dönemdeki iktisadi kalkınma, gelişme, güvenlik, adalet, eğitim gibi temel sorunlara yer verilmektedir. Bununla birlikte, dünyadaki gelişmeler, yönetim anlayışındaki değişim, özgürlükler, dış politika vb. konular da Seçim Beyannamelerinde kendine yerbulduğu görülmektedir. Siyasi Partilerin, seçimden önce hazırladıkları ve seçmenlere açıkladıkları beyannamelerdeki vaatlerini tek başına iktidar olduklarında gerçekleştirme imkanına sahiptir. Genellikle partilerin Seçim Beyannamelerindeki vaatleri birbirinden farklı olduğunda, koalisyon hükümetleri döneminde beyannamelerdeki vaatlerini tam olarak yerine getirme olasılığı yoktur. Bu nedenle Siyasi Partiler seçim döneminde tek başına iktidarı hedeflerler ve seçmenlere de bunun önemini vurgularlar. Temeli hesap verebilirlik anlayışına dayanan şeffaflık ilkesi, devleti yönetenlerin yaptıkları işlerden yönetilenleri haberdar etmesi, bilgilendirmesidir. Böylece yönetilenler, daha önce kendileri için görünmez olan süreçlerden haberdar olacak ve gelecek dönemdeki oy, yaşam yeri, ticaret vb. tercihlerini de büyük ölçüde buna göre şekillendirebilecektir (Eken, 2006; Bugaric, 2004; Kaufmann & Bellver; Hillebrandt, Curtin, & Meijer, 2014; Buijze, 2013; Bauhr & Grimes, 2012). Demokrasi ile şeffaflık arasındaki yakın bir ilişki (Buijze, 2013; Meijer, 2012) vardır. Bu ilişkinin eninde sonunda siyasi partilerin politikalarını etkilemesi beklenir. Bu amaçla siyasi partiler şeffaflık ilkelerini ilk olarak kendi yönetimlerinde hayata geçirmeğe başlarken, sonrasında genel seçim dönemlerinden önce açıkladıkları seçim beyannamesi yle, iktidara geldikleri takdirde yapacakları şeffaflık konusundaki değişimleri/reformları açıklamışlardır. Siyasi partiler, iktidar dönemlerinde yaptıklarını halk için görünür, bilinir hale getirmeyi amaçlamışlardır. Kamu yönetiminde şeffaflığa ilişkin gelişmelerin 1980 li yıllardan itibaren hızlandığı görülmektedir. Bunun en önemli nedeni kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ve çeşitlenmesidir (Grimmelikhuijsen, Weske, Bouwman, & Tummers, 2017). Diğer bir ifadeyle bu gelişmeler Kamu Yönetimini şeffaf olmaya zorlamıştır. Çünkü yeni iletişim araçları, gizli bilginin artık kolaylıkla toplumda açık hale gelmesini sağlamıştır. Bu çalışmada, Türkiye de yılları arasında yapılan 8 genel seçimde seçim barajını aşarak Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) giren siyasi partilerin Seçim Beyannamelerinde kamu yönetiminde şeffaflığa dair hangi vaatte bulundukları ortaya konacaktır Başlangıç noktası olarak 1990 yılının dikkate alınması, 1983 ve 1987 yıllarındaki genel seçim beyannamelerinde konuya ilişkin kayda değer bir bilginin olmamasıdır. Gelişmiş ülkelerde 1980 li yıllarda başlayan bu değişimi, Türkiye deki siyasal partilerin hangi boyutta ve alanlarda ne kadar süreyle gündeme getirdikleri açıklığa kavuşturulmağa çalışılacaktır. 24

25 Çalışma iki bölümden oluşmaktadır. Bunlardan birincisinde literatürde benzer çalışmaların değerlendirilmesi, ikincisinde ise yılları arasındaki genel seçim beyannamelerindeki kamu yönetimindeki şeffaflık vaatlerinin incelemesi şeklindedir. Sonuç bölümünde şeffaflık vaatlerinin nasıl bir özellik taşıdığına ilişkin değerlendirmelere yer verilecektir. 1. LİTERATÜR Literatür incelemesi, çalışmanın Türkiye ile ilgili olması nedeniyle, Türkiye deki genel seçim beyannameleriyle sınırlı tutulmuş, bunlar arasında (nitel nicel analiz, değerlendirme olup olmamasına göre) bir ayrım yapılmaksızın, konuyla ilgili ulaşılabilen tüm çalışmalara yer verilmiştir. Literatürde, Türkiye deki siyasi partilerin seçim beyannamelerindeki çeşitli konuları inceleyen çalışmalar mevcuttur. Bu çalışmaların büyük bir bölümü 2007 ve sonraki yıllarda yapılan milletvekilliği genel seçimlerindeki seçim beyannameleriyle kapsamaktadır. Çalışmaların bir diğer ortak özelliği genellikle seçim barajını geçen siyasi partilerin seçim beyannamelerinin inceleme konusu olarak seçmeleridir. Literatürdeki çalışmaların incelme konusu yaptıkları alanlara baktığımızda, bunların çoğu eğitimle (Toprakçı ve Akçay Güngör, 2014; Gürsoy ve Balcı Karaboğa, 2015; Türk Eğitim Derneği (TEDMEM), 2015; Altınışık ve Songür, 2016; Polat, Akkaya, ve Binici, 2016 ve Erkılıç ve Dilbaz, 2017) ilgidir. Genel seçim beyannameleriyle ilgili diğer çalışmaların konuları ormancılık (Atmiş, 2008; Atmış ve Günşen, 2011 ve Coşkun, Türker ve Öztürk, 2015), dış politika (Dizdaroğlu, 20 Temmuz 2007), güvenlik (Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE), 2011; Yılmaz ve Derdiman, 2014), turizm (Yıldırım ve diğerleri, 2016 ve Aymankuy, Güdü Demı rbulat ve Aymankuy, 2016), savunma (Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE), 2011), demokratikleşme (Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE), 2011), ekonomi programları (Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE), 2011), Avrupa Birliği (Kilit ve Çatır, Haziran 2015), sosyal politika (Tiyek, 2015), çevre politikası (Ertürk ve Şeşen, 2017a), kütüphane ve bilgi (Polat, Akkaya, ve Binici, 2015 ve Polat, Akkaya, ve Binici 2016), yerel yönetimler (Urul ve Sertesen, Haziran 2015), bilgi ve belge yönetimi (Polat, Akkaya, ve Binici, 2015) ile ilgilidir. Genel seçim beyannamelerini yukarıdakilerden farklı şekilde değerlendiren üç çalışma yapılmıştır. Bunlardan biri seçim beyannamelerini araç (halkla ilişkiler aracı, Ertürk ve Şeşen, 2017) niteliği itibariyle, diğer ikisi de içerik (Sayın ve Gümüş, 2016) doküman (Özkaynar, 2015) incelemesi şeklinde gerçekleştirilmiştir. Literatürde genel seçim beyannameleriyle ilgili çok sayıda çalışma olmasına rağmen, bunlardan hiçbirinde şeffaflık konusundaki vaatlere değinilmemiştir. Çalışmanın literatürdeki bu eksikliği gidermesi beklenmektedir. Daha sonra bu konuda yapılacak çalışmada, siyasi partilerin seçim beyannamelerinde belirttikleri kamu yönetiminde şeffaflık konusunda hangi faaliyetleri gerçekleştirdikleri analiz edilecek, böylece vaatlerle gerçekleştirilenler arasında daha açık bir mukayese imkanı olacaktır. 25

26 2. SİYASİ PARTİLERİN GENEL SEÇİM BEYANNAMELERİNDEKİ ŞEFFAFLIK VAATLERİ yılları arasında toplam 8 genel seçim yapılmıştır. Bu seçimlerde toplam 32 siyasi parti 12 %10 genel seçim barajını geçmek suretiyle TBMM ye girmiştir. Ancak bu partilerden 4 tanesinin (1995 te Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Doğru Yol Partisi (DYP) ve Anavatan Partisi (ANAP), 1999 te DYP) genel seçim beyannamelerine ulaşılamamıştır. İnceleme 28 genel seçim beyannamesi üzerinden yapılmıştır. Genel seçim beyannamelerinde şeffaflık vaatleri 24 gruba ayrılarak, her bir grupta siyasi partilerin vaatleri olup olmadığına göre işaretlenmiştir. Bir siyasi partinin yakın konuda birden fazla şeffaflık vaadi, örneğin siyasilerin mal bildirimi, seçim yardımları vb. konular, tek grupta toplanmıştır. 28 genel seçim beyannamesinin incelenmesi sonucunda partilerin şeffaflıkla ilgili vaatlerinde 2002 den sonraki genel seçimlerde belirgin bir artış görülmektedir. Bunlar da bilgi edinme, kamu ihaleleri, mali ve finansal piyasalar, siyasi partilerin seçim harcamaları ve gelirleri konularıdır. En az değinilen husus ise yerel yönetimlerde uygulanan Beyaz Masa benzeri bir uygulamanın merkezi yönetimde de uygulanmak suretiyle şeffaflığın sağlanması konusundaki vaattir (Tablo 1). Şeffaflıkla ilgili göze çarpan bir diğer konu iletişim araçlarının gelişmesi ve yaygınlaşmasının bu süreci biraz hızlandırdığı şeklindedir. Bunun en önemli göstergesi 2007 ve sonrasındaki seçim beyannamelerinde, önceki yıllara göre şeffaflıkla ilgili daha fazla vaadin olmasıdır (Tablo 1). Siyasi partilerin başkanları değişmediği sürece seçim beyannamelerindeki vaatlerin öncekilere büyük ölçüde benzediği, bazılarında neredeyse aynı cümlelerle ifade edildiği görülmektedir. Bunun örnekleri Milliyetçi Hareket Partisi nin (MHP) 2007, 2011 ve 2015 ile CHP nin 2007 ile 2011 ve 2015 yılı genel seçim beyannamelerinde görülmektedir (MHP, 2007, 2011, 2015 ve 2015a; CHP, 2007, 2011, 2015 ve 2015a). İncelenen dönemlerde ve yapılan gruplandırmalara göre seçim beyannamelerinde şeffaflık konusunda en çok vaatte bulunan siyasi partiler sırasıyla CHP, MHP ve Adalet ve kalkınma Partisi dir (AKP); en az vaatte bulunan ise Sosyaldemokrat Halk Partisi (SHP), Refah Partisi (RP), DYP ve Halkların Demokratik Partisi dir (HDP). Seçim beyannameleri bütün olarak değerlendirildiğinde, şeffaflık vaatlerinin oldukça sınırlı olduğu görülmektedir. Bunun muhtemel sebebinin şeffaflık konusunun seçmen nezdinde çok önemi olmadığı yönünde olabileceğidir. 12 Bu 32 siyasi parti farklı parti olmayıp, her genel seçimde seçim barajını geçen parti sayısını ifade etmektedir. 26

27 Bilgi Edinme Kamu İhaleleri Genel Seçim Yılı Siyasi Partiler Mali (Kamu Gelirleri ve Harcamaları) ve Finansal Piyasalar Beyaz Masa Uygulaması Yolsuzluklar ve Yolsuzlukla Mücadele Açık Toplum Ekonomi Politikaları Ekonomik Hedefler Kamu Finansmanı kümet Faaliyetleriyle İlgili Bilgilendirme Bakanlar Kurulu Karar Açıklanması Özelleştirme Süreci Siyasi Partilerin Seçim Harcamaları Merkez Bankası Politikaları Kaynak Kullanımı ve Aktarımları Kamu Kurumların/İdarelerin Faaliyetleri Yerel Yönetim Faaliyetleri KİT faaliyetleri Belediye Başkanları/Milletvekillerin Mal Beyanları ve Seçim Yardımları Kamu Yöneticilerinin Mal Beyanları Siyasi Parti Yöneticilerinin Mal Beyanları Anayasa Mahkemesi ve Sayıştay Raporları Üst Yöneticilerin Mal Bildiriminde Bulunması İmar Planları Tablo 1. Siyasi Partilerin Genel Seçim Beyannamelerindeki Şeffaflık Vaatleri, Seçim Beyannamelerinde Kamu Yönetiminde Şeffaflık Vaatlerinin Konusu DSP X X Haziran 2015 Kasım 2015 ANAP X X DYP X RP X SHP DSP X X X RP X ANAP X X DSP X X X X X X FP X X X X MHP X X X AKP X X X X X X CHP X X X X X AKP X X X CHP X X X X X X MHP X X X AKP X X X CHP X X X X X X X X X X X MHP X X X X X X AKP X X X X CHP X X X X HDP X MHP X X X X X X AKP X X X X X X CHP X X X X X X X X X X HDP X MHP X X X X X X X X Kaynak: AKP, 2002, 2007, 2011, 2015 ve 2015a; ANAP, 1991 ve 1999; CHP, 2002, 2007, 2011, 2015 ve 2015a; Demokratik Sol Parti (DSP), 1991, 1995 ve 1999; DYP, 1991; Fazilet Partisi, 1999; HDP, 2015 ve 2015a; MHP, 1999, 2007, 2011, 2015 ve 2015a; Refah Partisi (RP), 1991 ve 1995; SHP,

28 SONUÇ VE DEĞERLENDİRME yılları arasında gerçekleştirilen 8 genel seçimde seçim barajını geçerek TBMM ye giren siyasi partilerin seçim beyannamelerinin doküman inceleme yöntemiyle yapılan çalışmada partilerin kamu yönetiminde şeffaflık konusunda hangi vaatte bulundukları araştırılmıştır. Şeffaflık konusundaki vaatler 24 gruba ayrılmış ve siyasi partilerin vaatleri bunlara göre tasnif edilmiştir. Türkiye deki siyasi partilerin genel seçim beyannamelerini araştırma konusu edinen çalışmaların önemli bir kısmı eğitim vaatlerini incelemiştir. Bunun dışında ormancılık, turizm, dış politika, güvenlik, çevre vb. konuları da inceleyen çalışmalar yapılmıştır. Ancak bunların hiç birinde şeffaflık konusuna değinilmemiştir. Siyasi partiler genel seçim beyannamelerinde en çok kamu maliyesi konusunda şeffaflık vaatlerinde bulunmuşlardır. Vaatler, kamu gelirleri ve harcamalarının ayrıntılarıyla ilgili toplumun bilgilendirilmesi şeklindedir. İkinci sırada kamu ihaleleri ve bilgi edinme konuları vardır. İlk defa 1999 genel seçimlerindeki MHP seçim beyannamesinde açıklanan siyasi partilerin gelir ve harcamalarının açıklanması konusuna, sonraki yıllarda diğer partiler de, kapsamı genişleterek değinmişlerdir. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde seçim beyannameleri içinde şeffaflık vaatlerinin oldukça sınırlı kaldığı görülmektedir. Siyasi partilere göre bakıldığında incelenen dönemlerde en çok CHP nin, en az da SHP nin şeffaflıkla ilgili vaatte bulunduğu görülmektedir. Seçim beyannamelerinde önce çıkan bir başka özellik, vaatlerin parti genel başkanıyla yakın bir ilişkisi olduğu kanaatidir. Bunun en önemli göstergesi, başkan değiştiğinde vaatlerin içeriğinin ve yapısının da değiştiği, ancak aynı genel başkanla girilen seçimlerde vaatlerin bir, hatta bazen iki seçim dönemi öncesindeki seçim beyannamesiyle büyük ölçüde aynı olduğu görülmektedir. Siyasi partilerin şeffaflık konusunda vaatleri gerçekleştiğinde ilgili konuda daha kapsamlı vaatte bulundukları görülmektedir. Örneğin partilerin en çok vaatte bulundukları bilgi edinme konusu, AKP Hükümeti tarafından 2003 yılında uygulamaya konulduktan sonra, sonraki seçim yıllarında partilerin bu konuda kapsamın genişletilmesi şeklinde vaatleri olduğu görülmektedir. Son olarak, siyasi partilerin seçim beyannamelerindeki vaatlerinin daha iyi analiz edilmesi için sözkonu partilerin TBMM de konuya ilişkin hangi faaliyette bulunduklarının da incelenmesi gerekmektedir. Bu sebeple çalışmanın bir sonraki aşamasında bunun da yapılması planlanmaktadır. 28

29 KAYNAKÇA AKP (2002, 2007, 2011, 2015 ve 2015a). Seçim Beyannameleri. (Erişim: ). Altınışık, Songül ve Songür, Neşe (2016) Genel Seçimlerinde Barajı Geçen Partilerin Eğitimin Niteliğine İlişkin Politikalarının Çözümlenmesi, Çağdaş Yönetim Bilimleri Dergisi, Sayı: 1, SS: ANAP (1991). Anavatan Partisi Seçim Beyannamesi, 0DIJITAL%20KAYNAKLAR/KITAPLAR/SIYASI%20PARTI%20YAYINLARI/ %20ANAVATAN%20PARTISI%20SECIM%20BEYANNAMESI/ %20ANAV ATAN%20PARTISI%20SECIM%20BEYANNAMESI.pdf, (Erişim: ). --- (1999). Anavatan Partisi Seçim Beyannamesi, 0DIJITAL%20KAYNAKLAR/KITAPLAR/SIYASI%20PARTI%20YAYINLARI/ %20ANAP%20SECIM%20BILDIRGESI/ %20ANAP%20SECIM%20BILDIRG ESI%200000_0032.pdf, (Erişim: ). Atmış, Erdoğan ve Günşen, Hikmet Batuhan (2011) Genel Seçimlerinde Siyasi Partiler ve Ormancılık İlişkileri, Kastamonu Üniversitesi, Orman Fakültesi Dergisi, Cilt: 11, Sayı: 2, SS: Atmiş, Erdoğan (2008) Genel Seçim Bildirgelerı Çerçevesinde Siyası Partiler ve Ormancılık İlişkilerı, Bartın Orman Fakültesi Dergisi, Cilt:10 Sayı:14, SS: Aymankuy, Yusuf; Güdü Demı rbulat, Özge ve Aymankuy, Şimal (2016). Türkiye de Siyasi Partilerin Seçim Beyannamelerinde Turizmin Yerı Haziran 2015 Genel Seçimlerı Örneği, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 8, Sayı:16, SS: Bauhr, Monika and Grimes, Marcia (2012). What is Government Transparency? New Measures and Relevance for Quality of Government. Working Paper Series, No:16, The Quality of Government Institute, (Erişim: ). Bugaric, Bojan (2004). Openness and Transparency in Public Administration : Challenges for Public Law. Wisconsin International Law Journal, 22(3), Buijze, Anoeska (2013). The Six Faces of Transparency. The Utrecht Law Review, 9(3), CHP (2002). Cumhuriyet Halk Partisi Seçim Beyannamesi, (Erişim: ). --- (2007). Cumhuriyet Halk Partisi Pusula 07, (Erişim: ). 29

30 --- (2011). Cumhuriyet Halk Partisi Seçim Beyannamesi, (Erişim: ). --- (2015). Seçim Bildirgesi 2015, (Erişim: ). --- (2015a). Cumhuriyet Halk Partisi Seçim Beyannamesi, (Erişim: ). Coşkun, Ahmet Köksal; Türker, Mustafa Fehmi ve Öztürk, Atakan (2015). Türkiye de tek Başına İktidar Olan Partilerin Seçim Beyannameleri ve Hükümet Programlarında Ormancılık, Artvin Çoruh Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi, Cilt: 16, Sayı:1, SS: Dizdaroğlu, Cihan (20 Temmuz 2007). Partilerin Seçim Beyannamelerinde Dış Politika ve Seçim Sonrası Türk Dış Politikasının Olası Yönelimleri Üzerine Bir Değerlendirme. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV), Değerlendirme Notu, Dis_Politika.pdf (Erişim: ). DSP (1991). Demokratik Sol Parti nin 1991 Seçim Bildirgesi ence=1&isallowed=y, (Erişim: ). --- (1995). Demokratik Sol Parti Seçim Bildirgesi, 0DIJITAL%20KAYNAKLAR/KITAPLAR/SIYASI%20PARTI%20YAYINLARI/ %20DOGRU%20YOL%20PARTISI%201991%20SECIM%20BILDIRGESI/ %2 0DOGRU%20YOL%20PARTISI%201991%20SECIM%20BILDIRGESI.pdf, (Erişim: ). --- (1999). Demokratik Sol Parti Seçim Bildirgesi, 0DIJITAL%20KAYNAKLAR/KITAPLAR/SIYASI%20PARTI%20YAYINLARI/ %20DEMOKRATIK%20SOL%20PARTI%20SECIM%20BILDIRGESI/ pdf, (Erişim: ). DYP (1991). Seçim Bildirgesi 0DIJITAL%20KAYNAKLAR/KITAPLAR/SIYASI%20PARTI%20YAYINLARI/ %20DOGRU%20YOL%20PARTISI%201991%20SECIM%20BILDIRGESI/ %2 0DOGRU%20YOL%20PARTISI%201991%20SECIM%20BILDIRGESI.pdf, (Erişim: ). Eken, Musa (2006). Yönetimde Şeffaflık: Teori-Uygulama. Sakarya: Sakarya Yayıncılık. Erkılıç, Turan Akman ve Dilbaz, Engin (2017). Partilerin Bildirgelerinde Eğitim Yönetimi Denetimi ve Ekonomisine İlişkin Görüşleri, Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, SS: Ertürk, K. Özkan ve Şeşen, Elif (2017a). Türkiye de 1990 Sonrası Çevre Politikalarının Seçim Beyannamelerine Yansımaları, Selçuk İletişim, Cilt: 10, Sayı: 1, SS:

31 Ertürk, Kazım Özkan ve Şeşen, Elif (2017). Bir Halkla İlişkiler Aracı Olarak Seçim Beyannameleri: 2000 li Yıllar Üzerine Bir İnceleme, Erciyes İletişim Dergisi Akademia, Cilt: 5, Sayı: 1, SS: FP (1999). 18 Nisan 1999 Seçim Beyannamesı, 0DIJITAL%20KAYNAKLAR/KITAPLAR/SIYASI%20PARTI%20YAYINLARI/ %20FAZILET%20PARTI%20SECIM%20BEYANNAMESI%201999/ %20FAZ ILET%20PARTI%20SECIM%20BEYANNAMESI% pdf, (Erişim: ). Grimmelikhuijsen, Stephan ve Diğerleri (2017). Public Sector Transparency, In Experiments in Public Management Research. Challenges and Contributions (Ed: O. James, S. Jilke ve G. Ryzin), SS: Cambridge University Press. Gürsoy, Mahmut ve Balcı Karaboğa, Ayşe (2015). Siyası Partilerin Seçim Bildirgelerinde Eğitim Konusu, Route Educational and Social Science Journal, Vol: 2(4), SS: HDP (2015). HDP Seçim Bildirgesi, 0Tam%20Metin.pdf, (Erişim: ). --- (2015a). Büyük İnsanlık, Büyük Barış, (Erişim: ). Hillebrandt, Maarten Zbigniew; Curtin, Deirdre; Meijer, Albert (2014). Transparency in the EU Council of Ministers: An Institutional Analysis. European Law Journal, Vol: 20 (1), SS: Kaufmann, Daniel and Bellver, Ana (2012). Transparenting Transparency: Initial Empirics and Policy Applications. Working Paper, ( ). Kilit, Gökhan ve Çatır, Büşra (Haziran 2015). Türkiye Seçimlere İlerliyor: 7 Haziran a Doğru Siyası Partilerin AB Politikası. İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) Değerlendirme Notu, (Erişim: ). Meijer, Albert (2012). The Do It Yourself State, The Future of Participatory Democracy. Information PolityVol: 17, SS: MHP (1999). MHP Seçim Beyannamesi, 1&isAllowed=y, (Erişim: ). --- (2007). MHP 22 Temmuz 2007 Seçim Beyannamesi, ence=1&isallowed=y, (Erişim: ). --- (2011) Seçim Beyannamesi, (Erişim: ). 31

32 --- (2015). 7 Haziran 2015 Seçim Beyannamesi, (Erişim: ). --- (2015a). 1 Kasım 2015 Seçim Beyannamesi, (Erişim: ). Özkaynar, Kürşad (2015). Siyasi Parter 2011 ve 2015 Yılı Seçim Beyannamelerine Bakış: Bir Doküman İncelemesi ve İçerik Analizi Çalışması, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 17, SS: Polat, Coşkun, Akkaya, Mehmet Ali ve Binici, Kasım (2015). 07 Haziran 2015 Türkiye Genel Seçimleri Parti Bildirgelerinde Bilgi ve Belge Yönetimi ve Kütüphanecilik, Türk Kütüphaneciliği, Cilt: 29, Sayı: 2, SS: Polat, Coşkun, Akkaya, Mehmet Ali ve Binici, Kasım (2016). 1 Kasım 2015 Genel Seçimleri Parti Bildirgelerinde Eğitim, Kütüphane ve Bilgi Temaları, Karatekin Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 1, SS:1 20. RP (1991). Refah Partisi Seçim Bildirgesi AYINLARI&pdemirbas= , (Erişim: ). --- (1995). 24 Aralık 1995 Refah Partisi Seçim Beyannamesi, 0DIJITAL%20KAYNAKLAR/KITAPLAR/SIYASI%20PARTI%20YAYINLARI/ %20RP%20SECIM%20BEYANNAMESI%201995/ %20RP%20SECIM%20BE YANNAMESI% pdf, (Erişim: ). Sayın, Utku ve Gümüş, Suad Sakallı (2016). 7 Haziran 2015 Milletvekilliği Genel Seçimleri Parti Seçim Beyannamelerinin Engelli Kavramı Temelinde İçerik Olarak İncelenmesi, Toplum ve Demokrasi, Cilt: 10 (21), SS: SHP (1991). SHP Seçim Bildirgesi, 0DIJITAL%20KAYNAKLAR/KITAPLAR/SIYASI%20PARTI%20YAYINLARI/ %20SHP%20SECIM%20BILDIRGESI%201991/ %20SHP%20SECIM%20BIL DIRGESI% pdf, (Erişim: ). Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) (2011). Siyasi Partilerin Seçim Beyannameleri Üzerine Bir Karşılaştırma. SDE İç Politika ve Demokratikleşme Programı Koordinatörlüğü, Ankara. Tiyek, Ramazan (2015). Sosyal Politika Kapsamında Seçim Bildirgelerinin Değerlendirilmesi, HAK-İŞ Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi, Cilt: 4 (9), SS: Toprakçı, Erdal ve Akçay Güngör, Aysun (2014). Educational Policies of the Political Parties in Turkey, Educational Policy Analysis and Strategic Research, Vol: 9 (1), SS:

33 Türk Eğitim Derneği (TEDMEM) (2015). Siyasi Partilerin 2015 Genel Seçim Bildirgeleri: Eğitim Politikalarına İlişkin Değerlendirmeler. (Erişim: ). Urul, Asmin Kavas ve Sertesen, Selçuk (Haziran 2015). Siyasi Partilerin Seçim Beyannamelerinde Yerel Yönetimler. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV), Değerlendirme Notu, (Erişim: ). Yıldırım, Mustafa ve Diğerleri, (2016 ). Tourism in The Electoral Programs of Turkish Political Parties: An Analysis of the 2015 General Elections in Turkey, Uluslararası Yönetim İktisat ve İşletme Dergisi, Cilt 12 (30), SS: OLİTİKASI Yılmaz, Halil ve Derdiman, R. Cengiz (2014) Anayasasında ve 2011 Seçim Beyannamelerinde Güvenlik, Polis Bilimleri Dergisi, Cilt:14 (1), SS:

34 GENÇLİK, SİVİL TOPLUM VE KATILIM İLİŞKİSİ Bedrettin KESGİN 13 Ali Osman ŞALLI 14 Özet Türkiye, Birleşmiş Milletlerin belirlediği kritere göre; genç nesli (12-24 yaş arası), çocuk ve yetişkin kuşak arasında kalan nesil olarak tanımlamaktadır. Ülkemizde yapılan son yasal düzenlemelerle, gençlerin demokratik bir aktör olarak toplumda etkenliği arttırılmaya çalışılmaktadır. Bu bağlamda gençlerin demokrasiye katılımının önemi artmış bulunmaktadır. Katılımcı demokrasi, temsili demokrasinin zaaflarını ortadan kaldırma ve demokrasiyi içeriğine uygun bir çerçeveye yerleştirme anlamında önemlidir. Sivil toplumun gönüllü faaliyetleri, katılımcı demokrasi için daha bir önemli hâle gelmektedir. Sivil toplumda gençlerin gönüllü katılım faaliyetleri, Avrupa Birliği nin de evvelden destekleriyle toplum gündemine gelmiştir. Bu durum, gençlerin demokratik alanda bir aktör olma durumunu ortaya koymaktadır. Günümüz dünyasında gönüllü katılım; devletlerin, siyasi partilerin ve bir çok sivil toplum kuruluşunun özenle üzerinde durdukları bir unsurdur. Eskiden birçok gönüllü oluşum gibi dernek, vakıf ve sivil toplum kuruluşlarının varlığı devlet için sorun oluşturmaktaydı. Günümüzde ise bunların varlığı siyasal ve sosyal hayata katılım için zorunlu olarak görülmektedir. Sivil toplumun ve gönüllü faaliyetlerin yaygınlığı demokratik olgunluğu göstermektedir. Bundan dolayı özellikle gençlerin siyasal ve sosyal hayata dâhil olmaları önemlidir. Yine gönüllü olarak, toplumsal nitelikli hizmetlerde yer almaları önemli hâle gelmiştir. Gençlerin hem gönüllü faaliyetlere hem de siyasi hayata katılmaları günümüz dünyası için elzem görülmektedir. Tüm bu gerçekler göz önüne alındığında gençliğin katılımcı ve gönüllü faaliyetleri geliştirilmesi için onlara destek sağlanmalıdır. Aksi takdirde gençlerin sosyal ve siyasal hayata tam olarak dâhil olmaları mümkün olamaz. Gençler dışlanmaya muhatap olurlarsa, bunun topluma ve geleceğe maliyeti olabilir. Gençlerin kendi hayatlarının özneleri olmaları ancak onları demokratik katılım sürecine dâhil etmekle mümkün olacaktır. Gönüllü katılım da gençler açısından siyasal katılımı teşvik edici bir unsur olacaktır. Anahtar Kelimeler: Gençlik, Gönüllülük, Siyasal Katılım, Sosyal Katılım. Youth, Civil Society and Participation Relationship Abstract Turkey, according to the criteria set by the United Nations; the young generation (12-24 years old) identifies as the generation between the child and the adult generation. With the recent legal regulations in our country, it is tried to increase the efficiency of the youth as a democratic actor in society. In this context, the importance of youth participation in democracy has increased. Participatory democracy is important to eliminate the weaknesses of representative democracy and to place democracy in a framework that is appropriate to its content. The voluntary activities of civil society become more important for participatory democracy. The voluntary participation activities of youth in civil society have come to the public agenda with the support of the European Union. This situation reveals the young people's status as a democratic actor. Voluntary participation in today's world; It is an element that states, political parties and many non-governmental organizations have carefully emphasized. In the past, the existence of associations, foundations and non-governmental organizations such as many voluntary organizations was a problem for the state. Today, their existence is seen as compulsory for participation in political and social life. The prevalence of civil society and voluntary activities shows democratic maturity. It was also important for them to be voluntarily involved in socially 13 Yalova Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, bedrettink@gmail.com 14 Gençlik ve Spor Bakanlığı, Sultantepe Gençlik Merkezi Müdürü, aliosmansalli@gmail.com 34

35 qualified services. Participation of young people in both voluntary and political life is essential for today's world. Given all these facts, support should be provided for the development of participatory and voluntary activities of youth. Otherwise, it is not possible for young people to be fully involved in social and political life. If young people are subject to exclusion, this can cost society and the future. The fact that young people are subjects of their own lives will only be possible by involving them in the process of democratic participation. Voluntary participation will also be an incentive for political participation in terms of young people. Key Words: Youth, Volunteerism, Political Participation, Social Participation. GENÇLİK, SİVİL TOPLUM VE KATILIM İLİŞKİSİ GENÇLİK Genç nesil ve gençlik Türkiye nin en büyük değeri olarak görülmektedir. Yine gençler ülkenin en büyük gücü olarak üzerine ciddi anlamların yüklendiği ve geleceğin taşıyıcısı olarak da kendilerine önemli yatırımların yapıldığı bir kesimi ifade etmektedir. Gelecek yıllarda gençlerin toplum içindeki nüfus payının artacak olması da gençleri önemli çalışma guruplarından birisi yapmaktadır. Nüfus yapısındaki bu değişiklerde de özellikle genç nüfuz itici güç olmaktadır. Bu durum gençliğin anlamını daha da derinleştirmektedir. İster biyolojik isterse sosyolojik ve psikolojik olarak yaklaşılsın gençlik, bir gelişme dönemi olup, olgunlaşmaya doğru yol alma olarak görülebilir. Çocuklukla olgunluk arası ara dönem olarak ifade edilen gençlik, bağımlı çocukluktan, bağımsız yetişkinliğe bir geçiş olarak tanımlanmaktadır. 15 Gençlik dönemi ara bir dönem olmasına rağmen hızlı gelişen, devingenlik arz eden bir zaman dilimini ifade eder. Aynı zamanda ideallerin, hayallerin, duyguların zirve yaptığı bir dönem olarak da görülebilir. Gençler bir toplumun psiko-sosyal, siyasal olduğu kadar aynı zamanda ekonomik bir değeri olup, bu kesim ekonominin motor gücü olarak da görülebilir. Gençler aynı zamanda kuşaklar arası özelliği gereği değer taşıyıcısı dır. Toplumun psikolojik, düşünsel, sosyal, ekonomik, siyasal erdemlerini ve değerini gençler yüklenebilmektedir. Bu açılardan gençlik dönemi özellikle iyi değerlendirmelere tabi tutulmalıdır. Gençliğe yapılan yatırım özü itibariyle geleceğe yapılan yatırımdır ve geleceği belirleme açısından bu hizmetler önem arz eder. Çocuğun ve gencin kişiliğinin oluşma evresi, ömrünün geri kalanı içinde belirleyici olacaktır. Şahsiyet oluşurken, aile durumu, sosyal uyarmanın derecesi, güdüleri tatmin, başarılar ya da başarısızlıklar, yaşadığı ve karşılaştığı gerilimler, duygular gibi birçok faktör kişiliğin oluşmasında rol oynar (Cole ve Morgan, 1985 : 396). Aile, okul, sosyal çevre çocuğun ve gencin kişiliğini oluşturmada büyük oranda etkili olabilmektedir. Bunun için çocukluk ve gençlik yıllarında şahsiyetin oluşumu konusunda dikkatli davranılması gerekir. Bunda geç kalınması ise ilerde çok daha büyük sorunlara yol açabilir. Ülkeler, gençlerin sahip oldukları yapıdan kaynaklı olarak gençlik hizmetlerini bu perspektiften değerlendirmeyi uygun bulmaktadır. Gençler ülkeler için hem fırsat hem de tehdit olarak da algılanabilmektedir. Gençlerin hangi toplumsal, siyasal ve ekonomik yapıda olduğu kadar, ülkelerin onlara değer anlamında verdikleriyle de ilgili olarak gençlere yönelik fırsat ve tehdit algısı değişebilmektedir. Ya da tehdit olarak algılanan bir durum, izlenen politika ve uygulamalarla fırsata çevrilebilmektedir. Bu anlamda gençlik politikalarının ne olduğu kadar bunların uygulamaya nasıl yansıtılacağı da önem arz 15 Commission of the European Communities (2009: 6). 35

36 etmektedir. Bu açıdan gençlik politikalarının yerel, ulusal ve küresel düzeyde tartışıldığı ve iyi modellerin gündeme getirildiği görülmektedir. Genç, ilk yıllarında aile, arkadaş çevresi, eğitim ve okul, siyasal çevre, iş çevresi gibi farklı yapılarla karşılaşmakta ve aile ile birlikte sosyo-ekonomik ve siyasal çevresi ile akran gurupları gencin hayatını etkilemektedir. Birçok ülkede ve toplumda göreli olarak bu yıllar, ailenin biraz daha geri çekildiği, arkadaşlık, okul ve iş çevresinin aktif olduğu yıllar olarak görülebilir. Bu açından gençlerin siyasal, sosyal, ekonomik ve eğitim hayatına iyice ve doğrudan hazırlanmaları gerekmektedir. Gençlerin yaşadıkları çevreye uyum sağlamaları anlamında gençleri hedef alan sosyal politikaların da gereği açıktır. Bundan dolayı da gençlik politikaları içinde sosyal politikaların özel bir önemi bulunmaktadır. Bilhan a (1996) göre gençlik, bilinçli bir şekilde yetişmenin yıllarıdır ve toplumsal olarak sorumluluk duygusunun olgunlaşmaya başladığı dönemdir. Bireyler bu dönem içinde toplum içerisinde yer edinme, toplumun farkına varma, kendisini kanıtlama çağının geldiğinin farkına varırlar ve bilgi ile kültürel olgunlaşmaya, beceriler elde etmeye bu çağlarda hazırlanırlar. Burada gençlerin neye hazır olduğu kadar neye hazırlanması gereği de önem arz eder. Yani genç içinde bulunduğu koşullara uyum sağlama ile koşulları kendi lehine belirleme çabası içine girer. Kendi dışındaki sosyo-politik ve ekonomik koşullara, gençlerin gelecek beklentileri karşılık verir. Bu karşılık gençlik politikaları olarak karşımız çıkar. Gençlere yönelik sosyal politika tek başına genç bireye yönelik politikayı ifade etmez. Bu politika, gencin özellikle aile içindeki sorunlarına, ailesine yönelik sosyal uygulamalara da eşlik etmektedir. Çünkü sosyal hizmetlere bütüncül yaklaşım bunu gerektirmektedir. GENÇLERDE SİVİL TOPLUMA KATILIM Demokraside güncel tartışmaların başında katılım sorunu gelmektedir. Günümüzde teknolojilerin ve vatandaşların siyasal haklarının gelişmesine rağmen katılım istenilen düzeyde değildir. Özellikle toplumun belli kesimlerinin bu katılım kanallarını kullanmaları daha güç görünmektedir. Gençlerin ve kadınların siyasal ve toplumsal hayata katılmalarını kolaylaştıran faaliyetlerin başında gönüllü hareketler gelmektedir. Bu yüzden günümüzde başta gelişmiş demokrasiler olmak üzere tüm devletlerde artan oranda devlet hizmet alanında sivil toplumun ve gönüllü kuruluşların pozitif gücünden yararlanılmaktadır. Gönüllü katılım, hizmetin kalitesini arttıran bir çaba iken, ayrıca bu hizmetlerde etkinliği ve verimliliği sağlarken kamusal nitelikli toplumsal hizmetlerde azami derecede katılımcı demokrasiye de işlerlik kazandırmaktadır. Gençlerin gönüllü faaliyetleri ve gönüllü katılımlarının siyasal katılıma etkisi üzerinde fazla durulmamıştır. Oysa sosyal hayata gönüllü katılımın siyasal hayata katılımı da olumlu etkileyeceği düşünülebilir. Gençliğin ilk yıllarında toplumsal katılımın teşvik edilmesiyle siyasal katılımın da dolaylı olarak teşvik edileceği görülebilir. Bu çalışma ile siyasal katılım, katılımda gençlerin daha az avantajlı olması ve özellikle gönüllü kuruluşlar içinde katılımlarının az olduğuna vurgu yapılacaktır. Bu soruna karşı nelerin yapılmasını da ifade edecek şekilde konu ele alınacaktır. Çalışmanın hareket noktası gençlerin siyasal katılım açısından sorun yaşadıkları, gönüllü katılımın ise siyasal ve toplumsal katılıma olumlu etkide bulunduğu vurgulanacak, gönüllü katılımın siyasal ve toplumsal hayata katılmada pozitif katkısından hareket edilecektir. 36

37 Gençlik yıllarında, gençlerin gönüllü katılımla sosyal ve siyasal hayata dâhil olmaları, erken yaşlarda ve dönemlerde gönüllülük kültürünün ortaya çıkarılması ve sürdürülmesi için elzemdir. Gönüllü kuruluşlar, günümüz demokrasilerinin vazgeçilmezi ve tartışılmaz bir şekilde yönetime aracılık eden ve yönetime ortaklık oluşturan kuruluşlardır. Demokrasi açısından önemi yanında gönüllü kuruluşların gönüllü yapılarının günümüzde toplumsal ihtiyaçları karşılamada daha fazla avantajlarından bahsedilmektedir. Bireyin ve toplumun gönüllü olarak hem hizmet arzının hem de talebinin yönetime taşınması anlamında gönüllü kuruluşların önemi kabul görmektedir. Bu anlamda bireyle ve toplumla kamu yöneticileri ve yönetimleri arasında en önemli aracı kurumların başında gönüllü kuruluşlar gelmektedir (Kesgin, 2011). Birçok yazar tarafından sivil toplum, günümüz çağdaş demokrasi dünyasında kendi öznel farklılıklarıyla çok büyük bir zenginlik olarak görülür ve demokrasi için de yeni paydaş ve önemli bir aktör olarak kabul edilir. Keane, geçmişte gönüllü kuruluşların nasıl geliştiğini açıklayan ifadelerinde gönüllü yapıların zamanla devlet iktidarı tarafından yavaş yavaş boğulacağından korkulduğu için çoğulcu, kendi kendini örgütleyen, devletten bağımsız gönüllü kuruluş anlayışının geliştiğini belirtmiştir (Keane, 1989, s ve Keane, 1994). Örneğin Avrupa Gençlik Birimi'nin amaçları şu şekilde ifade edilmiştir: i. Gençlerin toplumla bütünleşmesini kolaylaştırmak ve gençleri girişimciliğe teşvik etmek, ii. Gençlere bilgi, beceri ve yeterlilik kazanmalarında yardımcı olmak ve bu deneyimleri teslim etmek, i ii. Gençlerin dayanışma duygularını dünyada serbestçe ifade etmelerini, ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına karşı mücadeleyi desteklemek, iv. Ortak Avrupa kültürünün çeşitliliğinin, mirasının ve de temel değerlerin daha iyi anlaşılmasını sağlamak, v. Toplumun her düzeyinde eşitliğin sağlanmasına yardımcı olmak, vi. Her düzeyde gençlik çalışmaları üzerinde olumlu bir etkisi olacak projelere, bir Avrupa öğesi katmak, vii. Avrupa Komisyonu'nun birinci derecede önem verdiği konulardan biri de olanakları kısıtlı (daha az öncelikli kültürel, coğrafi ya da sosyoekonomik altyapılardan gelen ya da engelli) gençlere gençlik programı çerçevesinde geliştirilmiş olan hareketlilik ya da yaygın eğitim etkinliklerine erişim olanağı vermektir. Gençlerin dinamik ve değişken yapısı siyasal davranışı belirlemede etkin olabilmektedir. Gençlerin gerek enerjik yapıları gerekse siyasal katılım ve siyasal eylem için gerekli zamana sahip olmaları nedeniyle ayrıca aile yükümlülüklerinin de olmaması gibi birçok nedenle birlikte, hareketli ve enerji gerektiren siyasal eylemlere bu kesim daha rahat girebilmektedir (Talaşlı, 1996, s. 127). Bununla birlikte günümüzde çocukluk çağından başlayarak gençlere yönelik birçok uygulama onların katılımlarını teşvik etmekte, siyasal katılım kanalları açık tutulmaya çalışmaktadır. Gençlere yönelik olarak okul çağlarında özellikle katılım kanalları hayata geçirilmektedir. Gençlere hizmeti hedef alan vakıflar, dernekler, siyasi partilerin kurulları yanında lise ve üniversite öğrenci kulüpleri, öğrenci konseyleri, izci gurupları gibi birçok alanda siyasal ve toplumsal alanda gönüllü katılımların önü açılmaktadır. Bunların etkinliği hiç şüphesiz 37

38 bahse konu edilen gönüllü yapıların öncelikli olarak yetkilerinin arttırılmasına bağlıdır. Aksi takdirde istenilen amaç gerçekleşmeyecektir. Gençlerin gönüllü kuruluşlarda yer alması birçok toplumsal karşılığa yol açar. SONUÇ Dünyanın birçok ülkesinde ve bölgesinde gençler daha çok spor etkinlikleri ile gündeme gelmektedir. Oysa gençlik hizmetleri açısından spor organizasyonları gerekli lakin yeterli görülmemelidir. Gençlerin kültürel ve değer eğitimlerinin önemli olduğu görülmelidir. Kültürel gelişimleri ve değer kazanımları gençlerin kuşak çatışmasını azaltacak ve toplumsal değerlerin kuşaklara aktarılmasını kolaylaştıracaktır. Gençlik hizmetleri ile ilgili kamu kurum ile kuruluşlarının, bu alanda faaliyet yapan ilgili sivil toplum örgütlerinin düşünceleri, kendi deneyimleri ve işbirlikleri gençlere yönelik politikaların ne olduğundan, onun nasıl uygulanacağına kadar bir dizi gelişimi ve uygunluğu ortak akılla ve birlikte yürütmek gerekmektedir. Ayrıca gençlik politikasının, özellikle gençlerle birlikte, gençlik için diğer ilgili kurumların çalışmalarıyla sürdürmek gençlerin katılımı için özel önemdedir. Gençlik politikası, gençlerin çocukluktan yetişkinliğe geçişte karşılaştıkları fırsatları ve zorlukları yansıtmalı, gençlik çalışmaları, yaygın eğitim, bilgi, hareketlilik, gönüllülük ve sivil toplum örgütü alanlarında somut adımları hedeflemelidir (Siurala, 2007). Politikalar, gençlik alanında tüm paydaşların etkin katılımı ile belirlenmeli ve sürdürülmelidir. Türkiye açısından Kalkınma Planında bahse konu edilen hedeflerin ve amaçların gerçeklemesi için eldeki tüm çabaların gösterilmesi gerekir. Burada gençlerin bilgi toplumunun gerekleriyle donanmış, ülke kalkınmasında aktif, yaşam becerileri güçlü, özgüven sahibi, insani ve millî değerlere haiz, girişimci ve katılımcı olmalarının sağlanması ve gençlere sunulan hizmetlerin kalitesinin yükseltilmesi temel amaçtır denilerek, hedeflenenlerin gerçekleştirilmesi için devlet, özel sektör, sivil toplum, aileler gibi tüm kurum ve kuruluşlara görev ve sorumluluk yüklenmektedir. Gençlerin sorunlarla muhatap olmadan önce, gençlerin öncelikli olarak ekonomik ve sosyal hayata tam olarak ve eksiksiz olarak katılımları sağlanmalıdır. Gönüllü çalışmaların gençlik alanında önemli olduğu, katılımcılar tarafından belirtilen gönüllülük bilincinin arttırılmasına ilişkin çalışmaların sivil toplum ve devlet kurumları tarafından desteklenmesi gerektiği söylenebilir. Toplumsal gönüllülük bilincinin arttırılması konusunda, katılımcılar birlikte özellikle gençlik politikasını belirlemekte, bu katılımcı anlayış gençlerin topluma katkıda bulunmalarını teşvik ederken, onların değişen beklentilerini de karşılamayı amaçlamaktadır. Gençlik politikası vatandaşlık duygusunu artırırken, tam katılımcı anlayışla hareket ederek, gençlerin seslerini duyurmalarına hizmet etmeli, ayrıca bu politika gençlerin ihtiyaç duyduğu her alanda özellikle sosyal, ekonomik ve kültürel alanda onları desteklemeyi içermelidir. Gençler toplumsal katılım konusunda yeterli katılım gösteremedikleri zaman buna eşlik eden daha birçok sorunla karşılaşmaktadır. Bunun için gençlerin aktif vatandaşlar olabilmelerini için gerekli koşulları sağlamak, bunun için özellikle sivil toplumu ve gönüllü çalışmaları güçlendirmek gerekmektedir. 38

39 KAYNAKLAR Bilhan, S. (1996). Eğitim sosyolojisi. Ankara: Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Yayınları. Cole Luella ve J.B.Morgan (1985), Çocukluk ve Gençlik Psikolojisi (çev. Belkıs Halim Vassaf), 3. Baskı, (İstanbul: Milli Eğitim Basımevi Devlet Kitapları). Commission of the European Communities (2009), Commission Staff Working Document accompanying document to the Communication from the Commission to the Council, the European Parliament,the European Economic and Social Committee and the Committee of the Regions: Youth - Investing and Empowering EU Youth Report, Brussels. Keane, J. (1989). Sivil toplum ve devlet. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Keane, J. (1994). Demokrasi ve sivil toplum. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Kesgin, B. (2011, Temmuz Aralık). Yardımlaşma ve dayanışma aracı olarak sivil toplum. Muhafazakâr Düşünce, 8(29-30), Sıurala, Lasse (2007), Involving Young People In Policy and Implementation Department of Youth, Integrated Youth Policy Conference, (Netherlands: Unpublished Report). Sıurala, Lasse (2005), European Framework of Youth Policy (Strasbourg: Directorate of Youth And Sport Council of Europe Publishing). Talaşlı. T. (1996). Siyaset çıkmazında kadın. Ankara: Ümit Yayınları. 39

40 Özet DÜNYADA SU YÖNETİMİ ÖZELLEŞTİRME STRATEJİLERİ VE TÜRKİYE YE UYGULANABİLİRLİĞİ Emine VURAL 16 Prof. Adem ESEN 17 Su hayattır. Temiz içme suyu kaynaklarını gelecek nesillere aktarmak, insanoğlunun en önemli görevidir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, içme suyuna erişimi su hakkı olarak tanımlarken, bu hakkın günde en az 20 litre olduğunu açıklamıştır. Su hizmetleri yönetimindeki stratejik değişikliklerin su hakkını temel alarak yapılması sosyal adaletin ve eşitliğin gerekliliğidir. Küreselleşmenin ülkelere dayattığı su yönetimindeki farklı özelleştirme uygulamaları dünya gündeminde yer almaya ve uygulanmaya başlanmıştır. Uygulanan stratejilerin temelinde performansı arttırmak, finansman kaynağı sağlamak ve yeni yasal gereklilikleri karşılamak gibi üç temel yeniden yapılandırma nedeni yer almaktadır. Mülkiyet dahil özelleştirme stratejisinde, sistemin yönetimi ve mal varlığı özel işletmelere aittir. Stratejinin uygulandığı İngiltere de; dönemin hükümetinin mali yüklerden ve borçlardan kurtulmak için bu stratejiyi kullanmıştır. Strateji; denetim mekanizmalarının varlığı, anayasal düzenlemeler, yasal rekabet ortamının oluşturulması sayesinde başarı sağlarken, fiyatlandırma konusunda tartışmalar halen devam etmektedir. Su yönetiminin belirli hak ve yükümlülüklerini kapsayan sözleşmeyle özel sektöre devriyle oluşan işletme dahil özelleştirme stratejisi, Dünya nın en eski su yönetim özelleştirmelerinin temelini oluşturmaktadır. Stratejinin uygulandığı Fransa da; rekabet ortamındaki ve risklerdeki dengeli paylaşım, sözleşmelerin kapsamı, yasal düzenlemelerdeki caydırıcılık sistemin başarılı olmasını sağlamaktadır. Fakat rekabet ortamını bozan oligopolün varlığı, piyasadaki parçalanma, şeffaflık konusundaki kanunlara saygı duyulmaması, bölgesel değişen su fiyatları sistemin temel sorunlarını oluştururken, kamuya dönüş kararı alınan bölgelerin varlığı sistemi tartışılır kılmaktadır. Kamu modeli uygulanan ülkemizde kentsel su hizmetleri yönetiminde su arıtma, atık su arıtma, sayaç okuma ve güvenlik gibi alanları kapsayan kısmi işletme dahil özelleştirmeler yapılmaktadır. Fakat temelinde yasal mevzuatın yetersizliği, idari vesayete bağlı yetki karmaşası, kurumlar arasındaki koordinasyon eksikliği, mali yetersizliklerin oluşturduğu sorunlar sistemin başarısız olmasına neden olmaktadır. Sistemde çalışan kişilerin zarar görmesini engellemek amacıyla yeni taşeron yasasıyla, çalışanlar kamu yönetim modeli sistemine geçirilmiştir. Bu çalışmada dünyadaki su yönetimi özelleştirme stratejileri nedenleri ve sonuçlarıyla analiz edilirken, ülkemizde kentsel su yönetimi alanında örneklem seçilen İSKİ uygulamaları ve sonuçları değerlendirilmektedir. Anahtar Kavramlar: Su Hakkı, Özelleştirme, Su Yönetimi, İSKİ, İstanbul. Water Management Strategy For Privatization In The World And Turkey Appicability Abstract Since water is an indispensable substance of life, it is the most important duty of human beings to transfer clean water resources to future generations. The United Nations General Assembly has defined the right to access to 16 İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü, Strateji Geliştirme Şube Müdürlüğü, İstanbul, 17 İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, İktisat Anabilim Dalı, Kamu Yönetimi Bölümü ve Siyaset Bilimi Bölümü, 40

41 drinking water.the necessity of social justice and equality is the fact that the strategic changes in water services management are based on the right to water. Different customization practices in the water management imposed by the globalization on the countries have begun to take place in the world agenda and implemented. At the core of the strategies implemented are three main restructuring reasons: to improve performance, to provide funding and to meet new legal requirements. In the privatization strategy including ownership, the management of the system and property belongs to private enterprises In England, the government used this strategy to get rid of the financial burdens and debts of the government. Strategy, the existence of the control mechanisms, the constitutional regulations, the success of the legal competition environment, while the debate about pricing is still continuing. The privatization strategy, including the business formed by a special sectoral agreement with the contract covering specific rights and obligations of the water management, forms the basis of the oldest water management privatizations in the world. In France, where the strategy is applied; balanced sharing of risks in the competitive environment and risks, scope of contracts, and successful deterrence system in legal regulations. But the oligopolistic nature of the competition, the disintegration of the market, the lack of respect for transparency laws, and the regional bottlenecks constitute the main problems of the system of water prices. In the country where the public model is applied, privatizations are carried out in the management of urban water services including partial operation including water treatment, wastewater treatment, meter reading and security. However, on the basis of the inadequacy of legal legislation, the complexity of administrative authority and authority, lack of coordination among institutions, problems caused by financial inefficiencies cause the system to fail. In recent months, employees have been transferred to the public administration model system with the new subcontractor law in order to prevent employees from being harmed. While this study analyzes the reasons and results of water management privatization strategies in the world, we evaluate the selected ISKI practices and their results in the sample of urban water management in our country. Key Concepts: Water Management, Privatization, ISKI, Istanbul. GİRİŞ Su hayatın vazgeçilmez maddesi olduğundan, temiz içme suyu kaynaklarını gelecek nesillere aktarmak, insanoğlunun en önemli görevidir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, içme suyuna erişimi su hakkı tanımlamıştır. Su hizmetleri yönetimindeki stratejik değişikliklerin su hakkını temel alarak yapılması sosyal adaletin ve eşitliğin gerekliliğidir. Küreselleşmenin ülkelere dayattığı su yönetimindeki farklı özelleştirme uygulamaları dünya gündeminde yer almaya ve uygulanmaya başlanmıştır. Uygulanan stratejilerin temelinde performansı arttırmak, finansman kaynağı sağlamak ve yeni yasal gereklilikleri karşılamak gibi üç temel yeniden yapılandırma nedeni yer almaktadır. Bunlar; Kötü su kalitesi, Zayıf su idaresi, Hizmetin verimsizliği ve etkisizliği, Hizmetin genişletilememesi ve Mali yüklerin hükümet bütçelerinden çıkarılması ihtiyacıdır. Bu nedenle, özelleştirme, kamu bütçelerine olan yükün azaltılması ve müşteri hizmetinin iyileştirilmesi için bir araç olarak görülmektedir 41

42 Mülkiyet dahil özelleştirme stratejisinde, sistemin yönetimi ve mal varlığı özel işletmelere aittir. İngiltere de, dönemin hükümeti mali yüklerden ve borçlardan kurtulmak için bu stratejiyi kullanmıştır. Uygulanan yöntemin başarısının temelinde; hükümetin denetim mekanizmalarının başarısı, sistemi denetlemek, izlemek, değerlendirmek ve sonuçları halka arz etme amacıyla kurulan kurumların başarısı, müşteri çıkarlarını korumadaki yasalarda caydırıcı cezaların bulunması, şirketlerin rekabetinde, yasal rekabet ortamının oluşturulması, şirketlerin yıllık performanslarının halka açık ve doğru aktarımı, olduğu görülmektedir. Strateji, denetim mekanizmalarının varlığı, anayasal düzenlemeler, yasal rekabet ortamının oluşturulması sayesinde başarı sağlarken, fiyatlandırma konusunda tartışmalar halen devam etmektedir. Su yönetiminin belirli hak ve yükümlülüklerini kapsayan sözleşmeyle özel sektöre devriyle oluşan işletme dahil özelleştirme stratejisi, dünyanın en eski su yönetim özelleştirmelerinin temelini oluşturmaktadır. Seçilen yöntemin başarısının temelinde; rekabet ortamının dengeli olması, tarafların yaptığı sözleşmelerin kapsamına, (bu sistemdeki en önemli faktör tarafların yaptığı bu sözleşmelerdir.) risklerdeki dengeli paylaşım, kurumların sistemi denetleme konusundaki etkinliği, mevzuat ve yasal düzenlemelerin (kağıt üzerinde de olsa) caydırıcılığı, olduğu görülmektedir. Stratejinin uygulandığı Fransa da, rekabet ortamındaki ve risklerdeki dengeli paylaşım, sözleşmelerin kapsamı, yasal düzenlemelerdeki caydırıcılık sistemin başarılı olmasını sağlamaktadır. Fakat rekabet ortamını bozan oligopolün varlığı, piyasadaki parçalanma, şeffaflık konusundaki kanunlara saygı duyulmaması, bölgesel değişen su fiyatları sistemin temel sorunlarını oluştururken, kamuya dönüş kararı alınan bölgelerin varlığı sistemi tartışılır kılmaktadır. Kamu yönetim modelinin incelendiği örnek olan Güney Kore de, su yönetim sisteminde 1910 yılından itibaren temellendirme projeleri uygulamaya konulmuş, kalkınma planları ve hazırlanan yasalar ekonomik kalkınmadaki başarıyı hedeflemiştir. Seçilen yöntemin başarısının temelinde; Sektörü geliştirecek siyasi iradenin güçlü ve sürekli olması, Uygulamaya konan kalkınma planlarının sürdürülebilir olması, Yasal mevzuatın yeni gelişmelere yönelik kendini yenileme hızındaki başarısı, Mevzuatlardaki uygulamalarda ve cezalardaki caydırıcılık, Kurumsal düzenlemelerin netliği ve düzeltmelerin gerektiği gibi yapılması, Sistemi izleyen, denetleyen ve performansı ölçen kurumların varlığı, Sistemi oluşturan kurumlardaki çalışanların yeterliliği, 42

43 Yeterli finansman sağlanması nedeniyle sektörel gelişime açık sübvansiyonların varlığıyla, sistemde başarı mümkün sağlanmıştır. Havza bazlı yönetime sahip olan Güney Kore de, sistem temelde başarılı olsa bile kendi içinde bazı problemler taşımaktadır. Bunlar IMF nin fiyatlandırma politikalarından biri olan tam maliyeti karşılamada yetersiz kalınması ve su temininde, ülkenin fiziksel özelliklerinden kaynaklı sıkıntılar karşısında yetersiz kalınmasıdır. Bir diğer kamu modeli yönetim tarzı olan Türkiye açısından durum analizi yapılacak olursa ve bu analiz noktasında ülkemizin su yönetiminde yaşanan sorunları inceleyecek olursak; Sektörü geliştirecek siyasi iradenin zayıflığı, ülkemizde genel olarak uygulamalarda yetersiz kalınmasının en temel sebebi, uygulamaya konan kalkınma planlarının ve yasal mevzuatların, ardışık hükümetler tarafından devlet politikası olarak benimsenip uygulanmaması, Yasal mevzuatın yetersizliği, İdari vesayete bağlı yaşanan yetki karmaşası, Kurumlar arasındaki koordinasyon eksikliği, SUKİ ler genelinde görülen mahalli idarelere bağlı olmanın getirdiği siyasi vesayet, Siyasi vesayetin getirdiği yetersiz elemanlarla beraber yaşanan teknik yetersizlikler, Mali yetersizliğin temelini oluşturduğu bölgesel farklılıklar ve buna bağlı altyapı hizmetlerinde yaşanan yetersizlikler, ülkemizdeki su yönetiminin başlıca sorunları arasında sayılmaktadır. Kamu modeli uygulanan ülkemizde ise kentsel su hizmetleri yönetiminde su arıtma, atık su arıtma, sayaç okuma ve güvenlik gibi alanları kapsayan kısmi işletme dahil özelleştirmeler yapılmaktadır. Son aylarda çalışanların zarar görmesini engellemek amacıyla yeni taşeron yasasıyla, çalışanlar kamu yönetim modeli sistemine geçirilmiştir. Dünya da su yönetimi özelleştirme stratejilerinin incelendiği bu çalışmada ülkemize uygulanabilirliğinde, en temel noktaların yasal mevzuat, denetim-planlama kurumlarının varlığı ve başarısı, yeterli finansmanla bölgesel farklılıkların asgari düzeye indirilmesi, su piyasasında rekabet ortamı için altyapının sağlanması olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu noktada düşünülmesi gereken uygulanacak stratejinin nasıl, hangi aşamada ve hangi koşullarda yapılırsa verimli olacağıdır. Gelişmiş olarak irdelenen ülkelerde özelleştirme sonrasında yaşanan sorunlar sonucu, kamu modeline geri dönüş sürecinin varlığı göz ardı edilmemelidir. Ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde her ne kadar siyasi vesayetin varlığı nedeniyle yaşanan problemler söz konusu olsa da, demokratik şartlar altında memnuniyetsiz kalınan bir hizmetin değiştirilmesi, onu yapan siyasi idarenin değiştirilmesine bağlıdır. Fakat özelleştirilme sonucunda, özel sektöre devredilen bir hizmetin geri dönüşümü şirket sahiplerinin veya pay sahiplerinin değişmesine bağlıyken; bu değişimin sonucunda ne kadar başarılı olunacağı tartışılmaktadır. 43

44 Kamu yönetim modelinde, devletin sosyal hizmetler kapsamında gördüğü altyapı hizmetlerinde her ne kadar sorunlar yaşanıyor olsa da, eşitlik ve su hakkı temelinde daha başarılı olduğu gözlemlenmektedir. Ülkemizdeki su yönetiminde yaşadığımız sorunlar, bu çalışmada işlenen konular kapsamında analiz edilecek olursak; bütün paydaşların konu hakkındaki sorunları ve çözümlerinin değerlendirilerek yapılacak olan yeni su yasa tasarısının birçok noktada problemlerin çözümünde başarılı olacağı düşünülebilir. Bu çalışmada dünyadaki su yönetimi özelleştirme stratejileri nedenleri ve sonuçlarıyla analiz edilerek, ülkemizde kentsel su yönetimi alanında uygulanabilirliğinin sonuçları analiz edilmektedir. KAYNAKÇA Akademik Araştırmalar ve Çalışmalar Dergisi / Journal of Academic Researches and Studies (2014). Yıl 6 - Sayı 10 Mayıs 2014 / Volume 6 - Number 10 May 2014 Akça, Prof. Dr. L. ve Uluırmak, A. (2014). Avrupa Birliği Uyum Sürecinde Çevre Politikaları ve Uygulamaları, İTÜ Vakıf Dergisi, Sayı:65, syf:36 41 Al-Madfaei, Dr. M. Y. (2009). The Impact Of Prıvatısatıon On The Sustaınabılıty Of Water Resources In The Unıted Arab Emırates, of Bilen, Ö. (2008). Türkiye'nin Su Gündemi-Su Yönetimi ve AB Su Politikaları, Ankara. CESCR (Committee on Economic, Social and Cultural Rights) (2002) The Right to Water, General Comment No. 15, 20 January 2003, E/C.12/2002/11, Ceneva. Çalcalı, Ö. (2014). Su Sektörünün Kamusallık Niteliğinin Dönüşümü: Türkiye deki Şebeke Suyu Endüstrisi İçin Bir Değerlendirme, Akademik Araştırmalar ve Çalışmalar Dergisi, Yıl 6-Sayı 10 Mayıs 2014 s: Gleick, P. H.& Wolff, G.& Chalecki, E. L., Reyes, R. (February 2002). New Economy of Water, The Risks and Benefits of Globalization and Privatization of Fresh Water (1-61) Ik-Chang Choi, Hio-Jung Shin, Trung Thanh Nguyen and John Tenhunen. (2017). Water Policy Reforms in South Korea: A Historical Review and Ongoing Challenges for Sustainable Water Governance and Management. IWA (2010). Regulation of Water and Wastewater Services, page: IWA (2010). Regulation of Water and Wastewater Services, page:

45 Kaplan, S. (2012). İdeal Bir Kamu İhale Kanunu ve İdeal Bir Kamu İhale Kurumu ve Kurulu Nasıl Olmalıdır? Fonksiyonel Bir Model Çalışması. Maliye Dergisi Sayı 162. Ocak -Haziran 2012.s: 50 Kavak, R. (2013). Özelleştirme Nedir? Çeşitleri, Dünya Uygulamaları ve Alternatifleri, Yüksek Lisans Projesi. İstanbul,2013. s:18 Ko Un Kim, Jaekyung Koh and Mihong Lee. (2015) The Dynamics Of Water Policy Change İn South Korea. Page:25öztür Kurmuş, O. (2007). Emperyalizmin Türkiye ye Girişi. İstanbul. Marques, R.C. (2005). Regulation of Water and Watewater Services, An International Comprasion, IWA Publishing, Page:8-9 OECD, (2015) Principles on Water Governance. çev: SUEN Ormancılık ve Su Şurası, (5-7 Mayıs 2017), Afyonkarahisar Öztürk, Prof. Dr.İ. (2015). Su ve Atıksu (Altyapı) Hizmetleri Yönetimi Sunumu, s: 2-26 Republic Of Korea, (2016). Republic Of Korea. Transformation Of The Water Sector ( ). KWWA, May 2016 The Privaziation Barometer Report, (2015/2016). A Publication of the Privatization Barometer. Page:9 TMH, (2009). İnşaat Mühendisleri Odası Su Hakkı Raporu, s:29 TÜBİTAK MAM, (2010). Vizyon 2023: Bilim ve Teknoloji Stratejileri Teknoloji Öngörü Projesi TÜBİTAK-MAM, (2010). Havza Koruma Eylem Planlarının Hazırlanması Projesi Marmara Havzası s: 398 Yıldız, D. ve Özbay, Ö. (2012). Osmanlı dan Bugüne Su Politikaları ve Hukuku. s: İstanbul Su Ve Kanalizasyon İdaresi Kuruluş Kanunu 5216 Büyükşehir Belediye Kanunu 5393 Belediye Kanunu 6360 On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi Ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 696 sayılı Kanun Hükmüne Kararname plugin=1 ve et: 21:

46 et: 12: et:21: et: 21: et:10: et:10: et: 22: et: 22: et:10: et:11: europa et:16: et:15:

47 SU VE ATIKSU İDARELERİNDE YERLİ TEKNOLOJİ STRATEJİLERİ: İSKİ ÖRNEĞİ Prof. Adem ESEN 18 Özet İthal sanayi ürünlerinin yerlileştirilmesi ve orta gelir tuzağını aşmak için sanayi katma değerini 10 yılda iki katına çıkaracak sektörler hükümet tarafından belirlenmiştir. Bu kapsamda 4734 sayılı yasa ve ilgili yönetmeliklerle yerli üretimlere fiyat avantajı sağlanmıştır. İlgili bakanlık tarafından orta ve yüksek sanayi ürünleri listesi yayınlanmıştır. Aynı zamanda Türkiye, Avrupa Birliği uyum sürecini takip etmektedir. Bu çerçevede çevre ve kamu alımları fasılları açılmıştır. Dolayısıyla hükümet kararları ile bu fasıllar arasında bazı çatışmaların yaşanması kaçınılmazdır. Bu çalışmada İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi öncülüğünde yapılan iki çalıştay ele alınmaktadır. Bu çalıştaylarda su ve atık su sektörlerinde kullanılan kimyasal, plastik, elektrik-elektronik, makine elemanları ve teknolojilerinin milli imkânlarla üretilmesi ve üretim kapasitesinin artırılmasına yönelik çalışmalar yapılmıştır. Anahtar Kelimeler: İSKİ, Yerlileştirme, Kamu Alımları, Su sektörü, Atıksu Sektörü. Abstract Domestic Technology Strategies In Water And Wastewater Administrations: ISKI Example To domestication imported industrial products and to overcome the middle-income trap, the government has decided on sectors that will double the industry added-value in 10 years. Within this scope, price advantage has been provided to the domestic productions by Law No and related regulations. A list of medium and high industrial products was published by the relevant ministry. At the same time, Turkey has been following the EU harmonization process. Chapters on environment and public procurement were opened in this framework. Therefore, conflicts between government decisions and these chapters are inevitable. Two workshops led by Istanbul Water and Sewerage Administration are being considered in this study. In these workshops, studies were carried out for increasing the production capacity and the domestic manufacture of the chemical, plastics, electrical-electronic machine elements and technologies used in the water and wastewater sectors. Key Words: İSKİ, Domestication, Public Procurement, Water sector, Wastewater sector. GİRİŞ İthal sanayi ürünlerini yerlileştirilmek ve orta gelir tuzağını aşmak için sanayi katma değerini 10 yılda iki katına çıkaracak sektörler hükümet tarafından belirlenmiştir. Bu kapsamda 4734 sayılı yasa ve ilgili yönetmeliklerle yerli üretimlere fiyat avantajı sağlanmaktadır. İlgili bakanlık tarafından orta ve yüksek sanayi ürünleri listesi yayınlanmaktadır. 18 İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, İktisat Anabilim Dalı, Kamu Yönetimi Bölümü ve Siyaset Bilimi Bölümü, adem.esen@istanbul.edu.tr 47

48 Türkiye, Avrupa Birliği uyum sürecini takip etmektedir. Bu çerçevede çevre ve kamu alımları fasılları açılmıştır. Dolayısıyla yerlileşme konusundaki hükümet kararları ile bu fasıllar arasında bazı çatışmaların yaşanması kaçınılmazdır. Teoride karşılaştırmalı üstünlükler teorisine göre, her ülke karşılaşmalı üstün olduğu sektörde uzmanlaşmalıdır. Kanaatimizce bu teori, sektörlerin birbirlerinin gelişmesini teşvik ettiğini gözardı etmektedir. Devlette yerli üretim bilincinin yerleşmesi meseleyi tamamen çözmeye yetmez. Aynı şekilde yerli üretim yapan firmaların da geliştirdikleri ve ürettikleri sistemlerin arkasında durmaları gerekmektedir. Devletin bu anlamda sağladığı teşvikleri, kamuyu dolandırmak için bir fırsat gibi gören firmalar da olabilir. Burada yine kamu idarelerinin kontrol mekanizmalarının güçlendirilmesi gerekmektedir. Kalitesiz ve iş görmeyen ürün ve sistemler bu kontrol mekanizmaları sayesinde elenmeli ve iyi iş çıkaran, kaliteli ürün geliştiren firmalar bu sayede ön plana çıkmalıdır. Yerlileştirmenin yaygınlaşması için Kamu İhale Kanununda yerli ürüne teşvik için bazı değişiklikler yapılmıştır. Kanun her ne kadar yerli ürüne teşvik etse de kamudaki uygulayıcıların bu konudaki tavırları önemlidir. Bürokrasinin bu konunun stratejik önemi konusunda bilinç sahibi olması gerekir sayılı Kamu İhale Kanunu 63ncü maddesi yerli istekliler hakkındadır. Buna göre mal alımı ihalelerinde yerli malı teklif eden istekliler lehine % 15 oranında fiyat avantajı sağlanmıştır. Yerli üretim politikaları ile AB süreci çatışması gündeme gelmektedir. AB uyum sürecinde Çevre ve Kamu Alımları Fasılları konumuzu ilgilendirmektedir. Nitekim İlerleme Raporlarında yerli fiyat avantajı eleştirilmektedir. Ülkemiz Avrupa Birliği sürecinde su ve atık su sektöründe 50 milyar avrodan fazla yatırım yapacaktır. Bu sektörde bir yılda gerçekleşen projelerde kullanılan ürünlerin yerli tercih edilmesi durumunda en az %50 oranında ekonomik avantaj sağlanacağı kesindir. Belediyelerin ve su idarelerinin yıllık bütçelerinden bu projeler için harcadıkları paralar analiz edilirse bu avantajın rakamsal değeri de ortaya çıkacaktır. Yerli teknoloji üretilemediğinde çevrenin korunması zorlaşmaktadır. Bu nedenle çevre koruma tedbirleri önemli ölçüde yerli teknolojinin gelişmesine bağlıdır. Kurumlar arasında bilgi ve tecrübe paylaşımı bu alandaki önemli bir konudur. Türkiye su ve atıksu sektöründe çevre ülkelere teknoloji ihracatı yapacak seviyededir. Nitekim bu sektördeki birçok yerli firma sayıları 70 e yaklaşan ülkeye ihracat yapmaktadır. İSKİ ülkemizde su ve atık su sektöründe öncü kuruluştur ve diğer idareler bu kuruluşun çalışmalarını takip etmektedir. İSKİ nin her iki sektördeki yerli ürün kullanması hem maliyetleri düşürmekte hem de hizmetin kalitesini artırmaktadır. İSKİ sektörde iki defa yerli ürün geliştirme çalıştayı yapmıştır. İTO, İSO ve MÜSİAD ın katılımıyla yapılan çalıştayların amacı, su ve atık su sektöründe İSKİ tarafından kullanılmakta olan kimyasal, plastik, elektrik-elektronik makine ekipmanların ve teknolojilerin milli imkânlarla üretilmesi ve yerli teknoloji üretme kapasitesinin artırılmasına yönelik olarak kurumun yeterli katkıyı verebilmesini sağlamaktır. İSKİ nin 2017 yılında yaptığı alımların yaklaşık %75 i yerlidir. Yerli ürün kullanma atık su sektöründe biraz düşüktür. Ayrıca 48

49 kurumda orta ve ileri teknoloji nitelikli ürünlerin geliştirilmesi için başta İTÜ ile ortak çalışmalar yapılmaktadır. Yerli üreticiler desteklendiği ve ürünlerini sattıkları sürece de bu alanda gelişecek rekabetten dolayı maliyetler düşecek bu da ürün fiyatlarına yansıyacaktır. Bu sayede ülkenin ithalat bağımlılığı azalacak ve rekabet gücü artacaktır. Yerli üretimin ekonomik etkisi değerlendirilirken, çalışmalar süresince elde edilen bilgi-birikim, istihdam, bakım-onarım ve yedek parça avantajı, projeye özel ergonomik ürün kullanımı, ar-ge çalışmalarında sürdürülebilirlik sağlanması, patent sayısının çoğalması gibi etkenler iyi analiz edilmelidir. Türkiye de 312 Organize Sanayi Bölgesi, 968 ar-ge ve tasarım merkezi, 72 teknoloji geliştirme bölgesi ve yüksek nitelikli emek potansiyeline sahiptir. Bu çalışmada su ve atıksu sektörlerinde İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) öncülüğünde yapılan iki ürün yerlileştirme çalıştayı ele alınmaktadır. Bu çalıştaylarda su ve atıksu sektörlerinde kullanılan kimyasal, plastik, elektrik-elektronik, makine elemanları ve teknolojilerinin milli imkanlarla üretilmesine yönelik çalışmalar yapılmıştır. Türkiye su ve atıksu sektöründe çevresindeki ülkelere bilgi ve deneyimleri yanında teknik ekipmanları da ihraç etmektedir. Yerli ürün çalışmaları bu niteliğini daha da ileri düzeye getirecektir. KAYNAKLAR AB Avrupa Komisyonu (2016) Türkiye Raporu. AB Avrupa Komisyonu (2016) Türkiye Raporu. Akça, Latif; Uluırmak, Abdurrahman. (2014) Avrupa Birliği Uyum Sürecinde Çevre Politikaları ve Uygulamaları. İTÜ Vakıf Dergisi, Çevre dosyası, Temmuz. s. 65. s.36 Alagöz, izzet. (2018) Türkiye Enerji Politikaları ve Milli Mühendislik etkimiz. Mimar ve Mühendis. Sayı: 101, Mayıs-Haziran Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Müsteşarlığı. (2018) Performans Programı UrunleriListesi.pdf Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı (Hazırlayan: Orhan Gök) (1977) Ağır Sanayi,. Ankara, Semih Ofset Matbaacılık Söylemez, Ertan. Bir Çalıştayın Ardından. 49

50 CONSTRAINTS TO LIVESTOCK DEVELOPMENT POLICY IN CHAD Ömer Faruk GENÇKAYA 19 Allamine Mahamat HASSAN 20 Abstract Livestock is an important economic component of Chad as a developing country. It shares in overall country s GDP after the oil sector. In spite of its importance, this sector is facing a number of constraints. In order to explore those constraints, the present study was investigated the factors that impact the development of livestock policy. The issues which influence the improvement of the livestock sector are mainly identified as qualitative and quantitative. It is hypothesized that the improvement of the livestock sector in Chad is affected by the policy constraints, already being addressed by the Government. The study showed that livestock development policy is influenced by four factors: livestock productivity systems; economic environment; public administration and Governance; and management of human resources development policy. The results of the study revealed that the development of livestock policy is influenced by the identified elements of the four factors. The policy implication to further improve the delivery of services and policies of the livestock s in the country. Keywords: Livestock, Development policy, constraints, strengths, improve, Chad. Çad ın Hayvancılık Politikaları Üzerindeki Engeller Öz Hayvancılık, Çad'ın gelişmekte bir ülke olarak önemli bir ekonomik bileşen birinden biridir. Petrol sektörünün ardından ülkenin genel GSYH sini paylaşmaktadır. Önemine rağmen, bu sektör bir dizi kısıtlamayla karşı karşıyadır. Bu kısıtlamaları araştırmak için, mevcut çalışma, hayvancılık politikasının gelişimini etkileyen faktörleri araştırmıştır. Hayvancılık sektörünün gelişmesine etki eden konular ağırlıklı olarak niteliksel ve niceliksel olarak belirlenmiştir. Çad'daki hayvancılık sektörünün gelişmesinin, halihazırda Hükümet tarafından ele alınan politika kısıtlamalarından etkilendiği varsayılmaktadır. Çalışma, hayvancılık geliştirme politikasının dört faktörden etkilendiğini göstermiştir: hayvan yetiştirme sistemleri; ekonomik çevre; kamu yönetimi ve yöneticisi; insan kaynakları geliştirme politikasının yönetimi. Çalışmanın sonuçları, hayvancılık politikasının gelişiminin, dört faktörün tanımlanmış unsurlarından etkilendiğini ortaya koymuştur. Ülkede hayvancılığın hizmet ve politikalarının dağıtımını daha da iyileştirmek için politika önerisi. Anahtar kelimeler: Hayvancılık, Kalkınma politikası, kısıtlar, güçlü yanlar, gelişir, Çad. INTRODUCTION Chad is a vast country in Central Africa and landlocked which covers an area of 1,284,000 km². With a 15 million estimated population in 2018 according to country meters Reports 2018) 21. Although, the country is one of the oil exporters since 2003, the sector of the livestock is an important asset of Chad which owns 93 million 22 in total, it is one of the largest herds in the region and a major breeding in Sub-Saharan countries. For the most part the breeding is the principal backbone of the Chadian economy as contributes 53 % of the GDP not counting the large informal sector as well. It employs more than 40 % of working population of which is more than half of them are made up of women and living in the rural 19 Prof. Dr., Marmara University, Faculty of Political Sciences, Department of Political Science and Public Administration, faruk.genckaya@marmara.edu.tr 20 Doktorant, Marmara University, Institue of Social Sciences, Politics and Social Sciences, allamine80@gmail.com TCHAD/Ministère Elevage - Recensem*nt Général de l'élevage /

51 areas. On the economic plan, annual flows of incomes from livestock sectors are currently estimated at 140 billion FCFA and an added value of 210 billion FCFA. The sector ensures the subsistence of 40% of rural population and accounts for 30% of exports of Chad. The government within the framework of its policy of the development of the rural sector, which has worked out, in collaboration with its partners of the development to improve the development of the livestock sector some projects such as: Plan of Intervention for Rural Development (PIRD) and National Plan of Development of Breeding (PNDE) 23 were implemented but it is good enough to tackle the problems which livestock sectors facing it such as: first of all the existing livestock policy system fails to meet outcome needs; inadequate cost recovery and inefficient distribution network of the parasternal veterinary distribution companies; cumbersome system of livestock export procedures involving export quotas and even exports of cattle is done on the hoof; Government s weak central planning and coordination capabilities resulting in poor aid coordination and sometimes inconsistent policies; dilapidated infrastructure and shortage of equipment and transport facilities; and creation of simple and modern processing units is not encouraged so there is no any factory in the whole country to provide fresh or powder milk, yogurts or cheese. The aim of this study is to identify the parameters which are the constraints to livestock policy and analyze the weaknesses and the strengths of livestock policy in Chad. In order to do so, this study will be based on four factors: livestock productivity systems; economic environment; public administration and Governance; and management of human resources development policy. 1. PUBLIC POLICY THEORY 1.1. Rational approach The rational approach is a classical, scientific approach to the decision-making mechanism that considers the process as regular and rational. A problem has been identified and isolated, information has been collected, alternatives have been defined and an end has been created. Though, the rational approach initially developed in the field of economic analysis, the rational decision-making model provides guidance on how to ensure "optimal" policy decisions, which implies that no other solution is better in according to the preferences of the decision makers, (Bernard, 2011: 14). The rational model is also linked to a particular learning mode, namely the concept of Bayesian learning. From this perspective, governments are updating their beliefs about the consequences of policies with all available information on the results of past policies and elsewhere and choose the policy that should produce the best results, Adam (2018). The rational development of policies involves a number of demanding assumptions. For example, policymakers should have perfect information, which has provoked sharp criticism, (Simon, 1955, 1957). Despite this central point of criticism, the rational model remains important for analysis because it allows contrasting ideal political decisions with real decisions. Assuming that all political actors behave rationally, that is, reduce costs and maximize benefits, it also provides the starting point for public policy choices. Public choice theory examines the logic and foundation of the actions of individuals 23 mpresse_fr.pdf 51

52 and groups involved in the decision-making process. In this regard, the main purposes of the analysis are voting behavior and inter-party competition, the formation of coalitions and governments, the involvement of interest groups and the bureaucracy in policy making, (Richard & Sylvain, 2003: 35). In the same attitude, the rational model is linked to game theory, which allows decisions to be analyzed in situations where two or more rational players interact and whose outcome depends on each one's choices, Andrew (2015). Given that game theory can systematically model the interaction of political actors, it provides an informative way of looking at the results of policy-making in areas affected by external factors, such as trade policy or environmental policy, Anthony (2015). Nevertheless, the rational manager's vision assumes a rational and fully informed decision-maker, as described by neoclassical microeconomic theory in the middle of the previous century. The process of rational decision-making includes a number of steps, such as those given by Simon (1977): Choice: choose a particular action plan from those available; Design: invent, develop and analyze possible actions; Intelligence: finding opportunities to make a decision; and Review: evaluate past choices. In classical or perfect rationality, decision analysis methods are used to attach numerical values or utilities to each of the alternatives during the "choice" phase. The alternative with the highest utility or maximum expected subjective utility is selected. When using the rational model in this way, it is assumed that these managers should: know all the possible alternatives; know the consequences of implementing each alternative; have a well-organized set of preferences for these consequences; and Have the ability to compute to compare the consequences and determine the ones that is preferred. Thus, there are some scholars such as (Becker & Gary, 1962; Boudon & Raymond 1998; Friedman, Jeffrey 1996; Green, et. al. 1994; Hirshleifer et. al. 1992; Kavka & Gregory. 1991; Udehn, 1995; Allais, 1953; and Cohen & Tallon, 2000) argue that some of the criticisms of the fact that the political process cannot be ordered in a linear fashion and that the rationalist approach is likely to skew the public's understanding of what is really happening in the political process Political Approach The political approach sees decision-making as a personalized bargaining process, guided by participants' agendas rather than rational processes. People differ in the objectives, values and relevance of the information. The decision-making process never ends, but remains an ongoing battle between different coalitions. After a group has won one round of the battle, the other parties could regroup or become even more determined to win the next round. Influence and power are exercised deliberately and in self-interest. The goals of coalitions are defined by their personal interest rather than what is good for the organization as a whole. However, Stoker (1989) is one of the main contributors to politics and power in decision-making. In reality, the political framework by distinction seeks to recognize the policy process from a different angle. The political perspective recognizes the contested nature of politics and the need to understand the political nature of the political process, (Barret & Fudge, 1981). It is critical of the notion that the policy is to automatically follow a fixed political text and put the legislation into practice because policy making is the process by which governments translate their political vision into programs and actions to deliver outcomes, desired changes 52

53 in the real world (Waller et. al., 2009: 07). The main content of this policy is defined by the conditions on the ground as well as by the willingness and commitment of those responsible for the implementation of public policies. More specifically, this framework recognizes the interaction between policy in texts and policy in practice. As Lane (1995), describes this position as an attempt to expose the ideological and political dimensions embedded in politics. Through the above models and approaches discussed in each case it can be seen that collaboration becomes much more likely and those recommendations can be made about ways to strengthen that possibility. Therefore, in response to the policy making process, it is perhaps more appropriate to use system model rather than probability theory to analyze them Public Policy System Model Politics is the interaction between the implementation of public policy and the political context. As such, there is a close relationship between public policy and state institutions. In policy making it has to be different individuals and groups, such as cabinet or decision makers, prime minister, parliament members, bureaucrats or leaders of related groups, use exercise power. Every exercise power constitutes one of the influences that create the process of policy-making. However, the systems model is a response of the political system to the objectives, problems, needs, desires and demands of society that compromise individuals and interest groups. They further explain that this model allows debates, proposals, counterproposals, adaptations, consensus on public policies, a review of implementation and reactions. According to (Fischler et. al., 2006: 43) a number of actors are involved in these activities of agenda control or shaping, most of the variables and mechanisms affecting agenda-setting lie outside the direct control of any single actor. Then (Charles and Eloise, 2009: 03) argue that policies are purposive courses of action devised in response to a perceived problem. Public policies are filtered through a specific policy process, adopted, implemented through laws, regulatory measures, courses of government action, and funding priorities, and enforced by a public agency. In this case the political context influences public policies, the system model assumes that demands and support such as inputs enter and filter through the public policy process via a government system. This suggests that the systems model may evolve into inputs such as requests and support subject to political opinion. Therefore, it shows that such as molding and criticism, which appear as the result of public policy. It is also indicative that the implementation of public policy will be influenced by the system to which it has been subjected. This model implicitly implies the government's intention to allow an influence that will lead to public policies responding to public demands. This means that public policy makers can influence it when determining the relevance of public policy and the needs of society. It also suggests a public policy environment that allows flexibility in the implementation of public policies to meet the needs of society, which are inevitably inextricable due to physical, political, economic, social and technological influence. Figure 1.3 below outlines public policy processes encapsulated in the Systems model. 53

54 Figure 1.3: Systems model: public policy making Physical, Political, Economic, Social and Technological Environment INPUT CONVERSION OUTPUT IMPLEMEENTATION POLICY -Demands -Resources -Support POLICY -Conversion of demands into policy (Political sub-process in political system) POLICY -Policy statement -Policy documents -Procedures FEEDBACK -Monitoring activities and impact -Evaluation reports Sour ce: Com pile d by the auth ors base d on systems model in public policy making, adapted from (Cloete et al., 2006 b: 42). Relies on the above figure 1.3; theoretical concepts such as inputs, outputs, and feedbacks regard the political process as cyclical. For the investigation, the question should be: what are the significant variables and patterns in the public decision-making system? What is happening in the "black box" of converting applications into public policies? What are the inputs and outputs? Public policies are seen as the response of the political system to the forces imposed on it by the external environment. The environment surrounds the political system. In this model, "livestock" means physical: cows, camels, goats, sheep s, horses, donkeys and pork s. And political: ideology, culture, social structure, economy, and technology. Forces enter the political system from the policy situation either as demands or as support. Demands are brought to it by persons or groups in response to real or perceived policy conditions, for government action. Support is given wherever citizens obey laws; votes, pay taxes, etc., and conform to public policies. 2. LIVESTOCK SECTOR IN CHAD 2.1. Livestock Background 54

55 Over time the development approaches with pastoralists and agro-pastoralists in African countries changed as follows: in the post-colonial era of the 1960s and 1970s the development thinking was biased towards high-technical and large-scale development projects. In the livestock sector this meant water development and vaccination campaigns. At the end of the 1970s there was a crisis in the development scene, with the feeling that all arid and semi-aridland development projects had failed. In the 1980s there was a new interest in the semi-arid and arid zones of Africa. A pragmatic shift occurred, opening up formerly taboo development perspectives such as the notion of 'food security', sustainable development, and people's participation (Hjort af Ornas, 1990). As a result, there was also recognition of the fact that development of the animal production sector cannot be considered in isolation but should be seen as part of the existing farming and economic system. After the last drought period of 1984/1985 on which many of the livestock in the country had suffered from animal deceases and many died. Five years later, the Ministry of livestock has been at the end of 1988, was reorganized and restructured under the influence of the World Bank livestock program for Chad, PNE (Project National d'elevage). Previously, the activities of the Ministry of Livestock were paralyzed by the lack or bed state of their infrastructure and basic equipment. Their interventions were limited to vaccination campaigns against rinderpest, anthrax and pleuropneumonia of cattle, during these years. The objective of PNE was to develop the animal production sector through reorganization of the Ministry of Livestock and training of its personnel, improvement of the infrastructure of the Ministry, water development, better distribution of veterinary drugs, and the promotion of pastoral associations. Progress so far has been slow but steady. PNE was very much interested in livestock projects as the concept was more or less what they intended to implement in their pilot zone with regards to Pastoral Associations. However, recently in 2016, study conducted as general livestock census done by the government of Chad through the Ministry of Livestock and Breeding, Chad has about ninety four (94) million the number of livestock according to the figures of provisional total results. Livestock is one of the most important sectors of the Chadian economy. Second source of income after oil, the share of livestock in the national GDP is 53% and makes living about 40% of the population. In trade, it represents 30% of exports or 37.5 billion FCFA in Given the security crisis caused by the Islamist Boko Haram sect, livestock exports to Nigeria have declined. Except to Sudan, where the transfer movement is recorded but informally. For sheep and camels, exports to Libya continue with a fairly large number of livestock entering the north of the country. Chadian livestock presents real opportunities for the development in the context of sub regional trade. While the potential for increasing livestock production is significant, it should be noted that the short-cycle and dairy farming lines are still underdeveloped. Also, the livestock marketing system in Chad is still in the traditional structures. This sector with high potential faces several problems such as low rainfall and the phenomenon of bush fires. Securing transhumance involves the creation of water points along the corridors. The Chadian livestock sector is characterized by very low efficiency, which reduces opportunities for the potential development. In view of the dependence of its economy on oil, Chad needs to diversify its economy by developing the livestock sector, in order to use it to cushion economic shocks and compensate for the losses in fiscal revenue caused by the fall of oil price. 55

56 2.2. Livestock Major Assets Chadian livestock presents real opportunities for development in the context of sub regional trade. While the potential for increased animal production is not negligible, it should be noted that the short-cycle and dairy farming lines are still underdeveloped. Also, the livestock marketing system in Chad is still in the traditional state. The livestock sector is an important asset and has some potentialities that the country can build real hopes on it for sustainable development. There is huge potentiality such as the existence of a large livestock capital estimated at more than 93 million head (all species combined) with a very high production potential but operated. There is also an existence of pastoral traditions (transhumance and nomadism) allowed the conception and the establishment of farming systems adapted to the ecological conditions and climatic conditions to enhance the value of pastoral resources. However, the presence of a heritage consisting of a reserve of more than 84 million hectares of pastures and rangelands (65% of the total area of the country) and one significant and diversified water potential. Chad has a master plan for water and sanitation strategic framework for the rational management of water resources. In term of agricultural and agroindustrial by-products, currently not valued by the systems this could be a significant source of dietary intake in units of intensification of animal productions. In the field of animal health and veterinary public health, the country had ten years program known as Animal Disease Surveillance Network in Chad (REPIMAT) 24, tool for monitoring animal diseases. The recent acquisition of the status of rinderpest free country, awarded by the OIE in May 2006, will open interesting prospects for meat exports. There is an existence of the Veterinary and technical zoo Research Laboratory (LRVZ) 25 which directs its research programs towards vaccine production. Thus, this all very varied support remains constant and even it is good enough Constraints of Industrialization and Product Processing A recent diagnosis of the Ministry in charge of Livestock the plan of national development of livestock known as (PNDE, 2009/2016) 26 reveals that in Chad activities processing and packaging of products of animal origins are poorly developed. Several reasons justify this low level of development. Among these, it should be noted that the irregularity of certain animal productions, the high costs of factors of production due to the isolation of the country, the competition from imported products and difficulties in accessing to credit; therefore, animal industries are rare and not diversified. The most important of these industries are represented, on the one hand, by slaughterhouses and even it is not an international standard and similar facility and on the other hand, small local milk processing units and dairy products mpresse_fr.pdf 56

57 Slaughterhouses and Slaughter Areas Although the main cities of Chad such as N Djaména, Sarh, Abéché and Moundou each have a slaughterhouse relatively equipped but it is not an international standard to open the door of the international market. The slaughterhouses of N'Djamena and Sarh are equipped with a cold chain, hence the name of cold slaughterhouses. Nevertheless, N Djamena is predominant in terms of capacity of treatment. The current capacity of this slaughterhouse, managed by so called the Modern Society of Slaughterhouses, varies between 180 and 250 cattle per day with peaks of up to 300 cattle once or twice a month, 200 and 350 pups ruminants per day, not to mention the slaughter of camels and pigs according to the Ministry of Pastoral Development and Animal Production of Chad (MPDAP, 2018). In other urban areas, the processing structures are slaughterhouses/dryers bush and slaughter areas. These provincial units are poorly equipped and there is almost no control of Chadian legislation on human and animal health in these slaughter houses. Chad is sorely lacking modern slaughter infrastructure, outside these two industrial units in Sarh and the other in Ndjamena. The situation is more paradoxical, because Chad is classified as the leading livestock country in Central Africa. However, many modernization projects in the sector are under way, including, construction of a modern slaughterhouse in Djermaya, near N'Djamena this project which the government of Chad has signed a contract in 2016 (70 million US dollars) 27 with a Turkish Company called CANTEK 28 so it will open up prospects for the international export market and another one in Moundou is under construction, too Processed Product Activities The processed products are undergo of remains ruminants of several fairly simple types of processing such as cold cuts, grills etc., not requiring a major investment in basic equipment. For the rest, the product is present in the form of dried meat, seasoned or not, which may be kept for a longer or shorter time. Among the various products processed, the charmout 29 and the kilishi 30 impose by their importance in the local consumption. The first is of Fezzan Arabic origin. It has been manufactured since the ancient time it represents the only traditional form of preservation of meat. It consists of drying strips of cut meat. This is an area traditionally reserved for women. Some transformation workshops are held by men who export the product to Nigeria. The second product is a Nigerian origin. The process consists of drying red meat blades in the sun after seasoning. This transformation is performed by men and is practiced in charcuterie Dried meat from the sun

58 Milk Processing Units Many studies on milk and dairy products report the existence of small businesses in the 1950s and 1960s. In a historical context, according to Koussou (2008), there were several milk processing units in the country such as Chari-lait, created in 1951, SPLA in 1958, Cantaloupe in 1958, Proffer and Solait in These were installed in Fort-Lamy (today N Djamena) and owned mainly by foreign origin, including French. These companies collected raw milk in the surrounding areas of Fort Lamy, particularly in the northern zone, for the manufacture of various dairy products such as yogurts, fresh cheeses, salted butter, and fresh cream for customers mostly expatriates. However, it appears that the quantities of milk collected were below processing capacity of these companies, which would have forced them to close. In 1970 was created the first national dairy company, namely the CMPA, the 1979 civil war ended its activities and instead in 1984 the National Society of Animal Productions (SONAPA) was created, Koussou (2005). These state companies had a mission. The main aim is the valorization of livestock products through the processing of raw milk into various dairy products, particularly cheese and yoghurt. They had collected milk in the same area as the first foreigner companies used it was just adapted to improve the factories in terms of refrigerated van, aluminum cans etc. Unfortunately, the quantities of milk collected hardly not exceeded 600 liters per day at that time, through the annual variations with large seasonal amounts. The low level of milk supply and the bad financial management led the company to close in Transformation Units and Processed Product Varieties Chad has not any dairy industries since the closure of the National Society of Animal Productions (SONAPA) in In order to fill the void created by this closure small processing units were created in the capital and in the provinces but it is not good enough. At the national level, more than twenty private mini-dairies exist, ten of which are located in the city of N'Djamena and only three of which function normally, according to the national development plan of livestock (PNDE ) 31. These processing units are distinguished according to three specialties, namely the manufacture of cheese braided from cow's milk, goat's milk and sheep's milk, the manufacture of yoghurt made from cow's milk and the manufacture of fresh cheese resulting from the adaptation of traditional techniques. Camel's milk is also widely used in these processing workshops. In addition to cheese factories and yoghurt shops, more than 400 shops specialized in processing and selling milk, known as "dairy bars", have been identified in the capital, according to PNDE. As for the traditional processing of fresh milk which absorbs a large part of local production, is an activity conducted by the women of breeders. In this case, the material used is artisanal, the hygienic conditions are not always respected and the system lack of organization as well mpresse_fr.pdf 58

59 However, the processing of milk and milk products are activities conducted by different categories of operators. Various types of products are obtained from the traditional or modern processing of the cow s milk. The main products on offer are curdled milk (rouaba), whole fermented milk (rayib), liquid butter or butter oil (dihin baggar), Koussou & Liagre (2003). The curd, main form available in urban areas, is sold on the market in unconventional packaging using a traditional measuring unit called cob equivalent to (0.75 litters) Government Coordination for Strategic Planning In Chad, government interventions in the livestock sector have for a long time focused on animal health in order to minimize the effect of the most serious animal diseases that decimate livestock, such as rinderpest. In this context, policies and strategies to support the livestock sector were much more oriented towards the creation of technical infrastructures, the setting up of institutional arrangements and the training of agents capable of meeting the needs in terms of sanitary coverage of the livestock. The development of the "Government Letter of Intent on Livestock Development Policy" in 1988 was a trigger for a new direction in government livestock policy. After numerous reforms that were initiated during this period, new political and strategic orientations aimed at revitalizing livestock rearing were then defined following the in-depth diagnosis carried out in The conclusions were: (i) sustainably increase production; (ii) improve the level and quality of life of the farmers; (iii) improve production activities; (iv) strengthen public and non-public capacities; (v) more effort have to be done to fight against desertification and the preservation of the environment. The results of this reflection were used in the preparation of the documents of the Sectoral Consultation on Rural Development (CSDR, June 1999), resulting from the Geneva Round Table IV (1998). However, these mentioned formulated programs became common strategic axes to the departments in charge of the rural sector and even were adopted by the government of Chad. These programs had been taken into account by the National Strategy for Poverty Reduction (SNRP II) adopted in March The SNRP II sets a target by 2015, to halve the incidence of extreme poverty on the continent and particularly in Chad. Be based on a strong, diversified and competitive post-oil economy mainly on the agricultural and livestock sectors which occupies more than 80% of the Chadian population in general. In order to face the new challenges, the Chadian government has drawn up the National Program for Livestock Development (PNDE ), which defines strategic axes and new orientations of the sectoral policy of the State. They aim to "ensure a sustainable increase in livestock production in order to improve and increase the contribution of the livestock sector to the growth of the national economy, to poverty reduction and to food security". In addition, a Master Plan for Water and Sanitation (SDEA ) has been defined, integrating the pastoral dimension of water (watering animals). However, the various state interventions to support the livestock sector to date have shown their limits. Too often, they have been the product of reflection by technicians and other decision-makers, without any real consideration of the real concerns neither of the actors, nor of their involvement in the elaboration of diagnoses, objectives and priorities to be implemented. For this reason, some of the reforms envisaged have been challenged by some beneficiaries. Technical concerns have taken precedence over equally important institutional issues, including those related to the 59

60 organization of pastoralists and their capacity building. In addition, the issue of pastoral land has not been thoroughly considered. To this is added other shortcomings: absence of a global and prospective vision, weak coherence of the interventions or deficit of consultation between the main actors of the sector in the definition of the policies. 3. RESEARCH METHOD This study conducted the methodology in which both qualitative and quantitative methods were used and based on two sources of data, primary and secondary and the surveys were conducted in Chad purposefully were selected. The secondary data based on the reviews of literature related to livestock development systems and the production policy; the author was able to identify several factors that may affect delivery services. With these factors, the author was also able to formulate an analytical model that indicated their relationship to the improvement of delivery services, and in turn, which may contribute to the improvement of livestock policy. In the primary data for conducting a survey the respondents were chosen from among public official employees working for the Ministry of livestock of Chad and stakeholders such as businessmen involved in livestock trades, nomads, farmers and butchers. A total of 530 respondents as a sample were given the questionnaires and 494 feedback results were received attaining the response rate of 77.1%. In the study factor sections, twenty (20) questions are organized for the public official employees and stakeholders. These twenty (20) questions Likert-type statement and each has question an open closed type and as others as an open question to add about the respondent point of view. A five point Likert rating scale from 1 (Neutral) to 5 (strongly agree) was used. The questions address to the public service and stakeholders was a quantitative descriptive analysis factor. The statistics were given a summary and description of the demographic aspects and the study factors after being analyzed using a Statistical Package for Social Sciences (SPSS) program. Then the open ended questions were being discussed in qualitative analysis Objective of the Study The purpose of this study will assess the constraints of livestock policies and identify significant factors influencing the improvement of service delivery to achieve the goal of livestock products to be industrialized and production growth. The expected output of the study will come up with policy implications/ recommendations toward the improvement of livestock policies systems in the country. The principal benefit of this study will be a more appropriate policy framework and stronger institutions in input delivery, extension, marketing and export Hypothesis It is hypothesized that the improvement of livestock sector in Chad is affected by the policy constraints, already being addressed by the Government. 60

61 3.3. Research Findings Information of the results is presented according to the Likert scale: strongly disagree, disagree, neutral, agree and strongly agree. The first and second main rows show the data from public officials and stakeholders. In each, the number of respondents and percentage of total respondents are shown. In the third sub-row is the aggregation of strongly disagree and disagree, which is interpreted as disagree, while the aggregation of strongly agree and agree is interpreted as agree to see the total agreement. Questions in this section from Q1 Q20 are designed to investigate the opinions of respondents about the main problems as regards livestock policy, from the factors of livestock productivity systems; economic environment factors; public administration and governance; and management of human resources development and policy point of view Livestock productivity system factors First group of questions attempted to describe the perception of the respondents on the current state of livestock system and its basic aspects. Table 1.3: Q1 - extensive breeding systems The finding results on question 1, in table 1.3 showed that, 47.2% of respondents agreed, (35.8 % strongly agreed and 47.2% agreed) that extensive breeding systems is one of the main problems of the livestock policy. Only 13.8% disagreed with this statement and 3.2% is neutral. 61

62 Table 2.3: Q2 - animal health issues The finding results on question 2, in table 2.3 showed almost equal distribution, with only a slight difference between disagreement and agreement of 55.1% of respondents who agreed (including 22.3% agreed and 32.8% strongly agreed) that animal health issues is one of the main problems of the livestock policy. Then 30.6% disagreed with this statement Q2 and 14.4% were neutral. Table 3.3: Q3: veterinary pharmacy The finding result on question 3, in table 3.3 revealed a convincing high share of 74.5% of respondents, who agreed (46.0% agreed and 28.5% strongly agreed) with this statement Q3. As 10.9% strongly disagreed and 8.1% disagreed, the total disagreement is 19%, and 6.5% are neutral. The findings suggest that veterinary pharmacy is one of the main problems of livestock policy. 62

63 Table 4.3: Q4 - non identification of livestock The finding results on question 4, in table 4.3 showed that 63.2% of respondents disagreed with the statement of Q4 of which 23.1% strongly disagreed and 40.1% disagreed. As 2.8% strongly agreed and 8.3% agreed to bring the total of the agreement to 11.1% but little high of neutral were chosen at 25.7%. The findings suggest that there is significant disagreement that lack of administration of capacity building is one of the main problems of the livestock policy Economic Environment Factors Second group of questions are related to the qualifications of the livestock system, its market conditions and the nature of relevant policies. Table 5.3: Q6 - lack of modernization of slaughterhouse The finding results on question 6, in table 5.3 revealed a very significant share of agreement 87.1%; 30.0% strongly agreed and 57.1% agreed with the statement of Q6; the disagreement total shown simply 10.1%; then only just 2.8% shown as neutral. This result highly suggests that lack of modernization of slaughterhouse is one of the main problems of the livestock policy. 63

64 Table 6.3: Q7 - lack of modernization of livestock market systems The finding results on question 7, in table 6.3 showed that 73.4% of respondents in agreement with the statement of Q % strongly agreed and 44.7% agreed. Only 10.5% strongly disagreed and 9.7% disagreed, which makes just 6.3% of the neutral. The finding suggests that lack of modernization of livestock market systems is one of the main problems of the livestock policy. Table 7.3: Q8 - lack of livestock trade marketing systems The finding results on question 8, in table 7.3 showed that 59.3% of respondents agreed (28.1% strongly agreed and 31.2% agreed) with the statement that lack of livestock trade marketing systems is one of the main problems of the livestock policy implementation. The total of disagreement of this statement is just 35.4%, and only 5.3% as neutral. Poor working environment affects labor in the workplace, including job hours, physical aspects, legal rights and responsibilities. 64

65 Table 8.3: Q9 - lack of positive measure decisions The finding results on question 9, in table 8.3 showed that the total disagreement of respondents is 53.6% (27.1% strongly disagreed and 26.5% disagreed) with the statement that lack of positive measure decisions is not one of the main problems of the livestock policy. Then, just 30.2% agreed that positive measure impedes the livestock policy Public administration and governance factors Another set of questions explores the perceptions of livestock policy making process, including institutional capacity. Table 9.3: Q11 - lack of livestock policy prioritizing The finding results on question 11, in table 9.3 revealed that, 66.6% of the respondents are in agreement with the statement. (32.8% strongly agreed and 33.8% agreed). Only 32.0% disagreed (18.0% strongly disagreed and 14.0% disagreed) and 1.4% remained neutral. The findings show that lack of livestock policy prioritizing is one of the main problems of the livestock policy. 65

66 Table 10.3: Q12 - inappropriate project management The finding results on question 12, in table 10.3 revealed that 71.9% of respondents agreed with the statement of Q12 (40.9% strongly agreed and 31.0% agreed) that inappropriate project management is one of the main problems of the livestock policy implementation. The disagreement shown just 26.5%; the neutral side is insignificant just 1.6%. In Chad at the beginning of the project, requirements are understood and the specific tasks, activities and decisions needed to conduct the work of the project are known. Due to corruption the project is often forwarded to non-competent people and as a result, the project management is always inappropriate. Table 11.3: Q13 - lack of collaboration among various institutional levels The finding results on question 13, in table 11.3 showed that 58.1% of all respondents disagreed (of which 33.4% strongly disagree and 24.7% disagreed) lack of collaboration among various institutional levels is not one of the main problems of the livestock policy. The respondents did not agree that lack of collaboration does exist among various institutions so it does not hinder the livestock policy. 66

67 Table 12.3: Q14 - lack of strategic management capacity The finding results on question 14, in table 12.3 revealed that 50.6% of respondents agreed (25.1% strongly agreed and 25.5% agreed) with the statement of Q14 and there is a slightly difference for the disagreement as 47.6%. This finding suggests lack of strategic management capacity is one of the main problems of the livestock policy. Because the difference between agreement and disagreement is not significantly high, it is quite difficult to drawn any conclusion Management Of Human Resources Development And Policy Factors Human resources management is one of the crucial aspects of effective policy making and implementation. Therefore, the survey finally accounts on the employment system in this sector. 67

68 Table 13.3: Q16 - lack of follow-up of administration staff records The finding results on question 16, in table 13.3 revealed that a bit high percentage, 63.0%, disagreed with the statement of Q16 (31.6% strongly disagreed and 31.4% disagreed). In opposite side just 14.4% agreed with the statement (of which 15.0% strongly agreed and 3.5% agreed) and 7.7% remained neutral. The finding suggested that lack of follow-up of administration staff records is not one of the main problems of livestock policy. Table 14.3: Q17 - lack of application of the merit system principles The finding results on question 17, in table 14.3 showed that 53.8% agreed that lack of application of the merit system principles is one of the main problems of the livestock policy. 35.5% disagreed with the statement (21.9% strongly disagreed, 13.6% disagreed) and 10.7% were neutral. 68

69 Table 15.3: Q18 - lack of evaluation of administrators The results on question 18, in table 15.3 showed that 79.4% of the respondents agreed with this statement (39.9% strongly agreed and 39.5% agreed), while only 16.8% in total disagreed and 3.8% were neutral. So, the lack of evaluation of administrators is among the most problematic issues of livestock policy. able 16.3: Q20 - lack of training and extension The results finding on question 20, in table 16.3 revealed that a slightly share of 51.6% of all respondents agreed with this statement that lack of training and extension within the main problem of livestock policy. Then, 11.5% strongly disagreed, 23.3% disagreed and a neutral attitude was shown by 13.6%. In Chad, the appropriateness and sufficiency of training must 69

70 be a sensitive matter for the country, otherwise the country will fail to deliver efficient and productive outcome for the development of livestock. CONCLUSION The factors that constraint the development of livestock have been identified; among the livestock productivity system factors in terms of their impact on livestock policy, there are extensive breeding systems; animal health issues; and veterinary pharmacy. In economic environment factors are lack of modernization of slaughterhouse; lack of modernization of livestock market systems; lack of livestock trade marketing systems; and lack of livestock budget prioritizing. In public administration and governance identified factors are lack of livestock policy prioritizing; inappropriate project management; lack of strategic management capacity; and lack of administration of capacity building. And in management of human resources development and policy the influencing factors are lack of application of the merit system principles; lack of evaluation of administrators; and lack of training and extension. In view of the dependence of its economy on oil, Chad needs to diversify its economy by developing the livestock sector, in order to use it to cushion economic shocks and compensate for the losses in fiscal revenues attributable to the fall in the price of oil. In order to tackle those identified constraints which impacting the livestock development policy the government need to implement a new strategic planning. This new strategic planning will have a comprehensive strategic framework to provide essential guidelines for selecting livestock priority projects, thus providing highest political support and commitment. Based on practices and analysis on the manner the strategic planning will adopt a new approach to public administration, it will assess that more efficiently in a process management and will do the efforts to avoid the barriers which impact the organization whether public or private in charge of livestock policies, as well as the need for focusing on results, which conditioned the approach for division of the scope. 70

71 REFERENCES Adam A. A. (2018), An Overview of Approaches to the Study of Public Policy. International Journal of Political Science, V. 4, N. 1. Allais M. (1953), Le Comportement de l Homme Rationnel devant le Risque, Critique des Postulats et Axiomes de l Ecole Américaine, Econometrica. Andrew M. C. (2015), Rationality assumptions of game theory and the backward induction paradox, University of Leicester United Kingdom. Anthony K. (2015), Decision Making Using Game Theory, University of Southampton. 30 March Barret S. & Fudge C. (1981), Examining the policy-action relationship. In S. Barret, & C. Fudge (Eds.), Policy and action, London: Methuen, ss Bernard B. (2011), La science économique comme théorie du choix rationnel est une science morale et normative, Journées de l Association Charles Gide Justice et économie : doctrines anciennes et nouvelles théories, Université Toulouse 1 Capitole, Jun 2011, Toulouse, France. Becker G. S. (1962), Irrational behavior and economic theory, Journal of Political Economy, Vol. 70, No. 1, pp Boudon R. (1998), Limitations of rational choice theory, American Journal of Sociology. Vol. 104, No. 3, pp Charles L. C. & Eloise, F. M. (2009), Public Policy: Perspectives and Choices, CO: Lynne Rienner Publishers. Cohen M. and Tallon, J-M. (2000), Decision dans le risque et l incertain : l apport des modèles non-additifs, Revue d économie politique. Vol. 110, No., pp Cloete F. (2006), Public policy in more and lesser developed states, F. Cloete., H. Wissink and C. de Coning (eds.) Improving public policy from theory to practice, Pretoria South- Africa.: Van Schaik, pp Fischler F., Miller G.J. and Sidney M.S. (2006) Handbook of Public Policy Analysis Theory, Politics, and Method, Boca Raton, London and New York: Taylor and Francis Group. Friedman J. (1996), Introduction: Economic approaches to politics, J. Friedman (ed.) The rational choice controversy: Economic models of politics reconsidered, New Haven and London: Yale University Press, pp Green, D. P. & Shapiro I. (1996), Pathologies of rational choice theory: A critique of applications in political science, New Haven: Yale University Press. Hirshleifer J. & John G. R. (1992), The analytics of uncertainty and information, Cambridge and New York: Cambridge University Press. 71

72 Hjort af Ornas A. (1990), As a Rainfall. Pastoralists and Planners Long-term Development Thinking. Paper to Pastoral Economies in Africa and Long-term Responses to Drought. Aberdeen University - Hollande, April Kavka G. (1991), Rational maximizing in economic theories of politics, K. R. Monroe (ed.) The economic approach to politics: A critical reassessment of the theory of rational action, New York: Harper Collins, pp Koussou M. O. (2005), Dynamique de la sous-filière d approvisionnement de N Djamena en lait «frais», CIRADEMVT, Montpellier. Koussou M.O. et Liage, L. (2003), Commercialisation du bétail entre le Tchad et le Nigeria, Rapport de mission, LRVZ/IRA, Paris. Koussou M.O. (2008), Dynamique des changements dans le secteur de l élevage au Tchad. Le cas de la filière lait de N Djaména, Thèse de doctorat en systèmes d élevage et filières animals, Agro Paris Tech. Paris. Lane J. E. (1995), The public sector: Concepts, models and approaches, London: SAGE. Richard B. & Sylvain B. (2003) Les conséquences des choix politiques : choıx rationnel et action publique, Revue française de science politique, Vol. 15, No. 1, pp Simon H. A. (1957), Models of Man, Social and Rational: Mathematical Essays on Rational Human Behavior in a Social Setting, New York: John Wiley and Sons. Simon H.A. (1955), A behavioral model of rational choice, The Quarterly Journal of Economics, Vol. 69, No. 1, pp Simon H. A. (1977), The new science of management decision, revised edition, New York, Harper and Brothers Publishers. Stoker R. P. (1989), A Regime Framework for Implementation Analysis: Cooperation and reconciliation of federalist imperatives, Policy Studies Review, Vol. 9, No. 1, pp Udehn L. (1995), The limits of public choice: A sociological critique of the economic theory of politics, New York: Routledge. Waller P., Morris R.M., Simpson D. and Hazell R. (2009), Understanding the Formulation and Development of Government Policy in the Context of FOI, Prepared for the Information Commissioner s Office bythe Constitution Unit, London s Global University. 72

73 HAKİM PARTİ DÖNEMİNDE YEREL YÖNETİMDE KADINLARIN SİYASAL ROLLERİ Öz Zeynep GÜNAY 32 Bu çalışmada; Türk toplumunun dününe, bugününe ve geleceğine yön veren kadın siyasetçilerinin, yerel yönetimde siyasal katılımın niceliği ve siyasette kadının aktif rol almasının sebep ve sonuçları ele alınmıştır. Cinsiyete yönelik bir takım ön yargılar meslek seçiminde etkili hale gelmiştir. Kadınların üst düzey yönetici kadrolarına gelmesini engelleyen somut bir engel olmamasına rağmen, yapay duvar olarak adlandırılan cam tavan kavramı ile kadınlar karşı karşıya kalmaktadır. Cinsiyet rolleri yüzünden kadınlar kamusal alanda daha az görülmektedir. Cumhuriyet in ilanı ile birlikte siyasal haklarını elde eden Türk kadını günümüzde dahi siyaset meydanında istenilen düzeyde aktif değildir. Bu çalışmada tarihsel süreç içinde kadınlara biçilen siyasi rol tanımının içeriği ve niteliksel boyutu ele alınmıştır. Siyasette yer alabilen kadınların temel sorunları üzerinde durulmuştur. Anahtar Kelimeler: Kadın, Yönetim, Hakim Parti, Siyasal Katılım. Political Roles of Women in Local Governments During the Dominant Party Period Abstract In this study; The reasons and the consequences of women's active participation in politics and the political participation of women politicians in the local administration of the world, which guided the past, present and future of Turkish society were discussed. A number of prejudices towards gender have become effective in career choice. Although there is no concrete obstacle preventing women from coming to the top level management positions, the concept of glass ceiling, which is called artificial wall, faces women. Because of their gender roles, women are less common in the public sphere. The Turkish women, who gained political rights along with the proclamation of the Republic, are not active at the desired level in the political arena even today. In this study, the content and the qualitative aspect of the definition of political role in women have been discussed. The main problems of women who can participate in politics are emphasized. Key words: Woman, Governments, Dominant Party, Political Participation. GİRİŞ Demokrasi, dünya ülkelerinin yarısından fazlasında kabul görmüş bir yönetim biçimidir. Demokrasi tanımının gerekliliklerinden biri olan; halkın siyasal denetim sürecinde karar alım süreçlerine iştirak etmesidir. Demokrasinin tam anlamını taşıyabilmesi için karar mekanizmasında kadın ve erkeklerin eşit bir şekilde temsil edilmesi gerekmektedir. Günümüzde siyasetin erkek işi olarak literatürde yer alma sebeplerinden biri de aslında tarih boyunca kadının asli görevinin hane içersinde sınırlı olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır. Ataerkil bir toplumun haiz olduğu geleneksel yapı ve kültürel değerler, 32 Zeynep GÜNAY, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Tarihi, Doktora Öğrencisi, gnyzeyneb@gmail.com *Bu bildiri IV. STRATEJİK KAMU YÖNETİMİ SEMPOZYUMU (SKYS) 2018 adlı sempozyumda sunulmuştur. Genişletilmiş hali için bkz. Hakim Parti Döneminde Kadınların Siyasal Rolleri : İstanbul İli Örneği 73

74 toplumun kalıplaşmış ön yargılarını oluşturmaktadır. Cinsiyete yönelik tutumlar, kadının siyaset arenasında yer almasını sınırlandırmıştır. Kadına karşı oluşturulan bu algı, kadınların siyasete karşı ilgi ve alakasını da olumsuz etkilemiştir. Toplam nüfusun yarısını kadınların oluşturmasına rağmen siyasi platformda kadınlara ait koltuk sayısı oldukça düşüktür. 1. SİYASET VE SİYASAL KATILIM Siyaset, Arapça kökenli bir kelime olup, sözlük karşılığı düzenlemek, geliştirmek, eğitmek anlamlarına gelmektedir. Eski dilde de yönetme bilgi ve tecrübesi- tekniği anlamlarında kullanılmıştır. (Kaplan,1994:11-16) Kelimenin batı dillerinde karşılığı politika Grekçe politeia şehir yerel yönetim ve kamu düzeni anlamına gelen police den türetildiği kabul edilmektedir. (Aydın,2013:184) Demokratik yönetimin temel ilkelerinden biri siyasal katılımdır. Siyasi katılım denildiği zaman maalesef sadece oy verme olarak algılanmaktadır. Siyasal katılım aynı zamanda merkez ve yerelde siyasette aktif olarak yer alabilmektir. (Tokgöz,1979:15-16) Bireylerin siyasete katılma sebeplerini birden fazla kalem altında toplamamız mümkündür. Aile faktörü, toplum içersinde statü sorunları, psikolojik sebepler, çevre edinme ve içinde bulunduğu topluma yabancılaşmama gibi sebepler sayılabilir. Siyasal katılıma etki eden faktörlere baktığımız zaman; sosyo-ekonomik hayat, yaş, eğitim seviyesi, cinsiyet, aile ve toplumsal yapı, siyasete olan ilgi, bireyin girişimci olması, meslek ve statü, bireyin nerede ikamet ettiği ve siyasal bilinç gibi sebepleri sıralayabiliriz Kadınlara Verilen Siyasi Rolün Tarihi Türk tarihine bakıldığı zaman tüm araştırmacıların mutabık olduğu konulardan biri de Türk kadınının sosyal statüsündeki yeridir. Türk kadını toplumsal statü açısından erkek ile, İslam dininin kabul edildiği 8. yy a kadar eşitti. Hun hakimiyetinin olduğu zamanlarda hakan eşi hatun ile birlikte devleti temsil etmekteydi. (Doğramacı, 1989:1) Hükümdarın fermanları Hakan ve Hatun emrediyor diye başlar, ibadetlere, dini ve siyasi tüm törenlere hatun da iştirak ederdi. (Doğramacı,1989:2) Selçuklu egemenliği yaklaşık 300 yıl sürmüştür. Bu zaman diliminde kadının sosyal durumu, değişimlere tabi olmuştur. Kadın sanat ve kültür camiasında yer almaya başlamıştır. Selçuklu da olduğu gibi Osmanlı da da kadın siyasette yer almıştır. Hürrem Sultan, Kösem Sultan,Turhan Sultan ve Nur Banu Sultan gibi hanedan kadınları saray içinde ve dışında siyasette aktif rol üstlenmiştir. Cumhuriyet in ilanı ile birlikte laik hukukun benimsenmesi ile her alanda eşitlikçi kamu politikaları ile devlet, katılımı teşvik etmiştir. 3 Nisan 1930 tarihinde Belediye Kanunu nun sağladığı haktan yararlanarak ilk kez Türk kadını sandık başına gidebilmiştir yılında köy yasası revize edilerek kadınlara da muhtar kurulunu seçmek ve seçilmek hakkı verilmiştir. Demokrasinin tam manası ile uygulanabilmesi için kadınlara 5 Aralık 1934 te seçme ve seçilme hakkı verilmiştir.1934 ten sonra yapılan ilk seçimlerde 395 milletvekili içinde 17 kadın milletvekili( daha sonra yapılan ara seçimlerle 18 e çıkmıştır.) yer alabilmiştir. 74

75 2. HAKİM PARTİ DÖNEMİNDE KADININ SİYASİ KATILIMI Kadına seçme ve seçilme hakkı verilmesine rağmen ne yerel düzeyde ne de parlamentoda istenilen düzeyde katılım sağlanamamıştır. Kadının siyasi hayata katılımı önünde somut engeller olmamasına rağmen soyut olarak adlandırılan cam tavan etkisi söz konusudur. Siyaset, yoğun bir iş temposu ve fazla mesai gerektiren bir alan olduğu için, kadınlara yüklenen ailevi yükümlülükler ile çatışmaktadır. Siyasal hayat, geleneksel iş bölümünde erkeklere biçilen roller ile uyumludur. (Arat, 1992:50) Ayrıca siyaset yapısı itibariyle kadına münhasır olmadığı daha çok erkeksi bir meslek grubu olduğu ifade edilmektedir. Bu durum hırs, öfke, rekabet, sertlik vb. durumlar ile ilişkilendirilmektedir.( Toksabay ve Memişoğlu, 2007:50) 1999 dan günümüze hakim parti döneminde temsil edilen kadın milletvekili sayısı eskiye oranla sayı olarak daha fazladır. Aşağıdaki tabloda yüksek seçim kurulunun arşivlerinden alınan istatistiksel veriler yer almaktadır. Tablo. 3. Hakim Parti Döneminde Cinsiyete Göre Milletvekili Sayısı ve Temsil Oranı Seçim Yılı Toplam Milletvekili Kadın Milletvekili Temsil Oranı % Sayısı Sayısı , , , (07.06.) , (01.11) , ,3 Kaynakça: Ekim, 2018 Toplum içinde kadına yüklenilen misyonun değişmesi, kadının eğitim seviyesinde ki değişim gibi faktörler siyasi katılıma olan oranı etkilemiştir. Ancak toplam nüfusta ki kadın oranına göre temsil edilen kadın oranı yine istenilen düzeyde değildir. Gelişmişlik düzeyi ile demokrasi tanımını doğru anlama ve algılama arasında doğru orantı vardır. İnsan haklarına olan duyarlılık da yine bürokraside kadın katılım oranını etkilemiştir. Kadına yüklenilen misyonun genişletilmesi ile birlikte bilinçli ebeveyn ve bilinçli bir toplum ile kadın siyasette yer edinebilmiştir. Tablo. 4 Yerel Yönetimde Temsil Edilen Kadın Sayısı ve Kadın Oranı Toplam Sayı Kadın Sayısı Kadın Oranı % Büyükşehir Belediye Başkanı ,6 İl, İlçe, Belde ,7 Belediye Başkanı İl, ,7 İlçe, Belde Belediye Eş Başkanları ile İl Genel Meclisi Üyesi ,8 Belediye Üyesi Meclis ,7 Kaynak: Ekim,

76 Bu tabloda yer alan bilgiler, Şubat 2017 tarihli verileri sunmaktadır. Yerel yönetimde temsil edilen kadın sayısı parlamentoda olduğu gibi istenilen düzeyde değildir. Ülkemizde kadınların temsil noktasındaki yetersizliklerine ilişkin önemli sorunlar hala daha devam etmektedir. Bu yetersizlik yerel düzeyde olduğu gibi parlamentoda da söz konusudur. Kadınların siyasal alanda temsil sayısını artırmak ve kadın-erkek eşitliğini sağlamak için kota uygulamaları gibi bazı önemler alınmalıdır.( Kılınç, 2000:7) Buradaki nihai amaç kadınları ayrıcalıklı bir konuma getirmek değil bilakis mevcut olan dezavantajları ortadan kaldırmak ve erkekler ile eşit statüde yer almalarıdır. Elbette kota uygulaması tek başına yeterli bir çözüm değildir. Gerçek anlamda eşitliği sağlayacak yasal altyapı oluşturulmalıdır. Ayrıca kadınların eğitim seviyesi yükseltilmeli, kadınlar iş hayatında erkekler ile eşit ekonomik statüye sahip olmalıdır. (Eser, 2010:20) SONUÇ Türkiye de bugün özel sektörde ekonomik ve sosyal hayatta aktif olarak görev alan kadın siyasi platformda istenilen düzeyde değildir. Kadına yüklenilen birden fazla görev kadını bu platformdan alıkoymaktadır. Seçim zamanlarında mahalle ve ilçeleri dolaşıp vitrin görevi sergileyen partili kadınlara maalesef sadece sahada yer alabilmektedir. Kadına münhasır görevler haricinde toplumsal dayatma olarak toplumun belirlemiş olduğu çerçeve dışına çıkamayan kadınlar siyasi katılım hususunda sıkıntı yaşamaktadır. Siyaset meydanlarında kadına yönelik pozitif ayrımcılığın varlığından her ne kadar bahsedilse de kadınlara ayrılan mecliste ki koltuk sayısı oldukça azdır. Kadınlar kendilerine fazladan verilmek üzere hak talebinde bulunmamaktadır, yalnızca kendilerine verilen hakkı ifa etmek istemektedirler. KAYNAKÇA Arat, Necla. (1980) Kadın Sorunu, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul Ayata Güneş, Ayşe. (1995) Türkiye'de Kadının Siyasete Katılımı, (Der. Şirin TEKELİ) 1980'ler Türkiye sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, Ankara Aydın, Mustafa (2013) Kurumlar Sosyolojisi, Açılım Kitap, İstanbul Berktay, Fatmagül. (2000) Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Metis Yayınları Çakır, Serpil (1996), Osmanlı Kadın Hareketi, 2. Basım, Metis Yayınları, İstanbul. Daver, Bülent. (1993) Siyaset Bilimine Giriş, Ankara. Doğramacı, Emel. (1989) Türk Kadınının Dünü ve Bugünü, İş Bankası Yayınları, Ankara Eser, Bahadır. Kadınların Siyasal Katılımını Artırmaya Yönelik Bir Yöntem Olarak Kota Uygulamaları, Yerel Sıyaset, Sayı.19, Ankara,2007. Göksel, Burhan. (1988) Çağlar Boyunca Türk Kadını ve Atatürk, Kültür Bakanlığı Yayınları: 906, Ankara. 76

77 Kabasakal,S. (2007) Türkiye de Kadının Siyasal Karar Alma Süreçlerine Katılımı: Celal Bayar Üniversitesinde Örnek Bir Uygulama. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Celal Bayar Üniversitesi KADIN ADAYLARI DESTEKLEME VE EĞİTME DERNEĞİ (KA-DER) (2004) Kadın Siyasetçinin El Kitabı, İstanbul: KA-DER Genel Merkez Yayını Kafesoğlu,İbrahim. (1997) Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, İstanbul. Kaplan, Yaşar. (1994) Siyaset Bilinci, Denge Yayınları, İstanbul. Keçeci Kurt, Songül. (2011)Haremden Mektebe, Yitik Hazine Yayınları, İzmir. Kızıloluk, Hakkı. (1999) Cumhuriyet Döneminde Kadına Verilen Siyasal Haklar ve Bunun Siyasal Katılım Üzerindeki Etkileri. Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi. (22), Kovanlıkaya, Çağlayan. (1999) Türkiye de Politik Alanda Kadınlar ve Kadın Politikası, Mimar Sinan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi: İstanbul. Özkul, Metin.- Tatar, Taner. (1997), Kurumlar Sosyolojisi, Ders Notları, Malatya Tokgöz, Oya, Siyasal Haberleşme ve Kadın, Ank. Ünv. Siy. Bil. Fak. Yayın No:429,Sevinç, Anakara,

78 KATMA DEĞER VERGİSİ NDE MÜKELLEFLERİN VERGİYE KARŞI GÖNÜLSÜZLÜKLERİN NEDENLERİ Dr Ög. Üyesi. Recep YÜCEDOĞRU 33 Gülcan ÖREN 34 Öz Ülkemizde dolaylı vergiler içerisinde 1985 ten beri uygulanan Katma Değer Vergisi (KDV), gerek mükellef sayısı bakımından gerekse geniş bir vergi tabanına sahip olması nedeniyle vergi gelirleri içinde payı bakımından diğer vergilerden farklılık göstermektedir. Gelir İdaresi tarafından yayınlanan 2017 verilerine göre KDV verileri diğer vergiler ile karşılaştırıldığında toplam vergi gelirleri içindeki payı ve faal mükellef sayıları bakımından KDV birinci sırada yer aldığını görmekteyiz. Bu açıdan bakıldığında KDV nin kamu bütçesi için önemi çok daha iyi anlaşılmaktadır Katma değer vergisinde mükelleflerin KDV algılama şekilleri perakende satış fişi ya da fatura alıp almama eğilimini etkilemektedir. Vergi gelirleri içinde önemli bir paya sahip olan KDV de mükelleflerin fiş ya da fatura alma eğilimi KDV sinde uyumun göstergelerinden biri olarak söyleyebiliriz. Mükelleflerin fiş ya da fatura alma esnasında sergilemiş oldukları tutum ve davranışlarının nedenleri araştırmak ve bu nedenleri ortaya koyarak ve çözüm üretilmesi sonucunda hem KDV gelirlerini ve dolaylı olarak kamu gelirlerinin artmasını sağlanabilir. Ayrıca KDV uyumunu sağlamak kayıt dışı ekonominin de bir kısmının kayıt altına alınmasını sağlayacaktır. Bu rağmen ülkemizde KDV nin doğuşunu sağlayan perakenden satış fişi düzenlenmesi ya da bunun talep etme davranışının yaygın olmadığı bir gerçektir. Vergi literatürünü incelediğimizde bu davranışın nedenleri üzerinde yapılmış spesifik bir araştırmaya rastlanılmamıştır. Yukarıda bahsedilen literatür boşluğundan yola çıkarak mükelleflerin fiş ve fatura alma esnasında sergilemiş oldukları olumsuz tutum ve davranış nedenlerini bulabilmek için bir çalışma yapıldı. Çalışmada 15 KDV mükellefi ile görüşüldü ve toplam 19 tane soru yöneltilerek mükelleflerin fiş ya da fatura alma alışkanlıklarının etkileyen nedenler araştırılmıştır ve birden fazla neden ortaya konulmuştur. Mükelleflerin fiş ya da fatura alma alışkanlıkları etkileyen önemli sebeplerden bir tanesinin ekonomik sebepler olduğu ve mükelleflerin aldıkları fiş ya da faturaların kendilerine bir fayda sağlaması gerektiğini düşünmektedirler. Bunun ile birlikte mükelleflerin sosyal ve demografik özelliklerinin vergi uyumunda etkili olduğu ortaya çıkmıştır. Örneğin; Fiş ya da faturanın sağlayacağı ekonomik fayda ile beraber mükelleflere diğer mükellefler tarafından yapılacak telkin ya da tepkinin varlığı ile birlikte uyumun artacağı gözlemlenmiştir. Ayrıca mükellefler kamu spotları ile oluşturulan bilinçlendirilmenin eksikliğinden de bahsetmektedir. Mükelleflerin KDV uyumunu etkileyen birçok neden bu çalışma sonucunda ortaya konulmuştur. Anahtar Kelimeler: KDV uyumu, Perakende satış fişi, Ekonomik fayda. 33 Dr.Öğr.Üy. Recep Yücedoğru,Bülent Ecevit Üniversitesi İİBF 34 Gülcan Ören Yüksek Lisans Öğrencisi 78

79 In Vat, The Reasons Of Reluctances Of Taxplayers Aganist Tax: Causes Of Retail Sales Slip Against Takıng Reluctance Taxpayers Abstract Value Added Tax (VAT), which has been applied in indirect taxes since 1985 in our country, differs from other taxes in terms of share in tax revenues because of its large tax base in terms of the number of taxpayers. According to the data published by the Revenue Administration in 2017, we see that VAT is the first place in terms of the share of total tax revenues and the number of active taxpayers when compared to other taxes. From this point of view, the importance of VAT for the public budget is much better understood. Taxpayers' perception of value added tax affects their tendency to receive retail sales receipts or invoices. In VAT, which has a significant share in tax revenues, we can say that the tendency of taxpayers to request a receipt or invoice is one of the indicators of compliance in VAT. Taxpayers can be provided with both VAT incentives and indirectly public incomes as a result of investigating the causes and behavior of the attitudes and behaviors exhibited by the taxpayers or invoices, Also, ensuring VAT compliance will ensure that some part of the informal economy is recorded. Despite this, it is a fact that the regulation of retail sales favors that provides the birth of VAT in our country is not common. When we examine the tax literature, no specific research on the causes of this behavior has been found. A study was conducted to find out the causes of negative attitudes and behaviors exhibited by the taxpayers during receipt of receipt and invoice by way of the above-mentioned literature space. In the study, 15 VAT taxpayers were interviewed and a total of 19 questions were addressed to investigate the reasons affecting taxpayers' habits of purchasing receipts or invoices, and more than one reason was put forward. They think that one of the important reasons affecting taxpayers' habits of getting a receipt or receipt is economic reasons and that the receipts or invoices received by the taxpayers should benefit them. However, the social and demographic characteristics of the taxpayers were found to be influential in tax compliance. For example; It has been observed that with the economic benefit provided by the receipt or the taxpayer, the taxpayer will be accompanied by the suggestion of other taxpayers or the presence of the response. Taxpayers also talk about the lack of awareness of public spots. Many reasons why taxpayers' compliance with VAT have been put forward as a result of this study. Key words: VAT compliance, Retail sales, Economic benefit. GİRİŞ Her geçen gün artan kamu hizmeti talebi ve paralel olarak büyüyen kamu harcamaları dikkate alındığında hem kamu hizmeti talebini karşılamak hem de yapılacak kamu hizmetleri finansmanı için gerekli olan kaynağın bulunması devletlerin üzerinde durduğu önemli bir konudur. Devlet gelirlerinden olan vergilerde kamu hizmetleri ve kamu harcamalarının önemli finans kaynağıdır. Vergi çeşitlerinden bir tanesi olan Katma değer vergisi üzerine son yıllarda uluslararası literatürde önemli çalışmalar ve düzenlemeler yapılmaktadır. KDV mükelleflerin günlük hayatlarında sıkça karşılaştıkları bir vergi olduğundan mükelleflerin vergiye karşı göstermiş oldukları tutum ve davranışlar vergi uyumu konusunda önem kazanmaktadır. Uluslararası literatürde KDV uyumunu etkileyen faktörler yapılan çalışmalar ile ortaya konulmuş ve KDV uyumunu sağlama konusunda düzenlemeler yapılmıştır. 79

80 Örneğin; Malta(1995) şanlı fatura düzenlemesi ile mükelleflere perakende satış fişi- fatura alma alışkanlığının kazandırılmasının sağlamaya çalışmış ve önemli ölçüde başarılı olmuştur. Şanslı fatura uygulamasında vergi dairelerinin belirlediği şartlara uyan ve her ayın belirli tarihlerinde bildirilen makbuzlar bir havuz içerinde toplanır ve çekilişle şanslı makbuzlar belirlenir. Şanslı makbuz çekilişi 100 kez tekrarlanır ve her şanslı makbuz için belirlenen maksimum ve minimum olmak üzere para ödülleri verilmektedir. Yapılan bu düzenleme hem mükelleflere perakende satış fişi -fatura alma alışkanlığı kazandırılmaya çalışılmış ve bu sayede kamu gelirleri artırılmış hem de vergi dairelerinin etkinliği artırılmıştır. Ülkemizde dolaylı vergiler içerisinde 1985 ten beri uygulanan Katma Değer Vergisi (KDV), gerek mükellef sayısı bakımından gerekse geniş bir vergi tabanına sahip olması nedeniyle vergi gelirleri içinde payı bakımından diğer vergilerden farklılık göstermektedir. Gelir İdaresi tarafından yayınlanan 2017 verilerine göre KDV verileri diğer vergiler ile karşılaştırıldığında toplam vergi gelirleri içindeki payı ve faal mükellef sayıları bakımından KDV birinci sırada yer aldığını görmekteyiz. Bu açıdan bakıldığında KDV nin kamu bütçesi için önemi çok daha iyi anlaşılmaktadır. Fakat KDV kamu bütçesinde büyük paya sahip olmasına rağmen ulusal literatürü incelediğimizde mükelleflerin KDV uyumunu etkileyen faktörleri ortaya koyan bir çalışmaya rastlanılmamaktadır. Ülkemiz için vergi gelirleri içinde büyük paya sahip olan KDV de uyumu sağlamak, vergi gelirlerinde önemli bir artış sağlayacağı gibi kayıt dışı ekonominin azalmasına da etki edecektir. Buna rağmen KDV de ülkemizde vergiye uyum davranışının yaygın olmadığı bir gerçektir. Özellikle, KDV nin doğuşunu sağlayan mal ve hizmet teslimlerinde perakende satış fişi düzenlemek ya da bunları talep etme davranışının toplumumuzda yaygın olmadığı gözlemlenmektedir. Katma değer vergisinde mükelleflerin KDV algılama şekilleri perakende satış fişi - fatura alıp almama eğilimini etkilemektedir. Bu çalışmada ülkemizde mükelleflerin perakende satış fişi ya da fatura almalarını etkileyen faktörleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Çalışma kapsamında örneklem kütlesi olarak çeşitli meslek gruplarından rastgele seçilen 15 KDV mükellefi ile yarı- yapılandırılmış görüşme yöntemi bulguları değerlendirilmeye alınmıştır. Elde edilen bulgular ışında mükelleflerin perakende fiş ya da fatura alma alışkanlıklarını etkileyen faktörler arasında ekonomik, vergi denetimi, vergi adaleti, fiş ya da faturaya duyulan ihtiyaç, fiş ya da fatura algısı, ödüllendirilme ve teşvik gibi birçok faktörlerin etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Görüşme metodolojisinde izleyen yol ise; Elde edilen veriler tekrar tekrar okunularak ve önemli detaylar not alınarak verilere aşinalık sağlandı, verilerde ilginç bulunan noktaların sistematik olarak kodlaması yapılarak ayrıldı, verilerin tamamı potansiyel temalara ayrıldı, veriler kodlarına doğru bir şekilde ayrılmış mı kontrol edildi ve analizin tematik haritası oluşturuldu, oluşturulan her bir tema isimlendirildi ve temaların tanımlama işlemleri yapıldı. Son olarak ise analiz oluşturma, araştırma sorusu, çalışma amacı ve gözden geçirilen literatür analizi ile ilişkilendirme yapılarak rapor oluşturuldu. Çalışma sonucunda mükelleflerin KDV uyumunu etkileyen faktörler 17 başlık altında belirtildi. Mükelleflerin vergi uyumunu etkileyen faktörler sırasıyla; Vergi yükü; Görüşmeler esnasında 11 mükellefimiz KDV bir yük olarak algılamaktadır. Mükellefler KDV nin kendilerinin cebinden çıkan fuzuli bir para olarak düşünmekte ve oluşturdukları kişisel bütçelerine bir yük olarak görmektedirler. 6 Mükellef KDV nın adil bir vergi olmadığı düşünmektedirler. Gerek bütçelerinde oluşturduğu yük bakımından gerekse 80

81 politika yapıcılarının uyguladığı politikalardan dolayı adil bir vergi olmadığını düşünmektedirler. 6 mükellef KDV de vergi dışı bırakılan malların ya da bazı ürünlere uygulanan düşük vergi oranı mükellefler arasındaki eşitliği bozduğunu ve bu durumun KDV uyumunu olumsuz bir şekilde etkilediğini söylemektedirler. 8 mükellefimiz günümüzde vergi denetiminin etkin bir şekilde yapılmadığını düşünmektedir. 5 Mükellef vergi uyumunda vergi cezalarının caydırıcı özelliğinin etkin bir şekilde kullanılması gerektiğini düşünmektedir. Günümüzde uygulanan denetim ve vergi ceza oranlarının etkinliğinin olmadığını düşünmektedirler. Görüşme yapılan mükelleflerin tamamı KDV hakkında yeterli bilgiye sahip değiller. Vergi hakkında bilgi edinme yollarından en etkili olanın kamu spotlarının olduğu düşüncesindeler. Fakat görüşme yapılan mükellefler günümüzdeki kamu spotlarının eksik ve akılda kalıcı olmadığını düşünmektedirler. Mükelleflerin tamamının günümüzde Fiş fatura alma alışkanlıklarında çevresinden herhangi bir telkin ya da tepki şeklinde bir vergi kültürü oluşturmamışlardır. Mükelleflerin tamamı Ödüllendirme ve Teşvik konusunda ödüllendirmenin kendilerini teşvik edici bir unsur olarak görmektedirler. Fiş almada önemli etkenlerden biri olarak görebileceğimiz mükellefler tarafından fiş sadece gelir elde edilecekse alınabilecek bir belge olduğu şayet bir gelir elde edemezse mükellefler için gereksiz bir belge olduğu bilinci yerleşmiştir. 6 mükellefimiz KDV nın bütçelerini sarstığı ve bundan dolayı ödemek istemediklerini söylemektedirler. KDV mükellefler için alınan ürüne ödenen fazladan para şeklinde olumsuz bir düşünceye sahipler. 6 mükellefimiz Alışveriş esnasında kredi kartı kullanıldığında mükellefler fiş aldıklarını ancak nakit olarak alışveriş yaptıklarında ise aynı hassasiyeti göstermedikleri ortaya çıkmaktadır. 5 mükellefimiz için alışveriş tutarı fiş alıp almama eğilimini etkilemektedir. Özellikle düşük tutarlı alışverişlerde mükelleflerin fiş alma alışkanlıklarının az olduğu ortaya çıkmaktadır. 5 mükellefimiz için tutum ve davranışlarını belirlemede şirketlerin büyüklüğü ve kurumsallaşmanın varlığı KDV uyumunu önemli derecede etkilediğini söyleyebiliriz. 3 mükellefimiz için Belgeye duyulan ihtiyaç mükelleflerin fiş ya da fatura alma kültürü teknolojik ya da giyim alışverişlerinde olumlu tutum sergilerken gıda ya da günlük alışverişlerde aynı kültürün oluşmadığı mükelleflerin bu alanda olumsuz bir tutum ve davranış takındıkları gözlenmektedir. Mükelleflerin tamamı fiş ya da fatura belgelerine gereksiz bir çöp olarak görmektedirler. Fiş ya da faturanın herhangi bir maddi değeri olmadığı sürece mükellefler için herhangi bir anlam ifade etmemektedir. 2 mükellefimiz fiş ya da fatura almak için beklenen süreci zaman kaybı olarak değerlendirilmektedir. 8 mükellef iş ya da fatura almada satıcıların tutum ve davranışlarından etkilendiğini söylemektedirler. 4 mükellefimiz verginin şeffaf olması gerektiğini söylemektedirler. Mükelleflerimiz alınan verginin hangi alanlarda kullanıldığı ve kendilerine ne şekilde geri döndüğünü bilmek istemektedirler. 2 mükellefimizin verginin vatandaşlık görevi olduğu ve almak gerektiğini söylemektedir. 1 mükellef diğer mükelleflerin tutum ve davranışlarının vergi uyumunu etkili olduğunu söylemektedir. 81

82 KAYNAKÇA Arat, Necla. (1980) Kadın Sorunu, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul Ayata Güneş, Ayşe. (1995) Türkiye'de Kadının Siyasete Katılımı, (Der. Şirin TEKELİ) 1980'ler Türkiye sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, Ankara Aydın, Mustafa (2013) Kurumlar Sosyolojisi, Açılım Kitap, İstanbul Berktay, Fatmagül. (2000) Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Metis Yayınları Çakır, Serpil (1996), Osmanlı Kadın Hareketi, 2. Basım, Metis Yayınları, İstanbul. Daver, Bülent. (1993) Siyaset Bilimine Giriş, Ankara. Doğramacı, Emel. (1989) Türk Kadınının Dünü ve Bugünü, İş Bankası Yayınları, Ankara Eser, Bahadır. Kadınların Siyasal Katılımını Artırmaya Yönelik Bir Yöntem Olarak Kota Uygulamaları, Yerel Sıyaset, Sayı.19, Ankara,2007. Göksel, Burhan. (1988) Çağlar Boyunca Türk Kadını ve Atatürk, Kültür Bakanlığı Yayınları: 906, Ankara Kabasakal,S. (2007) Türkiye de Kadının Siyasal Karar Alma Süreçlerine Katılımı: Celal Bayar Üniversitesinde Örnek Bir Uygulama. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Celal Bayar Üniversitesi KADIN ADAYLARI DESTEKLEME VE EĞİTME DERNEĞİ (KA-DER) (2004) Kadın Siyasetçinin El Kitabı, İstanbul: KA-DER Genel Merkez Yayını Kafesoğlu,İbrahim. (1997) Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, İstanbul. Kaplan, Yaşar. (1994) Siyaset Bilinci, Denge Yayınları, İstanbul. Keçeci Kurt, Songül. (2011)Haremden Mektebe, Yitik Hazine Yayınları, İzmir. Kızıloluk, Hakkı. (1999) Cumhuriyet Döneminde Kadına Verilen Siyasal Haklar ve Bunun Siyasal Katılım Üzerindeki Etkileri. Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi. (22), Kovanlıkaya, Çağlayan. (1999) Türkiye de Politik Alanda Kadınlar ve Kadın Politikası, Mimar Sinan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi: İstanbul. Özkul, Metin.- Tatar, Taner. (1997), Kurumlar Sosyolojisi, Ders Notları, Malatya 82

83 TÜRKİYE DE STRATEJİK PLANLAMA: SON DÖNEM GELİŞMELERİN İNCELENMESİ Prof. Dr. Bayram COŞKUN35 Arş. Gör. Çiğdem PANK YILDIRIM36 Özet 2000 li yılların ilk yarısında Türkiye de önemli kamu yönetimi reformları yapılmıştır. Bu kapsamda kamu mali yönetimi de 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile yeniden düzenlenmiştir sayılı Kanun, kamu mali yönetim alına ilişkin düzenlemeler yanında idarenin yapı ve işleyişini de etkileyen bazı hükümler içermektedir. Bu kapsamda idare açısından eksikliği hissedilen kurumsal düzeyde planlamayı geçerli hale getirmek ve sürekliliğini sağlamak amacıyla Kanunun 9. maddesi ile kamu idareleri için stratejik plan yapma yükümlülüğü getirilmiştir. Yerel yönetimler için ise, genel hükümler yanında kendi kanunlarında stratejik plan hazırlama ve yönetsel faaliyetleri buna göre yürütme olgusu ayrıca düzenlenmiştir sayılı Kanunun 9. maddesinin 3. fıkrasına göre stratejik planlama ile ilgili usul ve esasların belirlenmesi hususunda Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarlığı yetkilendirilmiş iken, 2011 yılında DPT kapatılmış ve bu yetki yeni kurulan Kalkınma Bakanlığına geçmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş ile birlikte 5018 sayılı Kanunun 9. maddesinde gerçekleştirilen değişiklik ile bu usul ve esasları belirleme yetkisi Cumhurbaşkanına verilmiştir. Geçmişte 2006 yılında ifade edilen usul ve esasları belirlemek için bir yönetmelik çıkarılmıştır yılında ise Kalkınma Bakanlığınca Kamu İdarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik adında yeni bir yönetmelik çıkarılmış ve ilk yönetmelik yürürlükten kaldırılmıştır. 24 Temmuz 2018 tarihinde sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 13 numaralı Strateji ve Bütçe Başkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile stratejik planlamaya dair hususlar Strateji ve Bütçe Başkanlığın görev alanına dâhil edilmiştir. Bu çalışmada Türkiye deki stratejik planlama olgusunun genel tanıtımı yapıldıktan sonra, konu ile ilgili olarak yayımlanan iki yönetmelik düzenlemeleri arasındaki farklar ortaya konulmakta ve değerlendirilmektedir. Bunun yanında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte alanda yaşanılan değişimler üzerinde durulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Stratejik Planlama, Türkiye de Stratejik Planlama, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi. Strategic Planning In Turkey: Investigation Of Recent Period Developments Abstract In the first half of the 2000s, Turkey has made important reforms in public administration. In this context, public financial management has been rearranged with the Law No on Public Financial Management and Control. Law No includes some provisions that affect the structure and operation of the administration as well as the regulations on public financial management. In this context, in order to ensure the continuity of institutional planning and to ensure the continuity of the institutional level, which is felt as a lack of administration, the 9th article of the Law is obliged to make a strategic plan for public administrations. For local governments, besides the general provisions, the preparation of strategic plans and the conduct of administrative activities accordingly were regulated. While the Undersecretariat of State Planning Organization Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü bcoskun@gmail.com Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü, cigdem-zeynep@hotmail.com 83

84 (SPO) was authorized to determine the principles and procedures related to strategic planning in accordance with Article 9, paragraph 3 of Law 5018, the SPO was closed in 2011 and this authority was transferred to the newly established Ministry of Development. With the amendment of Article 9 of Law No. 5018, with the transition to the Presidential Government System, the power to determine these principles and procedures has been given to the President. In the past, a regulation was issued to determine the procedures and principles expressed in In 2018, a new regulation called Plan Regulation on Procedures and Principles Regarding Strategic Planning in Public Administrations was issued by the Ministry of Development and the first regulation was repealed. No. 13 on July 24, 2018, published in the Official Gazette No Presidency Decree on the Organization of the Strategy and Budget Presidency plan and strategic planning issues are included in the task of the Strategy and Budget Presidency. In this study, after made public the introduction of strategic planning cases in Turkey, the differences between the two regulations will be set forth in regulations issued on the subject and will be evaluated. In addition, with the Presidency Government System will have been focus on the changes experienced in the field. Key Words: Strategic Planning, Strategic Planning in Turkey, Presidential Government System. 1. GİRİŞ Günümüzde organizasyonlar bir taraftan iyi yönetimi gerçekleştirmek, diğer taraftan kendilerini tanımak ve gelecekte olmak istedikleri noktayı önceden belirlemek için stratejik planlama ve stratejik yönetim kavramlarına önem vermeye ve bunları yaklaşım ve uygulamalarının bir parçası haline getirmeye başlamışlardır. Bunun yanında planlama yönetim faaliyetlerinin doğal bir parçası olup, kaynakların verimli kullanılması ve yönetim faaliyetlerinin etkinliği açısından kaçınılmaz bir olgu niteliğindedir. Bu durum özel sektör kuruluşları için geçerli olduğu gibi, kamu teşkilatları açısından da geçerlidir. Ancak geçmişte Türkiye de kamu yönetimi alanında kurumsal düzeyde planlama faaliyetleri için işleyen standart bir yöntem oluşturulamamıştır. Planlı döneme geçildikten sonra bakanlık yapıları ve diğer kamu teşkilatları içinde Araştırma, Planlama ve Koordinasyon (APK) birimlerinin kurulması da istenen neticeyi temin edememiştir. Türkiye de kamu yönetimi reformlarının yapıldığı 2000 li yılların ortalarında kurumsal düzeyde planlamayı geçerli hale getirmek ve sürekliliğini sağlamak amacıyla 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile düzenleme yapılmış, Kanunun 9. maddesi ile kamu idareleri için stratejik plan yapma yükümlülüğü getirilmiştir sayılı Kanunun tanımları içeren 3. maddesinde stratejik plan: Kamu idarelerinin orta ve uzun vadeli amaçlarını, temel ilke ve politikalarını, hedef ve önceliklerini, performans ölçütlerini, bunlara ulaşmak için izlenecek yöntemler ile kaynak dağılımlarını içeren plan olarak tanımlanmıştır. Yerel yönetimler için ise bu genel hüküm yanında, 5393 sayılı Belediye Kanunu nun 41. maddesinde nüfusu nin üzerinde olan belediyeler için ve 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunun 31. maddesi ile de İl Özel İdareleri için stratejik plan yapma yükümlülüğü getirilmiştir. Bu yasal düzenlemeleri takiben, 5018 sayılı Kanunun verdiği yetki ve görev doğrultusunda 2006 yılında Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından Kamu İdarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik hazırlanmış ve yayımlanmıştır. Bu yönetmeliğin yayımlanması ile birlikte, kamu idarelerinde stratejik plan yapma süreci DPT nin yönlendirmesi ve gözetiminde işlemeye başlamıştır yılında Kalkınma Bakanlığı nın kurulması ve DPT nin kapatılıp yetkilerinin bu bakanlığa devredilmesiyle birlikte stratejik planlamayla ilgili görev ve yetkiler de Kalkınma Bakanlığına geçmiştir. 84

85 Stratejik planlama alanında yaşanılan 12 yılı aşkın tecrübe ışığında kamu idarelerinin stratejik planlama uygulamalarını iyileştirmek ve yaşanılan bazı sorunları ortadan kaldırmak için 2018 yılında Kalkınma Bakanlığınca Kamu İdarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik adında yeni bir yönetmelik çıkarılmış ve 2006 yılındaki ilk yönetmelik yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildikten sonra, bakanlık yapıları yeniden düzenlenmiş ve Kalkınma Bakanlığı kaldırılmıştır. Daha sonra Kalkınma Bakanlığının görevli ve yetkili olduğu birçok konuda görev ve yetki sahibi olan Strateji ve Bütçe Başkanlığı 13 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kurulmuş ve stratejik planlamaya dair hususlar Strateji ve Bütçe Başkanlığının görev alanına dâhil edilmiştir. Strateji ve Bütçe Başkanlığı, Bakanlıklar, Kurullar ve Ofisler adlı 1 Nolu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 37. maddesinde Cumhurbaşkanlığına bağlı kurum ve kuruluşlar arasında sayılmıştır. Yukarıda belirtilen hususlar doğrultusunda bu çalışmada öncelikli olarak, stratejik planlama ve stratejik yönetim kavramları üzerinde durulmakta bu kavramlarla ilgili değerlendirmelere yer verilmektedir. İkinci olarak, Türkiye de stratejik planlamanın gelişim süreci, bu konudaki mevzuat düzenlemeleri üzerinde durulmaktadır. Bunu takiben, 2018 yılında yürürlüğe giren Kamu İdarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ile 2006 tarihli yürüklükten kaldırılan yönetmelik arasındaki önemli farklar ele alınmakta ve değerlendirilmektedir. Son olarak da, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte stratejik planlamaya ilişkin oluşan değişikliklere değinilmektedir. 2. Stratejik Yönetim ve Stratejik Planlama Kavramları Stratejik yönetim ve stratejik planlama kavramlarından önce strateji kavramının açıklanmasında yarar vardır. Önceden belirlenen amaçlara ulaşmak için izlenen yol olarak ifade edilen strateji ilk başlarda askeri bir kavram olarak ortaya çıkmış, daha sonra ise iş dünyasında kullanılmaya başlanmıştır (Ereş, 2004: 21). Organizasyonalar açısından strateji, amaçlara ulaşmak için alınan önlemleri ve düzenlemeleri kapsamaktadır (Güçlü, 2003: 68). Günümüzde belirlenen stratejiler, kaynak ve yeteneklerinin elverdiği ölçüde organizasyonların çevreye uyumunu da içerir (Budak, 2000: 4). Ancak bilgi çağında organizasyonlar stratejilerini uygulamada başarısızlık yaşayabilmekte ve geleneksel performans değerlendirme yöntemlerinin yetersizliği gibi sorunlarla karşılaşabilmektedir. Başarılı organizasyonların arkasındaki gücün, stratejileri belirlemekten daha çok stratejileri uygulamaya yansıtabilmek olduğu söylenebilir. Organizasyonların stratejileri hayata geçirmekte karşılaştıkları en önemli engel olarak stratejinin örgütün çalışanları tarafından anlaşılmaması, hedef, ödüllendirme, kaynak kullanımı gibi teşvik edici faktörlerin stratejilerle ilişkilendirilememesi gibi faktörlerden bahsedilebilir (Güner, 2008: 249). Stratejilerin organizasyonların başarısı açısından oldukça önemli hale geldiği günümüzde, yönetim alanında stratejik yönetim ve stratejik planlama kavramları geliştirilmiş ve bu kapsamdaki uygulamalar teori ve uygulamada ön plana çıkmıştır. Bunun yanında küreselleşme sürecinde artan rekabet ortamı, bilgi ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmeler, bireylerin ihtiyaç ve beklentilerinin sürekli değişim içinde olması gibi nedenler de kurumları stratejik düşünmeye sevk etmektedir (Bayraktar ve Yıldız, 2007: 281). 85

86 Stratejik planlama, mevcut durumdan veya yakın gelecekten daha çok, örgütün daha uzun bir gelecekteki gelişim yönünü etkileyecek olan temel sorunlarla ilgilidir. Stratejik planlamanın başarılı sonuç vermesi için, örgütün üst yönetimince benimsenmesi, örgüt kültürü ile uyumlu olması ve uygulanabilir bir içerikte olması ifade edilmektedir (Tortop vd. 2010: 223). Stratejik yönetim, özel sektör, kamu sektörü ve üçüncü sektörde (kar amacı gütmeyen gönüllü sektörde) faaliyet gösteren tüm organizasyonlarda geleceğe yönelik amaç ve hedeflerin belirlenmesine ve bu hedeflere ulaşılabilmesi için yapılması gerekli işlemlerin tespit edilmesine imkân sağlayan bir yönetim tekniğidir (Aktan, 2008: 5). Stratejik yönetim; stratejilerin belirlenmesi ve uygulanabilmesi için örgüt içi her türlü tedbirin alınmasını kapsayan ve örgütün üst düzey yöneticilerinin faaliyetlerini ilgilendiren süreçler toplamı niteliğindedir (Ereş, 2004: 21). Stratejik yönetim, zamanı ve fırsatları iyi kullanma, gelecek yönelimi olma, olumsuz çevre şartlarına karşı doğru mücadele etme ve değişime ayak uydurmanın adıdır (Eryılmaz, 2015: 8). Stratejik yönetim sürecinin üç ana aşamasından söz edilebilir. Bunlar; hedeflere ulaşılabilmesi için stratejik planlama yapılması, planla saptanan stratejilerin uygulanması ve yürütülen faaliyetlerin yönetim amaçlarıyla uygunluğunun stratejik denetimidir (Söyler, 2007: 105). Stratejik yönetimde, sürekli değişim içinde olan çevreyi dikkate alarak ve çevreyle uyumlu yönetim politikaları oluşturmak yaklaşımı vardır. Stratejik yönetimin en önemli aşamasının stratejik planlama olduğu söylenebilir (Ereş, 2004: 21). Stratejik planlama her örgütte tepe yönetimi tarafından belirlenen, ileriye yönelik ulaşılması hedeflenen genel amaçları içerir (Ereş, 2004: 21). Stratejik planlama, örgütün bulunduğu nokta ile ulaşmak istediği nokta arasındaki yolu tarif etmektedir. Buna göre stratejik planlama, örgütün kaynakları ve hedefleri ile çevresel şartlar arasındaki uyumu sağlar, güçlü bir vizyon oluşturur. Stratejik planlama yapan örgütler, yapamayanlara göre geleceğe daha hazır olurlar ve çevrede meydana gelen gelişmelere karşı daha hazırlıklı olurlar. Stratejik planlamada SWOT analizi yöntemiyle organizasyonun güçlü ve zayıf yönleri saptanır ve organizasyonun çevresindeki fırsat ve tehditler belirlenir (Demir ve Yılmaz, 2010: 85). Yukarıdaki genel saptama yanında stratejik planlamanın başarılı olabilmesi için stratejik planlarda bulunması gereken bilgi ve gelecek yönelimi şunları kapsamalıdır (Küçüksüleymanoğlu, 2008: ): Örgütsel değerler ve ilkeler, vizyon, misyon, iç çevre analizi, dış çevre analizi, SWOT, kritik başarı etmenleri, amaçlar, hedefler, stratejiler ve politikalar, eylem planları, kaynak dağılımı, performans ölçümü li yıllarda yeni kamu yönetimi anlayışının güçlenmesiyle birlikte stratejik yönetim ve stratejik planlama kavramı kamu yönetimi alanı için de tartışılmaya başlanmış ve bununla ilgili yaklaşımlar geliştirilmiştir (Eryiğit, 2013: 152). Bir yönetim tekniği olarak stratejik yönetimin kökenleri özel sektör örgütlerinde 1950 lere kadar uzansa da, bu yönetim tekniğinin kamu yönetiminde uygulanmaya başlanması 1990 lı yıllarda söz konusu olmuştur (Barca ve Nohutçu, 2013: 341). Bu kapsamda stratejik yönetim, geleneksel kamu yönetimine alternatif arayışları arasında yer almıştır (Özgür, 2004: 1). Bu süreçle birlikte stratejik yönetim yaklaşımının uluslararası ilişkilerde, kamu yönetiminde, siyasette giderek daha fazla yönlendirici konuma gelen bir anlayışa dönüştüğü ifade edilmektedir (Barca, 2005: 8). Stratejik planlama ve stratejik yönetim hakkında yeni fikirlerin, yaklaşımların ortaya çıkması bu kavramların sürekli yenilenmesi ihtiyacını doğurmuştur. Bunlar zamanla kamu sektörü alanında da uygulanmaya başlanmıştır (Eryiğit, 2013: 170). 86

87 3. Türkiye de Ana Hatlarıyla Planlama ve Stratejik Planlama Sürecinin Gelişimi Türkiye de kamu kesimi açısından iktisadi amaçlı plan yapma uygulaması 1930 lu yıllara kadar gitmektedir. 1930'ların Sanayi Planları kıt kaynaklarla öncelikli, fakat entegre projelere ağırlık verme iradesinin örnekleridir. Birinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı, bir kısmi plan, yatırım planı niteliğindedir, temel amacı tüketim malları üretiminde belli artışlar sağlamaktır yılında hazırlıkları başlayan ve 1938 yılında yürürlüğe konulması öngörülen İkinci Beş Yıllık Sanayi Planının amaçları, Birinci Plana göre daha geniş tutulmuştur. Analizleri daha kapsamlı ve öncelikleri, yatırım malları ve ara malları yönünde yoğunlaştırılmış olan bu Plan, II. Dünya Savaşının iç ve dış etkileri nedeniyle değişen koşullar yüzünden uygulamaya konulamamıştır. Birinci ve İkinci Sanayi Planları birer "Proje demeti" niteliğindedir ve her iki Plan da sanayileşme için olanakları zorlamak ve bir uygulama disiplini getirmek istemişlerdir. Her iki Plan da, fiziksel planlama ve "mekâna yerleşen" bir yapı getirmeye çalışmıştır ( e. t ). Ancak bu planların kapsam ve içerik itibariyle program niteliğinde olduğu yönünde görüşler de vardır (Sezen, 1999: 143). Daha sonraları da ekonomik ve sosyal kalkınmanın hızlandırılması ve bu amaçla ülke kaynaklarının verimli kullanılması için makro ölçekte plan yapma ihtiyacı devam etmiştir. Bu ihtiyacı karşılamak amacıyla 1960 öncesinde bir planlama teşkilatı kurma çalışmaları başlatılmış ancak bu çalışmalar sonlanmadan 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi olmuştur 37. Darbe sonrasında 30 Eylül 1960 tarihinde kabul edilen 91 sayılı Kanun 38 ile Başbakanlığa bağlı olarak Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarlığı kurulmuştur. DPT nin görevleri Kanunun 2. maddesinde şu şekilde belirtilmiştir: a) Memleketin tabiî, beşerî ve iktisadi her türlü kaynak ve imkânlarını tam bir şekilde tesbit ederek takip edilecek iktisadi ve sosyal politikayı ve hedefleri tâyinde Hükümete yardımcı olmak; b) Muhtelif bakanlıkların iktisadi politikayı ilgilendiren faaliyetlerinde koordinasyonu temin etmek için tavsiyelerde bulunmak ve bu hususlarda müşavirlik yapmak; c) Hükümetçe kabul edilen hedefleri gerçekleştirecek uzun ve kısa vadeli plânları hazırlamak; d) Plânların başarı ile uygulanabilmesi için ilgili daire ve müesseselerle mahallî idarelerin kuruluş ve işleyişlerinin ıslahı hususunda tavsiyelerde bulunmak, e) Plânın uygulanmasını takip etmek, değerlendirmek ve gerekli hallerde plânda değişiklikler yapmak; f) Özel sektörün faaliyetlerini plânın hedef ve gayelerine uygun bir şekilde teşvik ve tanzim edecek tedbirleri tavsiye etmek. DPT ye verilen görevlerin genelde iktisadi nitelikli olduğu görülmekle beraber, Plânların başarı ile uygulanabilmesi için ilgili daire ve müesseselerle mahallî idarelerin kuruluş ve işleyişlerinin ıslahı hususunda tavsiyelerde bulunmak biçimindeki görevinin idari nitelikte olduğu söylenebilir. Nitekim bu görevin bir gereği olarak DPT idari reform amaçlı birçok çalışma yürütmüştür. 37 Merkezi bir planlama teşkilatı kurma çalışmaları 1960 öncesinde Demokrat Parti döneminde başlamıştır. Bu konuda geniş bilgi için bkz. (Mıhçıoğlu, 1985) tarihli ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanmıştır. 87

88 Daha sonra kabul edilen 1961 Anayasası ile DPT anayasal kuruluş haline getirilmiş 39, ancak 1982 Anayasası ile bu yaklaşımdan vaz geçilmiştir Anayasası ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınma amacıyla planlama yapmak ve bu planlama faaliyetlerini yürütmek üzere teşkilat kurmayı devlete görev olarak vermekle birlikte, DPT den ismen bahsetmemektedir. Bu nedenle 2011 yılında 641 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Kalkınma Bakanlığı kurularak DPT kapatılmış ve DPT ye ait olan görevler bu Bakanlığa verilmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildikten sonra çıkarılan 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde ise Kalkınma Bakanlığına yer verilmemiştir. Ancak daha sonra tarihli Resmi Gazete de yayımlanan 13 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Strateji ve Bütçe Başkanlığı kurulmuş ve kalkınma planları ile bunların izlenmesi konusunda bu başkanlığa görev verilmiştir. 41 Ulusal düzeyde/makro ölçekte ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı hızlandırmak ve ülke kaynaklarını verimli kullanmak amacıyla DPT nin kurulmasından sonra 1963 yılından itibaren planlı kalkınma dönemi başlamıştır. Planlı dönemin başlaması ile birlikte; kamu idareleri açısından bir taraftan DPT ile kendi görev alanları itibariyle planların hazırlanması ve uygulanmasında iş birliği yapacak, diğer taraftan yönetim faaliyetleri içinde doğal olarak var olan/olması gereken planlama faaliyetlerini yürütecek birimlere ihtiyaç duyulmuştur. Bu kapsamda İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Döneminde 1968 yılında idari nitelikli planlamaya katkı sağlayacak bir adım atılmıştır Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar ın 48. maddesi ile yürütme organlarının 42 kendi içinde plan çalışmalarını ahenkleştirmek, uygulamanın plan ve programlardaki esaslara uygun olarak gelişmesini sağlamak ve kuruluşlarla Planlama Teşkilatı arasındaki ilişkilerde aracı görevinde bulunmak amacı ile bütün kamu kuruluşlarında Araştırma Planlama ve Koordinasyon (APK) birimleri kurulmuştur (Özşen, 1987: 118). Böylece bakanlık ve diğer kamu teşkilatlarında APK birimlerinin kurulması süreci başlamıştır yılı Program Kararnamesinde aynı ifadeler yenilenmiş ve Planlama ve Koordinasyon Birimleri, ilgili teşekküllerle DPT tarafından ortaklaşa tespit ve tayin edilen esaslara göre çalışacaklardır hükmü getirilmiştir (Özşen, 1987: 119) yılı Program Kararnamesinde DPT tarafından AKP birimleri hakkında Tip Yönetmelik hazırlanması hüküm altına alınmış, bunu takiben Anayasası nın Kalkınma Planı ve Devlet Planlama Teşkilatı kenar başlıklı 129. maddesi şu şekildedir: İktisadi, sosyal ve kültürel kalkınma plâna bağlanır. Kalkınma bu plana göre gerçekleştirilir. Devlet Planlama Teşkilâtının kuruluş ve görevleri, plânın hazırlanmasında, yürürlüğe konmasında, uygulanmasında ve değiştirilmesinde gözetilecek esaslar ve planın bütünlüğünü bozacak değişiklikler önlenmesini sağlayacak tedbirler özel kanunla düzenlenir Anayasası nın Planlama; Ekonomik ve Sosyal Konsey kenar başlığını taşıyan 166. maddesi şu şekildedir: Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayiin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamak, bu amaçla gerekli teşkilatı kurmak Devletin görevidir. Planda milli tasarrufu ve üretimi artırıcı, fiyatlarda istikrar ve dış ödemelerde dengeyi sağlayıcı, yatırım ve istihdamı geliştirici tedbirler öngörülür; yatırımlarda toplum yararları ve gerekleri gözetilir; kaynakların verimli şekilde kullanılması hedef alınır. Kalkınma girişimleri, bu plana göre gerçekleştirilir. Kalkınma planlarının hazırlanmasına, Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylanmasına, uygulanmasına, değiştirilmesine ve bütünlüğünü bozacak değişikliklerin önlenmesine ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir. (Ek fıkra: 7/5/ /23 md.) Ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında Cumhurbaşkanına istişarî nitelikte görüş bildirmek amacıyla Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulur. Ekonomik ve Sosyal Konseyin kuruluş ve işleyişi kanunla düzenlenir. 41 Ancak kalkınma planlarının Hazine ve Maliye Bakanlığı ile müştereken hazırlanması gerekmektedir. 42 Bilindiği gibi yürütme organı tektir. Ancak burada herhalde kastedilen idari kuruluşlardır. 88

89 bahsedilen Tip Yönetmelik hazırlanmış, böylece APK birimleri açısından yeni bir aşamaya varılmıştır (Özşen, 1987: 120). APK birimlerine ilişkin düzenlemeler 3. ve 4. Kalkınma Planları döneminde 2. Kalkınma Planı benzeri bir seyir izlemiştir. Ancak bu dönemlerde APK birimlerini yayınlaştırma ve daha etkin hale getirme yönünde çalışmalar yürütülmüştür yılından itibaren kurulma süreci başlayan APK birimleri açısından 1982 yılı önemli bir değişim sürecinin başladığı yıldır. Bu birimler önce bazı Kanun Hükmünde Kararnamelere konu olmuş, daha sonra 1984 yılında kabul edilen ve bakanlıkların teşkilat yapısını düzenleyen 3046 sayılı Kanun 43 ile yasal bir zemin kazanmıştır. Her ne kadar başlangıçtaki kuruluş amaçları ağırlıklı olarak kalkınma planları ve yıllık programlara ilişkin çalışmalara ilişkin ise de, APK birimleri 3046 sayılı Kanun ile görev açısından kamu kuruluşlarında çağdaş yönetimin kurumsal aracı olma konumuna ulaşmışlardır (Özşen, 1987: 245). Ancak yasal düzenleme sonrasında da farklı sebeplerden dolayı APK birimleri bakanlık ve diğer kamu teşkilatlarında istenen ölçüde etkin olamamışlardır. Merkezi yönetimin başkent birimleri için APK birimlerinin oluşturulması sürecinin tamamlanmasından sonra taşra teşkilatı düzeyinde de planlama birimleri oluşturma çalışmaları bir sonuca ulaşmış ve İçişleri Bakanlığınca İl Planlama ve Koordinasyon Müdürlükleri Kuruluş Görev ve Çalışma Yönetmeliği 1988 yılında çıkarılmıştır Böylece il düzeyinde planlama ile ilgili işleri yürütmek ve ihtiyaç olduğunda yerel yönetimlere de bu konularda yardımcı olmak üzere, Valilik bünyesinde bir birim oluşturulmuştur. Anılan Yönetmelik halen yürürlüktedir li yılların başında Türkiye de 57. Hükümet ile başlayan Kamu Yönetimi reformu süreci 58. Hükümet ve bunu takip eden hükümetler tarafından da kararlı bir şekilde sürdürülmüştür. Bu reform çalışmalarının bir parçası olarak kamu mali yönetimi alanı da yeniden düzenlenmiş bu kapsamda sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu kabul edilmiştir. 46 Günümüzün ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelen 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununu yürürlükten kaldırılarak, kamu mali yönetimi reformunun temel çerçevesini oluşturan 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu, kabul edildiği 2003 yılında kısmen yürürlüğe girmiştir sayılı Kanunun 01/01/2006 tarihinde tamamen yürürlüğe girmesi ile kamu mali yönetiminde köklü değişikler gerçekleştirilmiş ve uluslararası standartlar ve Avrupa Birliği uygulamalarıyla uyumlu bir kamu mali yönetimi ve kontrol sistemi kurulması yönünde mevzuat alt yapısı oluşturulmuştur (Akdeniz, 2010: ) yılında çıkarılan 5436 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun 47 ile Bakanlıklar 43 Tam adı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında 174 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname İle 13/12/1983 Gün ve 174 Sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Kaldırılması ve Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında 202 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun olan bu Kanun, tarih ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanmıştır tarih ve Sayılı Resmi Gazete de yayımlanmıştır. 45 İl düzeyinde bir planlama birimi kurulması düşüncesi Yönetmeliğin çıkış tarihinden oldukça eskilere gitmektedir. İl düzeyinde üstlenilen görevlerin gereken biçimde yürütümünü sağlayacak teknik bir birimin oluşturulması önerisi İÇ-DÜZEN çalışmaları sonucunda ifade edilmiş ve İl Planlama Müdürlüğü kurulması önerilmiştir (Özşen, 1988: 223) tarih ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanmıştır tarih ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanmıştır. 89

90 ve diğer kamu teşkilatlarındaki APK birimleri kapatılmış, bu birimlerin yerine Strateji Geliştirme birimleri kurulmuştur sayılı Kanunun 15. maddesine göre; Bakanlıklarda (Millî Savunma Bakanlığı hariç) Strateji Geliştirme Başkanlığı, ekli (1) sayılı cetvelde yer alan kamu idarelerinin merkez teşkilâtlarında Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı, Ekli (2) sayılı cetvelde yer alan kamu idarelerinin merkez teşkilâtlarında ise Müdürlük kurulmuştur. Üniversiteler ile yüksek teknoloji enstitülerinde de Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı kurulmuştur sayılı Kanunun 15. maddesinde, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasında belirtilen görevler yanında bu birimlerin görevlerini şu şekilde belirmiştir: a) Ulusal kalkınma strateji ve politikaları, yıllık program ve Cumhurbaşkanınca belirlenen program ve politikalar çerçevesinde idarenin orta ve uzun vadeli strateji ve politikalarını belirlemek, amaçlarını oluşturmak üzere gerekli çalışmaları yapmak. 48 b) İdarenin görev alanına giren konularda performans ve kalite ölçütleri geliştirmek ve bu kapsamda verilecek diğer görevleri yerine getirmek. c) İdarenin yönetimi ile hizmetlerin geliştirilmesi ve performansla ilgili bilgi ve verileri toplamak, analiz etmek, yorumlamak. d) İdarenin görev alanına giren konularda, hizmetleri etkileyecek dış faktörleri incelemek, kurum içi kapasite araştırması yapmak, hizmetlerin etkililiğini ve tatmin düzeyini analiz etmek ve genel araştırmalar yapmak. e) Yönetim bilgi sistemlerine ilişkin hizmetleri yerine getirmek. f) İdarede kurulmuşsa Strateji Geliştirme Kurulunun sekretarya hizmetlerini yürütmek. g) Bakan ve/veya üst yönetici tarafından verilecek diğer görevleri yapmak. Böylece strateji birimlerinin kurulması ile Türkiye de 2000 li yılların başında gündeme gelen (Barca ve Nohutçu, 2013: 345) stratejik planlama yaklaşımı için çok önemli bir adım atılmıştır. Bunun yanında 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile yeni bir yaklaşım ve yapının oluşturulmasının önü açılmıştır. Bu olgunun bir parçası olarak 5018 sayılı Kanunun 9. Maddesi ile kamu idareleri için stratejik plan yapma yükümlülüğü getirilmiştir. Yerel yönetimler için ise, 5393 sayılı Belediye Kanunu nun 41. maddesinde nüfusu nin üzerinde olan belediyeler için, benzer bir biçimde 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunun 31. maddesi ile de İl Özel İdareleri için stratejik plan yapma yükümlülüğü düzenlenmiştir. Bu yasal düzenlemelerden sonra stratejik planlamada deneyim elde etmek amacıyla 16 Şubat 2004 te DPT tarafından gönüllülük esasına göre sekiz kamu kurum ve kuruluşu belirlenmiş ve bu kurum ve kuruluşlarda stratejik planlama çalışması başlatılmıştır (Barca ve Nohutçu, 2013: 347). 49 O günün şartlarında 5018 sayılı Kanunun 9. maddesinin 3. fıkrasına göre stratejik planlama ile ilgili usul ve esasların belirlenmesi hususunda Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarihli ve 700 sayılı KHK nin 171 inci maddesiyle, 15 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan Başbakanlık ve bakanlıklarda ibaresi Bakanlıklarda şeklinde ve ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan hükümet programı ibaresi Cumhurbaşkanınca belirlenen program ve politikalar şeklinde değiştirilmiştir. 49 Bu kamu kurumları şunlardır: Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü, Hacettepe Üniversitesi, Denizli İl Özel İdaresi, İller Bankası Genel Müdürlüğü ve Kayseri Büyükşehir Belediyesi. 90

91 Müsteşarlığına görev ve yetki verilmiştir yılında DPT nin kapatılması ile bu yetki yeni kurulan Kalkınma Bakanlığına aktarılmıştır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş ile birlikte 5018 sayılı Kanunun 9. maddesinde gerçekleştirilen değişiklik ile bu usul ve esasları belirleme yetkisi Cumhurbaşkanına verilmiştir. 50 Geçmişte 2006 yılında ifade edilen usul ve esasları belirlemek için bir yönetmelik çıkarılmıştır yılında ise Kalkınma Bakanlığınca Kamu İdarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik adında yeni bir yönetmelik çıkarılmış ve ilk yönetmelik yürürlükten kaldırılmıştır. 24 Temmuz 2018 tarihinde sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 13 numaralı Strateji ve Bütçe Başkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile stratejik planlamaya dair hususlar Strateji ve Bütçe Başkanlığın görev alanına dâhil edilmiştir. 4. Stratejik Planlamayla İlgili Kanuni Düzenlemeler 5018 Sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu her ne kadar kamu teşkilatları için mali yönetim alanını düzenlese de, aynı zamanda bu Kanun idarenin yapı ve işleyişini etkileyen/düzenleyen birçok hüküm de içermektedir. Bu kapsamda Kanun, Türkiye de kurumsal düzeyde planlamayı geçerli hale getirmek ve sürekliliğini sağlamak için düzenleme yapma yoluna gitmiştir sayılı Kanunun Tanımlar başlığını taşıyan 3. maddesinin (n) bendinde stratejik plan: Kamu idarelerinin orta ve uzun vadeli amaçlarını, temel ilke ve politikalarını, hedef ve önceliklerini, performans ölçütlerini, bunlara ulaşmak için izlenecek yöntemler ile kaynak dağılımlarını içeren plan şeklinde tanımlanmıştır. Yasadaki stratejik plan tanımının iyi bir biçimde yapıldığı, bu tanım ile bir stratejik planın içermesi gereken temel unsurların açıkça ifade edildiği görülmektedir sayılı Kanun 9. maddesinde de, kamu idareleri için stratejik plan yapma zorunluluğu ifade edilmiş ve stratejik planların nasıl bir yaklaşımla ve hangi yöntemle hazırlanacağı belirtilmiştir. Bu kapsamda 9. maddenin 1. fıkrasında Kamu idareleri; kalkınma planları, Cumhurbaşkanı tarafından belirlenen politikalar, programlar, ilgili mevzuat ve benimsedikleri temel ilkeler çerçevesinde geleceğe ilişkin misyon ve vizyonlarını oluşturmak, stratejik amaçlar ve ölçülebilir hedefler saptamak, performanslarını önceden belirlenmiş olan göstergeler doğrultusunda ölçmek ve bu sürecin izleme ve değerlendirmesini yapmak amacıyla katılımcı yöntemlerle stratejik plan hazırlarlar denilmektedir 51. Bu fıkrada hem kamu idarelerinin kendi stratejik planlarını hazırlarken dikkat etmeleri gereken üst metinler ve politikalar ifade edilmiş hem de stratejik planın ne içermesi ve nasıl bir yaklaşımla hazırlanması gerektiği tanımlanmıştır. 9. maddenin 3. fıkrasında stratejik plan hazırlayacak kamu idarelerinin belirlenmesi, kamu idareleri açısından stratejik planlama sürecinin yönetilmesi ve yönlendirilmesi yetki ve görevi Cumurbaşkanı na verilmiştir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden önce bu görev ve yetki DPT ye verilmiş, bu teşkilatın kapatılması ile Kalkınma Bakanlığı bu konuda görevli ve yetkili olmuştur sayılı Kanunun 9. maddesinin 3. Fıkrasının ilk hali şu şekildedir: Stratejik plan hazırlamakla yükümlü olacak kamu idarelerinin ve stratejik planlama sürecine ilişkin takvimin tespitine, stratejik planların, kalkınma planı ve programlarla ilişkilendirilmesine yönelik usul ve esasların belirlenmesine Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı yetkilidir. 51 Buradaki metin 9. maddenin 1. fıkrasının 703 sayılı KHK ile değiştirilen halidir. Bu fıkranın ilk hali şu şekildedir: Kamu idareleri; kalkınma planları, programlar, ilgili mevzuat ve benimsedikleri temel ilkeler çerçevesinde geleceğe ilişkin misyon ve vizyonlarını oluşturmak, stratejik amaçlar ve ölçülebilir hedefler saptamak, performanslarını önceden belirlenmiş olan göstergeler doğrultusunda ölçmek ve bu sürecin izleme ve değerlendirmesini yapmak amacıyla katılımcı yöntemlerle stratejik plan hazırlarlar. 91

92 5018 sayılı Kanun un stratejik planlamaya ilişkin genel hükümleri yanında yerel yönetimlere ilişkin mevzuatta da stratejik planlama ve performans esaslı bütçeleme konuları düzenlenmiştir sayılı Belediye Kanunu nun 41. maddesinde nüfusu in üzerinde olan belediyeler için stratejik plan hazırlama yükümlülüğü getirilmiştir. Anılan maddeye göre; Belediye başkanı, mahallî idareler genel seçimlerinden itibaren altı ay içinde; kalkınma plânı ve programı ile varsa bölge plânına uygun olarak stratejik plânı hazırlamak ve belediye meclisine sunmak zorundadır. Belediyelerin stratejik planı belediye meclisinin kabulüyle resmileşir ve kesinleşir. Belediyelerin stratejik planlarını katılımcı bir süreç ve yaklaşımla hazırlaması meslek odalarını, ilgili sivil toplum örgütlerini ve üniversiteleri sürece dahil etmesi gerekmektedir sayılı Belediye Kanunu nun 41. maddesindeki stratejik plân ve performans programı bütçenin hazırlanmasına esas teşkil eder ve belediye meclisinde bütçeden önce görüşülerek kabul edilir denilmek suretiyle aynı zamanda belediyelerin stratejik planları ile bütçeleri arasında bir ilişki kurmuştur. Benzer bir biçimde 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunun 31. maddesi ile İl Özel İdareleri için stratejik plan yapma yükümlülüğü getirilmiş ve stratejik planlama sürecinin nasıl yürütülmesi gerektiği tanımlanmıştır. Anılan maddeye göre; Vali, mahallî idareler genel seçimlerinden itibaren altı ay içinde; kalkınma plân ve programları ile varsa bölge plânına uygun olarak stratejik plânı hazırlayıp il genel meclisine sunar. Stratejik plan il genel meclisinde kabul edildikten sonra yürürlüğe girer. Yine belediyelerde olduğu gibi il özel idarelerinde de stratejik planın hazırlanmasında katılımcı bir yöntemin takip edilmesi gerektiği Kanun da ifade edilmiştir. Hem 5393 sayılı Belediye Kanunu hem de 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu, 5 yıllık stratejik planlar yanında stratejik planların bir çeşit yıllık dilimi olan yıllık programların da hazırlanmasını öngörmüş ve bu yıllık programlar ile bütçe arasında da ilişki kurmuştur. Ancak 5393 sayılı Kanun da yıllık program için yıllık performans programı, denmesine karşın, 5302 sayılı Kanun da aynı işlem için performans plânı denilmiştir. Genel olarak bakıldığında, stratejik planların uygulanmasının, 5 yıllık kalkınma planlarına benzetildiği söylenebilir. Kalkınma planları doğrultusundan hazırlanan yıllık programlara karşılık, stratejik planların yıllık uygulanmasını gerçekleştirmek üzere de performans programı hazırlanmaktadır. Dolayısıyla 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu ndaki performans planı isimlendirmesinin yerinde olmadığı görülmektedir Tarihli Kamu İdarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu 9. maddesinin ilk haliyle stratejik planlamaya ilişkin usul ve esasları belirleme yetki ve görevini DPT ye vermekteydi. DPT de bu doğrultuda Kamu İdarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik i hazırlamış ve Yönetmelik tarihinde sayılı Resmi Gazete de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Yönetmelikte stratejik plan hazırlamakla yükümlü kamu idareleri; stratejik planların süresi, güncelleştirilmesi ve yenilenmesi; stratejik planların hazırlık süreci, programı, planın değerlendirilmesi ve sunulması, performans programı gibi hususlar düzenleme konusu yapılmıştır yılında Kalkınma Bakanlığı nın kurulmasıyla birlikte Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı nın yetki ve görevleri bu Bakanlığa geçmiştir. Kalkınma Bakanlığın kurulması 92

93 sonrasında da DPT tarafından çıkarılan Yönetmelik yürürlükte kalmış ve kamu idarelerinin stratejik planlama çalışmaları bu Yönetmelik hükümleri doğrultusunda yürütülmüştür. Ancak 2018 yılında Kalkınma Bakanlığı tarafından 2006 tarihli Kamu İdarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik yürüklükten kaldırılmış, bunun yerine aynı adla yeni bir yönetmelik çıkarılmıştır. Yeni yönetmelik tarih sayılı Resmi Gazete de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir tarihli yeni yönetmelik ile 2006 yılında yayımlanmış olan yönetmelikteki bazı hususlar yeniden düzenlenmiş, bazı maddeler kaldırılmış ve yönetmeliğe yeni maddeler eklenmiştir. Dikkati çeken hususlardan birisi, yönetmeliğin Tanımlar başlığını içeren 4. maddesinin oldukça genişletilmiş olmasıdır. Ayrıca eylem planları ile stratejik planlamanın, izlenmesi ve değerlendirilmesi, gizlilik gerektiren bilgiler gibi hususlar yönetmeliğin kapsamına dâhil edilmiştir. Yeni yönetmeliğin daha detaylı incelemesi devam eden başlıkta yapılacaktır Tarihli Kamu İdarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik Kalkınma Bakanlığı tarafından çıkarılan bu Yönetmelik, eski yönetmeliğin uygulandığı 12 yıllı aşkın bir sürede yaşanılan tecrübeyi içermekte ve bu tecrübe doğrultusunda stratejik planlama uygulamasını daha etkin hale getirme amaçlı yeni düzenlemeler içermektedir. Yeni Yönetmeliğin getirmiş olduğu önemli değişiklikler şu şekilde belirtilebilir: Yönetmeliğin Kapsamına İlişkin Değişiklik: Eski yönetmeliğin 2. maddesinde Yerine getirmekle yükümlü oldukları hizmetlerin hassasiyeti nedeniyle Millî Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığının stratejik plan hazırlaması zorunlu değildir denilmekteydi. Yeni Yönetmelikte ise 2. madde de yerine getirmekle yükümlü oldukları hizmetlerin niteliği nedeniyle Cumhurbaşkanlığı, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ve Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının stratejik plan hazırlaması zorunlu değildir denilmektedir. Yeni duruma göre; Milli Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı stratejik plan hazırlama yükümlülüğü olan kamu teşkilatları arasına dahil edilmiştir. Stratejik plan hazırlama konusunda muafiyet Cumhurbaşkanlığı ve sadece iki idari teşkilat için tanınmıştır. Yeni Tanımların Yönetmeliğe İlave Edilmesi: Eski Yönetmelikte, sadece kılavuz, mahalli idare, müsteşarlık, strateji geliştirme birimleri, stratejik plan ve üst yöneticinin tanımı yapılmışken, yeni Yönetmelikte yönetmeliğin içeriği ile ilgili toplamda 19 tanım yer almaktadır. Yönetmelikte tanımlanan bazı kavramlar şunlardır: Strateji geliştirme kurulu, stratejik plan değerlendirme raporu, stratejik plan genelgesi, stratejik plan gerçekleşme raporu, stratejik plan izleme raporu, stratejik planlama ekibi, yenileme. Yeni tanımlar ile ihtiyaç doğrultusunda yönetmeliğe konulan yeni düzenlemelerin daha iyi anlaşılması temin edilmiştir. Genel İlkelerin Sayısının Çoğaltılması: Eski Yönetmelikte 5. maddede kamu idareleri açısından stratejik planlama sürecine ilişkin 4 genel ilkeden söz edilmiş iken, yeni Yönetmelikte yine 5. maddede belirtilen genel ilkelerin sayısı 11 e çıkarılmıştır. Böylece stratejik planlama çalışmalarının genel çerçevesi kamu idareleri açısından daha iyi 93

94 belirlenmiştir. Ancak eski yönetmeliğin (c) bendinde yöntem, süreç ve eğitim hizmetleri konularında ihtiyaç duyulması halinde danışmanlık hizmeti alınabileceği belirtiliyordu. Danışmanlık hizmeti alma yeni Yönetmelikten çıkarılmıştır. Bu düzenlemede kamu idarelerinin stratejik planlama konusunda artık yeterli deneyimi elde ettiği yaklaşımı olduğu tahmin edilmektedir. Ancak uygulamaya bakıldığında kamu idarelerinin etkin ve ihtiyaca uygun bir stratejik plan yapabilmeleri için hala danışmanlık hizmetine ihtiyaç duydukları söylenebilir. Bu nedenle ihtiyaç duyulduğunda danışmanlık hizmetinin alınabilmesine ilişkin hükmün Yönetmelikten çıkarılmasının yerinde olmadığı değerlendirilmektedir. Stratejik Planların Güncellenmesi ve Yenilenmesi: Eski yönetmelikte, tek maddede (md. 7) stratejik planların güncellenmesi ve yenilenmesini düzenlemişken, yeni Yönetmelikte güncelleme ve yenilemeye bir bölüm ayrılmış ve (Dördüncü Bölüm) ve hem güncelleme hem de yenileme konusu daha detaylı düzenlenmiştir. Eski Yönetmelikte güncelleme, 2 yıllık bir sürenin geçmesi halinde mümkünken, yeni Yönetmelik böyle zorunlu bir süre öngörmemiş, ancak bir stratejik planın 5 yıllık sürede en fazla iki defa güncellenebileceğini belirtmiştir. Bunun yanında eski Yönetmelik güncellemede stratejik planın misyon, vizyon ve amaçlarının değiştirilmemesini öngörmüşken, yeni Yönetmelik böyle bir sınırlama içermektedir. Yeni Yönetmelik ayrıca güncellemede yerel yönetimler hariç kamu idarelerinin Strateji ve Bütçe Başkanlığından 52 uygun görüşü alınmasını öngörmektedir. Bunun yanında yeni Yönetmeliğe göre güncellenen hususlar ikinci güncellemenin konusu olamaz. Yeni Yönetmelikte yenileme; stratejik planın, dönemi tamamlanmadan yeni bir plan dönemi için tüm unsurlarıyla yeniden hazırlanması olarak tanımlanmış ve stratejik planların yenileme şartları ve usulü 18. madde de düzenlenmiştir. Yeni Yönetmelik, stratejik planların yenilenme şartları arasından doğal afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalımların vuku bulması nı çıkarmıştır. Buna karşılık, Rektörün değişmesini, üniversitelerde yenilenme sebebi olarak belirtmiştir. Yenilenme kararının yönetmelikte belirlenen sebeplerle ilgili idare tarafından alınması halinde, yerel yönetimler hariç kamu idarelerince Strateji ve Bütçe Başkanlığından uygun görüşü nün alınması gerekir. Genel olarak bakıldığında yeni Yönetmelik ile stratejik planların hem güncellenmesi hem de yenilenmesi için daha iyi bir sistemin oluşturulduğu söylenebilir. Ancak güncelleme ve yenilemede Strateji ve Bütçe Başkanlığının uygun görüşünün alınması -her ne kadar cevaplama konusunda zorunlu süre öngörülmüşse de- sürecin uzamasına neden olabilir. Stratejik Planların Hazırlık Süreci: Genel olarak bakıldığında yeni Yönetmeliğin stratejik planların hazırlanma sürecini daha iyi tanımladığı söylenebilir. Eski Yönetmelikte öngörülen süre içinde stratejik planlarını hazırlamayan kamu idareleri için herhangi bir yaptırım öngörülmemişken, yeni Yönetmelik, bu konuda Stratejik planlarını bu Yönetmelikte belirlenen takvime uygun olarak süresinde hazırlamayan kamu idareleri, Sayıştaya ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonuna bildirilir biçiminde bir düzenleme içermektedir. Stratejik Planların İzlenmesi ve Değerlendirilmesi: Eski yönetmelik stratejik planların izlenmesi ve değerlendirilmesi konusunda sistemli bir yaklaşıma sahip değildi. Yeni 52 Yönetmelik metninde Kalkınma Bakanlığı denilmektedir. Ancak Kalkınma Bakanlığı ilga edildiğinden Strateji ve Bütçe Başkalığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 26/A maddesine göre; Başkanlığın görev alanına giren konulara ilişkin olmak kaydıyla mevzuatta mülga Kalkınma Bakanlığına yapılan atıflar Strateji ve Bütçe Başkanlığına yapılmış sayılır. 94

95 Yönetmelik 16. madde ile bu açığı kapatmıştır. Yeni Yönetmelik izleme ve değerlendirmede temel sorumluluğu üst yönetici ye 53 vermiştir. Ancak her harcama yetkilisini, kendi uhdesinde olan hedefler ve ilgili performans göstergeleri ile risklerin takibinden sorumlu tutmuştur. Böylece her bir harcama yetkilisine kendi birimi ile ilişkili izleme sorumluluğu verildiği görülmektedir. Harcama birimlerinden hedeflere ilişkin alınan gerçekleşme değerlerinin toplulaştırılması ve üst yöneticiye sunulması ise strateji geliştirme biriminin sorumluluğundadır. Bunların yanında izleme ve değerlendirme konusunda organizasyon dışı bir mekanizmanın da tanımlandığı görülmektedir. Bu kapsamda ilgili kamu idaresine stratejik plan izleme raporu, stratejik plan değerlendirme raporu ve stratejik plan gerçekleşme raporu nu hazırlama yükümlülüğü verilmiştir. Stratejik plan izleme raporu: stratejik plan döneminin her bir uygulama yılının Ocak-Haziran dönemi gerçekleşmelerinin izlenmesini sağlayan rapordur. Bu raporlar altı aylık dönem için hazırlanır ve hazırlanma süresi Temmuz ayının sonuna kadardır. Stratejik plan değerlendirme raporu: Stratejik Planlama Kılavuzunda yer alan izleme ve değerlendirme tabloları ile değerlendirme sorularının cevaplarını içerecek şekilde yıllık olarak hazırlanır. Bu raporların takip eden yılın Şubat ayının sonuna kadar hazırlanması ve Mart ayı sonuna kadar Strateji ve Bütçe Başkanlığına gönderilmesi gerekmektedir. Stratejik plan gerçekleşme raporu: Stratejik plan dönemi sonunda hazırlanan ve Strateji ve Bütçe Başkanlığına gönderilen değerlendirme raporudur. Genel olarak değerlendirildiğinde, yeni Yönetmeliğin izleme ve değerlendirme konusunda iyi bir sistem oluşturduğu görülmektedir. Eski Yönetmelik döneminde izleme ve değerlendirme süreçleri sistematik olarak tanımlanmadığından, birçok kamu idaresinin, kendi stratejik planını yasak savma kabilinden hazırlayıp, bir kenara koyma yaklaşımında olduğu gözlemlenmiştir. Yeni durumda altışar aylık, yıllık ve 5 yılın sonunda hazırlanması gereken değerlendirme raporları ister istemez stratejik planları sürekli olarak ilgili kamu idaresinin gündeminde tutacaktır. 7. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Birlikte Meydana Gelen Değişim 5018 sayılı Kanunun 9. maddesinin 3. fıkrasına göre stratejik planlama ile ilgili usul ve esasların belirlenmesi hususunda Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarlığı yetkilendirilmiş iken, 2011 yılında DPT kapatılmış ve bu yetki yeni kurulan Kalkınma Bakanlığına geçmiştir yılında Kalkınma Bakanlığı kapatıldığı için Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş ile birlikte 5018 sayılı Kanunun 9. maddesinde gerçekleştirilen değişiklik ile bu usul ve esasları belirleme yetkisi Cumhurbaşkanına verilmiştir. 24 Temmuz 2018 tarihinde sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 13 numaralı Strateji ve Bütçe Başkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile stratejik planlamaya dair hususlar Strateji ve Bütçe Başkanlığın görev alanına dâhil edilmiştir. 13 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde Strateji ve Bütçe Başkanlığı Teşkilatının görev ve yetkileri oldukça geniş tutulmuş ve stratejik planlamaya ilişkin hususlar bu başkanlığın görev alanına dâhil edilmiştir. Kararmame nin 2. maddesinin 3. Fıkrasına göre Cumhurbaşkanı tarafından belirlenen temel hedef, ilke ve amaçlar çerçevesinde; 53 Yeni Yönetmeliğin 4. maddesinde üst yönetici: Bakanlıklarda müsteşarı, diğer kamu idarelerinde en üst yöneticiyi, il özel idarelerinde valiyi ve belediyelerde belediye başkanını ifade eder biçiminde tanımlanmıştır. 95

96 - Stratejik planların hazırlanması, uygulanması ve izlenmesine ilişkin genel ilke, esas ve usulleri tespit etmek; - Kamu idarelerinin stratejik planlarının kalkınma planı, Cumhurbaşkanı tarafından belirlenen politikalar ve orta vadeli programda belirlenen hedef ve amaçlara uygun olarak hazırlanmasını sağlamak, uygulamasını izlemek ve sonuçlarını değerlendirmek, hususları Strateji ve Bütçe Başkalığının görev alanı içindedir. Böylece DPT ve ardından Kalkınma Bakanlığının stratejik planlama konusundaki görev ve yetkilerinin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Strateji ve Bütçe Başkalığınca kullanılacağı görülmektedir tarihli ve 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 213 üncü maddesiyle 5018 Sayılı kanunun 9. Maddesinde bazı değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklere göre; - Cumhurbaşkanı tarafından belirlenen politikalar da stratejik planlamada uyulması gereken üst norm haline getirilmiştir, - Stratejik plan hazırlamakla yükümlü olacak kamu idarelerinin ve stratejik planlama sürecine ilişkin takvimin tespitine, stratejik planların politikalar, kalkınma planı ve programlarla ilişkilendirilmesine yönelik usul ve esasları belirleme yetkisi ve görevi Cumhurbaşkanına verilmiştir. Ancak yukarıda belirtildiği gibi, Cumhurbaşkanı adına bu çalışmalar Strateji ve Bütçe Başkalığınca yürütülecektir. - SONUÇ Türkiye de kamu idareleri açısından kurumsal düzeyde planlama yapma ve idari faaliyetleri bu plana göre yürütme ihtiyacı 5018 sayılı Kanun ve buna dayalı olarak 2006 yılında çıkarılan Kamu İdarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ile en azından yasal düzeyde giderilmiştir. Ancak uygulamada planlı faaliyet yürütme tutum ve yaklaşımının yerleşmesi ve kamu yöneticilerinin bu konuda bilinçli bir tutuma sahip olması zaman gerektiren bir süreçtir. Bunun yanında siyasetin de idarenin günlük işleyişine müdahale etmemesi gerekir. Kamu idareleri açsından 2006 yılında yaygın olarak başlayan stratejik planlama faaliyeti bazı aksaklıklar ve sorunlara rağmen sürdürülmektedir. Bu alanda 12 yılı aşkın bir tecrübenin ortaya çıkmasından sonra, stratejik planlama çalışmalarının iyileştirilmesi amacıyla 2018 yılında Kalkınma Bakanlığı tarafından Kamu İdarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik yenilenmiş, bu yenileme ile birlikte, uygulamada yaşanılan sorunları çözme amacına yönelik olduğu tahmin edilen birçok yeni düzenleme getirilmiştir. Bu kapsamda Yönetmeliğin içerdiği tanımların sayısı çoğaltılmış, böylece metinlerin ve faaliyetlerin her kamu idaresi tarafından doğru ve benzer bir biçimde anlaşılması kolaylaştırılmıştır. Stratejik plan yapma süreci yeniden tanımlanmış bu yolla Yönetmeliğin yönlendiriciliğinin etkisi arttırılmıştır. Ancak stratejik plan hazırlama sürecinde eski Yönetmelikte yer alan danışmanlık hizmeti alma imkânının yeni Yönetmelikte yar almaması önemli bir eksiklik olarak nitelendirilebilir. Bunların yanında stratejik planların güncellenmesi ve yenilenmesi hakkında daha sistematik bir yapı oluşturulmuştur. Kanaatimizce Stratejik planlama için yeni Yönetmelikle getirilen en önemli düzenleme 16. madde ile getirilen stratejik planların izlenmesi ve değerlendirilmesi ne ilişkin hükümlerdir. Çünkü birçok kamu teşkilatında yasal yükümlülüğü yerine getirmek amacıyla stratejik plan 96

97 yapılmakta, ancak bu planlar 5 yıl boyunca bir kenara atılmaktaydı. Kamu yöneticilerinin yönetim faaliyetleri açsından planlamanın öneminin farkında olmamaları, kendilerini sınırlayıcı kurallara tabi olmak istememeleri, stratejik planların gerçekçi hazırlanmaması gibi faktörlerin etkisiyle bu durum ortaya çıkabilmektedir. Yeni Yönetmelik ile, genel olarak stratejik planların izleme ve değerlendirilmesinden üst yönetici sorumlu tutulmuştur. Ancak Yönetmelik, uygulamayı izleme görevini kendi birimleri itibariyle harcama yetkililerine, gerçekleşme sonuçlarını konsolide ederek üst yöneticiye raporlama görev ve sorumluluğunu da strateji birimine vermiştir. Bunların yanında ilgili kamu idaresine stratejik plan izleme raporu, stratejik plan değerlendirme raporu ve stratejik plan gerçekleşme raporu nu hazırlama yükümlülüğü getirilmiştir. Stratejik plan değerlendirme raporu yıllık olarak hazırlanacak olup, bu raporun Mart ayında Strateji ve Bütçe Başkanlığına gönderilmesi gerekmektedir. Stratejik plan gerçekleşme raporu, stratejik plan dönemi sonunda (5 yıl sonunda) hazırlanması gereken bir rapordur. Bu raporun da Strateji ve Bütçe Başkanlığına gönderilmesi gerekir. Eğer Strateji ve Bütçe Başkanlığı bu raporların incelenmesi ve değerlendirilmesine ilişkin etkin işleyen bir sistem oluşturabilirse, bu vasıtayla kurumlara ileteceği geri bildirim oldukça etkili olacaktır. Dolayısıyla yeni dönemde kamu idareleri açısından stratejik planların etkinliğini; bir taraftan kamu yöneticilerinin konuya yönelik yaklaşımı ve Yönetmelik hükümlerini uygulamadaki hassasiyetleri diğer taraftan Strateji ve Bütçe Başkanlığının izleme ve yönlendirmedeki etkici (proaktif) tutumu belirleyecektir. KAYNAKÇA Akdeniz, İbrahim (2010). Kamu Mali Yönetimi Reformunda Strateji Geliştirme Birimleri, Maliye Dergisi, Sayı 159, Temmuz-Aralık, ss Aktan, Coşkun Can (2008). Stratejik Yönetim ve Stratejik Planlama Çimento İşveren, Temmuz - Ağustos 2008, ss Barca, Mehmet- Nohutçu, Ahmet (2013). Kamu Sektöründe Stratejik Yönetim ve Türk Kamu Yönetiminde Stratejik Planlama Uygulamasına Eleştirel Bir Bakış, Kamu Yönetiminde Çağdaş Yaklaşımlar (Edit. A. Balcı-A. Nohutçu-N. K. Öztürk-B. Coşkun), 3. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara. Bayraktar, Berat Bir ve Yıldız, Asiye Kakırman (2007). Kurumsal Bilginin Stratejik Planlama Sürecinde Kullanılması: Bir İlçe Belediyesi Örneği, Bilgi Dünyası, Cilt: 8, Sayı: 2, ss Budak, Gülay (2000). Öğrenen Örgütlerde Stratejik Planlama ve Stratejik Öğrenme, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 15, Sayı: 1, ss Demir, Cengiz ve Yılmaz, Mustafa Kemal (2010). Stratejik Planlama Süreci ve Örgütler Açısından Önemi, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:25, Sayı:1, ss Ereş, Figen (2004). Eğitim Yönetiminde Stratejik Planlama, Gazi Üniversitesi Endüstriyel Sanatlar Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı:15, s Eryılmaz, Bilâl (2015). Kamu Yönetimi, Umuttepe Yayınları, 8. Baskı, Kocaeli. 97

98 Eryiğit, Burak Hamza (2013). Stratejik Planlama, Stratejik Planlamaya İlişkin Alternatif Yaklaşımlar Ve Stratejik Yönetim Okulları, Süleyman Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 9, ss Güçlü, Nezahat (2003). Stratejik Yönetim, G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 23, Sayı 2, Güner, Fatih (2008). Bir Stratejik Yönetim Modeli Olarak Balanced Scorecard, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 1, ss Küçüksüleymanoğlu, Rüyam (2008). Stratejik Planlama Süreci, Kastamonu Eğitim Dergisi, Cilt: 16, No: 2, ss Mıhçıoğlu, Cemal (1988). Yine Devlet Planlama Örgütünün Kuruluşu Üzerine, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi Cilt: 43 Sayı: 1, ss Özgür, Hüseyin (2004). Kamu Örgütlerinde Stratejik Yönetim, Çağdaş Kamu Yönetimi II, Muhittin Acar ve Hüseyin Özgür (Editörler), Nobel Yayın Dağıtım. Özşen, Tayfun (1987). Planlama Yönetimi: Türkiye de APK Birimleri Uygulaması, İçişleri Bakanlığı APK Başkanlığı Yayın No. Genel: 426, APK: 22, Ankara. Özşen, Tayfun (1988). İl ve İlçe Düzeyinde Planlama, Koordinasyon ve İzleme, Mülki ve Mahalli İdareler Düzeyinde Planlama, İçişleri Bakanlığı APK Başkanlığı Yayın No. Genel: 431, APK: 25, Ankara, ss Sezen, Seriye (1999). Devletçilikten Özelleştirmeye Türkiye de Planlama, TODAİE Yayın No: 293, Ankara. Söyler, İlhami (2007). Kamu Sektöründe Stratejik Yönetim Uygulanabilir mi? (Engeller/Güçlükler), Maliye Dergisi, sayı: 152, Ocak-Haziran, ss Tortop- Nuri- İsbir, Eyüp G.-Aykaç, Burhan- Yayman, Hüseyin-Özer, M. Akif (2010). Yönetim Bilimi, Nobel Dağıtım, 8. Baskı, Ankara www3.kalkinma.gov.tr,

99 ÇOCUKLAR İÇİN DAHA YAŞANABİLİR MEKANLAR OLUŞTURMADA YEREL YÖNETİMLERİN ROLÜ: KONYA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ İNCELEMESİ Dr.Öğr. Üyesi Hayriye SAĞIR 54 Mehmet YEŞİL 55 Özet Yerel halkın ihtiyaçlarını en iyi bilen kurumlar olarak belediyeler, günlük hayata ilişkin bir çok konuda hem problemleri tespit etme, hem de çözüm için gerekli envanterlere sahip olma açısından optimal ölçekli, yönetim merkezleridir. Bu doğrultuda kentsel nüfusun önemli bir dilimini oluşturan çocuklar da, belediye yönetimlerinin sorumluluk alanlarında bulunmaktadır. Çocuklar için yaşanabilir kentsel mekanların oluşturulmasında belediyelerin rolü yadsınamaz. Çocukların kentsel mekanlardaki yaşam kalitelerini yükseltmek ve potansiyellerini ortaya çıkarmalarına imkan verecek faaliyetleri gerçekleştirebilme konusunda belediyelere büyük rol düşmektedir. Konya Büyükşehir Belediyesi nin çocuklara ilişkin faaliyetlerinin incelenmesi ve çocuk dostu bir kentsel mekan oluşumunda düzenlenme yapılması gereken alanların tespit edilmesi bu çerçevede gerekli politika önerilerinin neler olduğu, hazırlanan bu çalışmanın temel amacıdır. Anahtar Kelimeler: Çocuk Dostu Kent, Çocuk Hakları, Konya, Stratejik Plan, Yerel Yönetim Abstract The Role of Local Governments in Creating More Liveable Spaces for Children: Konya Metropolitan Municipality Example Municipalities as institutions that know closely the needs of local people, are the most optimal administrative centers in terms of detecting problems in daily life and having the possible solutions to problems. Children who constitute an important segment of the urban population are also in the areas of responsibility of municipal administrations. The role of the municipalities in creating livable urban spaces for children can not be ignored. The municipalities play a major role in to raise the childrens' quality of life in urban areas and to carry out activities that will enable them to uncover their potential. The main purpose of this study is to examine the activities of Konya Metropolitan Municipality for children and to determine the areas where regulatory activities should be carried out in the formation of a child friendly urban space and in this frame what policy proposals are needed. Key Words: Children Friendly Cities, Children s Right, Konya, Local Government, Strategic Plan 54 Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Kentleşme ve Çevre Sorunları Anabilim Dalı, hayriyesamur@selcuk.edu.tr 55 Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi, yesilmehmet86@gmail.com 99

100 GİRİŞ Ortaya çıktıkları tarihten günümüze kadar geçen sürede kentsel yerleşimler kırsal yerleşimlere göre her zaman daha cazip mekanlar olarak kabul edilmişlerdir. Sınırlı bir mekanda yoğun bir nüfusun bir arada belli bir yaşam kültürü çerçevesinde yaşaması, sunulan hizmetlerin kıra göre daha iyi ve daha avantajlı olması akla ilk önce gelen çekici nitelikler olarak sıralanabilir. Bu nedenledir ki kentlere uygarlıkların sembolü olarak bakılmıştır ve gerek batı dillerinde gerekse doğu dillerinde uygarlık kelimesi ve kent kelimesi aynı kökten türetilmiştir. Günümüzde kabul edilen anlayışa göre, cinsiyet, yaş aralığı, etnik köken, fiziksel, zihinsel yeterlilik ayrımı gözetilmeksizin her birey kent mekanından faydalanma hakkına sahip olmalıdır. Bu doğrultuda Türkiye de nüfusun üçte birlik dilimini oluşturan çocukların kentsel mekanda birebir herşeyi ile var olabilmesi, yaşamına sağlam bir temel oluşturması noktasında büyük önem arz etmektedir. Bir kent çocuğu kucaklayabildiği ona sahip çıkabildiği ölçüde insani özelliklerine artı değer katmaktadır (Çakırer Özservet, 2015a; 103). Çocuk dünyasının temel kavramları bilindiği zaman bir kent çocuklara göre inşaa edilebilir. Çocuk dünyasının en temel kavramı oyundur, çocuklar oyun sayesinde gelişim basamaklarında ilerleme kaydedebilirler, oyun olmadığı zaman ise psikolojik olarak zarar görmeye başlarlar. İkinci önemli kavram harekettir, hareket edemeyen bir çocuk içindeki enerjiyi saldırganlık olarak dış dünyaya yansıtacaktır. Üçüncü kavram ise hayaldir, hayal kuramayan bir çocuk çocukluğunun önemli bir parçasını kaybetmiştir. Kısacası bir kentin çocuklara göre inşaa edilebilmesi için o kentin mekanlarında harekete, oyuna ve hayal dünyasına yer verilmelidir (Teber, 2017). Çocuk odaklı bir bakış açısıyla dizayn edilen kentsel yerleşimler daha sürdürülebilir nitelikle olacaktır, yaşam kalitesi yüksek mekânlarda sağlıklı bir birey olarak yetiştirilen ve mutlu bir çocukluk dönemi geçiren çocuklar, her açıdan daha sağlıklı bir toplum yapısı ortaya çıkaracaktır. ÇOCUK ve MEKÂN İLİŞKİSİ Ülkemizde, çocukların sağlıklı, sosyal ve fiziksel gelişimlerini desteklemeye yönelik dinlenme, eğlenme, oyun oynama, kültürel ve sportif faaliyetlerden yararlanabilmelerine imkan oluşturacak gerekli ortam, araç ve imkanlar yetersizdir. Yerel yönetimlerin ise söz konusu alanlarla ilgili sorumluluklarını yerine getirme konusunda çok da yeterli olmadıkları görülmektedir (TC Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2013; 27) yıllarını kapsayan Ulusal Çocuk Hakları Strateji Belgesi ve Eylem Planına Göre Yerel Yönetimlerin sorumluluk alanları şu şekilde belirtilmiştir (TC Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2013; 44-78); Tüm çocukların madde bağımlılığından korunması için gereken koruyucuönleyici ve destekleyici hizmetlerin yaygınlaştırılması için kurumlar arası işbirliği güçlendirilmesi amacıyla TUBİM(Türkiye Uyuşturucu Ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi) tarafından hazırlanan ( ) Ulusal Uyuşturucu Politika ve Strateji Belgesinin hayata geçirilmesi için kurumlar arası koordinasyon ve işbirliği sağlamada ilgili kurumlardan birisi yerel yönetimlerdir. 100

101 Kentsel yapılaşmada ve tüm kamu kurumlarında, engelli bireylerin erişim ve ulaşımını kolaylaştırmak için gerekli fiziksel düzenlemeleri yapma konusunda, çocuğun dinlenme, eğlenme oyun oynama vb. faaliyetlerde bulunmasını kolaylaştırmak için her semtte yeterli sayıda uygun alanlar ve hizmetleri sağlama hususunda ve tüm iller de mahalle düzeyinde çocuk oyun alanlarının sayısı arttırılarak ve kent genelinde hom*ojen dağılımının sağlanması hususunda sorumlu kurumlardan biride yerel yönetimlerdir. Çocuk dostu kent uygulamasının yaygınlaştırılması hususunda ilgili kurumlar içinde yerel yönetimler önemli bir aktördür. Sokakta çalıştırılan ve risk altındaki çocuklara yönelik rehabilitasyon hizmetleri sağlama, ilgili tüm kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapma, bu kapsamda, sokakta çalıştırılan çocukların sokakta çalıştırılma nedenlerinin ortadan kaldırılarak sokaktan çekilmeleri sağlama noktasında ilgili kurumlardan biride yerel yönetimlerdir. Çocuklara yönelik yapılan tüm harcamaların tespit edilebilmesi amacıyla, bütçeyle ilgili gerekli çalışmaların yapılması ve ilgili kurumlar tarafından veriler oluşturulması hususunda sorumlu kurumlardan biri de yerel yönetimlerdir. (Ülkemizde bütçe sisteminde, çocuklara yönelik hizmetlere yapılan harcamaların görülebildiği bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu durum çocuklara yönelik hizmet ve kaynaklardaki gelişmenin takibini zorlaştırmaktadır.) Çocuklar için daha güvenli ve daha sağlıklı yerleşimler oluşturma hususunda yukarıdaki maddelerden de anlaşılacağı üzere yerel yönetimlere de önemli sorumluluklar düşmektedir. Zaten yerel halka en yakın yönetim kuruluşları olarak kabul edilen yerel yönetimlerin yerel halkın ihtiyaçlarını tespit ve temin etme konusundaki avantajları yadsınamaz bir gerçektir. Çocukların yaşadıkları ortamların çocuk dostu yani, yönlendirici, koruyucu, eğitici, haklarını savunucu olması hususunda yeterli altyapı ve hizmetlerin yapılandırılması yerel yönetimlerin sorumluluk alanları içinde yer almaktadır. Kentsel mekanlar her mevsim çocuklar açıcından yaşanabilir mekanlar olarak dizayn edilmelidirler. Belediye yönetimleri özellikle kış aylarında da çocukların boş zamanlarını değerlendirebilecekleri, oyun oynayabilecekleri ve fikir alışverişinde bulunabilecekleri mekânlara kentsel yerleşimlerde yer vermelidirler. Ailelerin birlikte faaliyette bulunabilecekleri yerlerin arttırılması, kentlerin daha güvenli ve yaşam kalitesi daha yüksek yerler haline getirilmesi, kent trafiğinin çocuk öncelikli olarak düzenlenmesi gerekmektedir (Çakırer Özservet, 2015b; 43 ). Birleşmiş Milletler raporlarına göre ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme nin birinci maddesi uyarınca, 0-18 yaş grubu arasında kalan bireyler çocuk kabul edilmektedir. Gelişim psikolojisi çocukluk dönemini; bebeklik ile (0-3 yaş arası) ergenlik arasındaki dönem olarak kabul etmektedir. Bu dönemsel sınırlamalar çerçevesinde evrensel olarak geçerli olan 0-18 yaş grubu çalışmalarda çocuk nüfus değerlendirmesi açısından esas olarak ele alınmıştır. Türkiye de yaklaşık 24 milyon civarında 0-18 yaş grubunda çocuk nüfus yaşamaktadır. Türkiye, AB ülkeleri ile kıyaslandığında en fazla çocuk nüfusuna sahip ülkedir. Bugün, toplam ülke nüfusunun ( kişi) %93,3 ü belediye sınırlarında ikamet etmektedir, bu rakamlar çocuk nüfusun yerel yönetimlerin nezdinde önemini daha da net bir şekilde ortaya koymaktadır (Çakırer Özservet & Boz, 2015; 86) 101

102 Tablo 1: Konya daki Çocuk Nüfusun Yaş Gruplarına Göre Dağılımı Yıl Yaş Grubu Nüfus Nüfus Yüzdesi % 8, %8, %8, % 8,83 TOPLAM 0-18 Yaş ,25 Kaynak: : Tabloya göre, çocuk yaş grubu yaklaşık olarak Konya nüfusunun %33 ünü oluşturmaktadır. Bu doğrultuda çocuklar kentsel nüfus içerisinde önemli bir çoğunluğu temsil etmektedir. Gerek ulusal mevzuattaki düzenlemeler, gerekse hazırlanan çocuk stratejisi eylem planı çerçevesinde, Konya Büyükşehir Belediyesi de hazırlamış yıllarını kapsayan stratejik planında çocuk konusuna yer vermiştir. Toplam Konya nüfusu içerisinde yaşayan okul çağındaki çocukların sayısına bakılacak olursa, yaklaşık olarak çocukların yüzde % 22 lik bir kısmının okul çağında olduğu anlaşılmaktadır. Büyük bir çoğunluğu okul çağında bulunan çocuklar, kentsel yaşama aktif katılmaktadır. Bu durumun farkında olan Büyükşehir Yönetimi, çocuklarla ilgili olarak stratejik planlamada birçok noktada düzenlemelere yer vermiştir stratejik planında çocuklarla ilgili şu hedefler belirlenmiştir (Konya Büyükşehir Beldiyesi, 2015: 36-76): Doğrudan Çocuklarla İlgili Maddeler; Stratejik Amaç 6.Çocuklarımıza modern ve konforlu eğitim mekânları sunmak Stratejik Hedef 6.1 Mevcut Okulların Fiziki Kalitesini Yükseltmek, Yeni Kaliteli Modern Okullar, Yurtlar ve Pansiyonlar Yapmak Faaliyet Okullarımızın Fiziki Kalitesini Yükseltmek, Bakım ve Onarımını Yapmak, Engelsiz Hale Getirmek Stratejik Hedef 20.2 Çocuk ve Gençlerimizi Yaz Dönemi Eğitimleriyle Geleceğe Hazırlamak Faaliyet Çocuk ve Gençlerimize Yönelik Sosyal ve Kültürel İçerikli Kurslar Açmak ve Artırmak Faaliyet Çocuk ve Gençlerimize Yönelik Mesleki ve Teknik Eğitim Kursların Açmak Faaliyet Çocuk ve Gençlerimiz İçin Ulusal ve Uluslararası Düzeyde Festivaller Düzenlenerek Geleneksel Hale Getirmek Faaliyet Gençlik Meclisi, Kadın Meclisi, Çocuk Meclisi Çalışmalarının Etkinliğini Artırmak Faaliyet İhtiyaç Sahibi Öğrencilere Eğitim Yardımı Yapmak 102

103 Faaliyet Tüm Sosyal Mekânlarda Gençlik Söyleşileri Düzenlemek Faaliyet Eğitim Kurum ve Kuruluşlarında Sunulmak Üzere Bilimsel Etkinlikler ve Faaliyetler Düzenlemek Faaliyet TUBİTAK Ortaklığında Kurulan Bilim Merkezi nde, Çocuklara Bilimi ve Bilimsel Çalışmaları Tanıtıcı Faaliyetler Yapmak Faaliyet Okullar Hayat Olsun ile Eğitimde İş Birliği Projelerini Uygulamak Faaliyet Okullar Arası Bilgi-Kültür Yarışmaları Yapmak Faaliyet Gençlik Merkezlerinde Yıl Boyunca Gençlere Yönelik Etkinlikler Düzenlemek Faaliyet Kadın ve Çocuk İstismarını Önlemek İçin Faaliyetlerde Bulunmak Faaliyet Üç Nesli (Dede- Baba- Çocuk) Bir Arada Tutacak Projeler Gerçekleştirmek Dolaylı Olarak Çocukları İlgilendiren Maddeler: Faaliyet Sorumluluk Alanında İhtiyaç Duyulan Spor Tesislerini Yapmak Faaliyet Olimpik Yüzme Havuzu Yapmak Faaliyet Sorumluluk Alanındaki Spor Tesislerinin Tamir, Bakım ve Onarımlarını Yapmak Faaliyet Sorumluluk Alanımızdaki Parklara Spor Aletleri Koymak Faaliyet Bisiklet Yolları Planlamak ve Yapmak Faaliyet Engelliler İçin Kent Genelinde Projeler Üretmek ve Uygulamak Faaliyet Yeni Yaya Alt İle Üstgeçitleri Planlamak ve Yapmak Faaliyet Gençlik Merkezlerinin Sayısını Arttırmak Faaliyet KOMEK Binalarının Sayısını Artırmak Faaliyet Yeni Müzeler Yapmak Performans Faaliyet İlçelere Kültür Merkezleri Yapmak Faaliyet Asansör-Yürüyen Merdiven-Engelli Platformlarının Rehabilitasyonu, Bakım ve Onarımını Yapmak Faaliyet Okullarımızın Fiziki Kalitesini Yükseltmek, Bakım ve Onarımını Yapmak, Engelsiz Hale Getirmek Faaliyet Öğrenci Pansiyonu ihtiyacını giderici tedbirler almak Stratejik Amaç 7 Kentimizin Yeşil Alan Varlığını Sürekli Artırmak, Yeşil Alan Sulamalarında Su Tasarrufunu Artırmak Faaliyet Fertlerin Yaşam Kalitesini Yükseltmek Üzere Sosyal ve Kültürel Alanlarda Kurslar Açmak ve Sürdürülebilirliğini Sağlamak Faaliyet Meslek Edindirme Kurslarını Yaygınlaştırmak Stratejik Hedef 21.1 Kent Yönetiminde Katılımcılığın Artırılması İçin Kurumlar ve Halkla İç İçe Bir Yönetim Sergilemek. Faaliyet Üniversite, Meslek Kuruluşları, STK ve Kamu Kurumlarının Yönetime Katkısını Sağlamak Faaliyet Her İlçeye Bir Kültür Merkezi Planlamak Faaliyet Halkın Her Kesiminde ve Eğitim Kurumlarında Şehir Kültürü ve Şehirlilik Bilincinin Oluşturulması İçin Etkinlikler Düzenlemek 103

104 SONUÇ ve DEĞERLENDİRME Çalışmada Konya Büyükşehir Belediyesi kapsamında yıllarını kapsayan stratejik plan temel alınarak Konya özelinde yerel çocuk stratejileri, büyükşehir belediyesinin çocuk konusundaki hedefleri, çocuğa dair bakış açısı ve konuyla ilgili herhangi bir bütçe ayrılıp ayrılmadığı araştırılmıştır. UNICEF in Çocuk Dostu Alanların Geliştirilmesi İçin Pratik Rehber kitabında(unicef 2009 dan aktaran Çakırer Özservet, 2016; 796) çocukları destekleyen bir çevrenin üç temel özelliği ön plana çıkarılmaktadır. İlk olarak, çocuklar için geniş bir yelpazede uygun yapılabilir aktivite ve programlara yer verilmesi, ikinci olarak fiziksel çevrenin bu aktivite ve programları yapmaya uygun hale getirilmesi ve son olarak destekleyici ve hassas bir ekip sistemi ile çocuk katılımının sağlanmış olması. Tanımda geçen bu üç boyut stratejik planın çocuk boyutunun değerlendirilmesinde temel kriter olarak ele alınabilir (Çakırer Özservet, 2016; 796). Üç boyuttan ilki olan çocuğa uygun aktivite ve eğitimler konusu stratejik planda en geniş yer kaplayan husus olarak ön plan çıkmaktadır. Kurslar, eğitimler, festivaller gibi etkinlikler en fazla ön plana çıkan alan olmaktadır. Burada TÜBİTAK işbirliği ile kurulan Konya Bilim Merkezi çocuklar için bilimsel açıdan önemli bilimsel etkinliklerin yapıldığı bir mekan olarak vurgulanması gereken bir mekandır. Bilim Merkezi aynı zamanda ikinci kriter olarak belirtilen fiziksel çevrenin aktiviteler için uygun hale getirilmesi hususunun gerçekleştirilme imkanı sağlayan bir alandır. Aynı zamanda merkezde gerçekleştirilen birçok aktivite çocuğun hayal gücünün geliştirilmesine önemli katkı sağlamaktadır. Buna benzer merkezlerin kent içinde sayısının arttırılması içinde bulunduğumuz dijital çağa uygun bireylerin yetiştirilmesi noktasında oldukça fayda sağlayacaktır. Konya özelinde fiziksel mekan açısından dikkat çeken bir diğer husus ise çoğu kentin aksine Konya da geniş bir bisiklet yolunun bulunmasıdır. Çevresel değerleri koruyup gözetmek, kenti daha insani ve yaşanabilir kılmak, kentin taşıt trafiğinin olumsuz etkilerinden kurtarmak için bisiklet kullanımının desteklenmesi, bisikletli güvenliğin sağlanması ve bisikletin kent içinde ciddi bir ulaşım alternatifi olarak geliştirilmesi gerekmektedir. Sürdürülebilir ulaşım planlaması ve yaşanabilir kentler kavramı ile ilgili hususlarda bisiklet, enerji verimliliği, çevre dostu olması ve toplu taşıma ile uyumluluğu gibi özellikleri nedeniyle önemli bir ulaşım türü olarak değerlendirilmektedir (Mert & Öcalır, 2010; ). Üçüncü boyut olarak katılım konusu ise en zayıf olan nokta olarak karşımıza çıkmaktadır. Konya da Kent Konseyi bünyesinde bir çocuk meclisi bulunmaktadır ancak bu meclisin ne kadar işlevsel olduğu tartışmalı bir konudur. Bunun yanında çocuk hakları konusunda gerek çocukları, gerekse yerel halkı bilgilendirme hususunda herhangi bir faaliyete rastlanmamıştır. Bununla birlikte Büyükşehir Belediyesi nin Çocuk Eylem Planı henüz bulunmamaktadır. Çocuk Dostu Kent olma konusunda stratejik planda herhangi bir ifade bulunmamaktadır. Çocuklara yönelik olarak gerçekleştirilen belediye faaliyetlerinin, çocuklar üzerindeki etkisini 104

105 ölçmek üzere çocuk etki analizi çalışmaları da henüz yapılmamaktadır. Son olarak belediye bütçesinde çocuklar için ayrılan bir pay bulunmamaktadır. KAYNAKÇA Çakırer Özservet, Y. (2015b). "Çocuk Dostu Belediyecelik". İller ve Belediyeler Dergisi, İstanbul, ss Çakırer Özservet, Y. (2015a). "Çocukların Şehre Katılımı: Bursa Yerel Yönetimleri Üzerinden Bir Okuma".Şehir ve Toplum,İstanbul, sayı:2,ss Çakırer Özservet, Y. (2016). "İstanbul Bütününde Yerel Yönetimlerin Stratejik Planlama Anlayışının Çocuk Üzerinden İncelenmesi". II. Uluslararası Kent Araştırmaları Kongresi Bildiriler Kitabı. Kent Araştırmaları Enstitüsü, İTÜ İdeal Kent Dergisi. İstanbul.ss Çakırer Özservet, Y., & Boz, S. (2015)."Herkes İçin Dost Kentler İstanbul Esenler İlçesi Üzerine Değerlendirmeler ",Çocuk Dostu Esenler ve Yerel Yönetim İlişkisi. Edt: E. H. Ayataç, Esenler Belediyesi Şehir Düşünce Merkezi Şehir Yayınları, İstanbul, ss Konya Büyükşehir Beldiyesi. (2015). Konya Büykşehir Belediyesi Stratejik Plan. Konya: Konya Büyükşehir Belediyesi 01/09/2018. Mert, K., & Öcalır, E. (2010)."Konya da Bisiklet Ulaşımı:Planlama ve Uygulama Süreçlerinin Karşılaştırılması". METU JFA 27:1, Ankara, ss TC Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı. ( ). Ulusal Çocuk Hakları Strateji Belgesi ve Eylem Planı. TC Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı. Ankara. Teber, M. (2017). Çocuk Dostu Şehirler Çalıştayı 1. Toplantı Raporu Ek-1a. İstanbul: AK Parti Çevre Şehir ve Kültür Başkanlığı. 105

106 Öz SU VE KANALİZASYON İDARELERİNİN PERFORMANS GÖSTERGELERİNİN UYGULANABİLİRLİĞİNİN ANALİZİ Orhan Veli ALICI 56 Rüveyda KIZILBOĞA ÖZASLAN 57 Kamu yönetiminde maddi ve beşeri kaynaklar ile zamanın rasyonelce kullanılmasının temini için stratejik planlamanın ve buna bağlı olarak da performans yönetiminin önemi ve işlerliği giderek artmakta, stratejik yönetim araçları merkezi idare dışında yereli de kapsayacak şekilde uygulanmaktadır. Diğer taraftan kentleşmenin artmasına, dolayısıyla da yönetim sistemlerinin gelişerek değişmesine bağlı olarak Türkiye de yerel düzeyde Su ve Kanalizasyon İdarelerinin (SUKİ) sayısı artmış, bu özel amaçlı metropoliten kuruluşların da stratejik amaç ve hedeflerini belirlemeleri, hedeflere ulaşılıp ulaşılamadığını denetleyecek göstergelerin tespit edilmesi gerekmiştir. Bu çalışma kapsamında otuz büyükşehir belediyesindeki SUKİ lerin stratejik dokümanları incelenmiş, aynı mevzuata tabi olan bu idarelerin performans göstergelerinin oldukça farklılaştığı görülmüştür. Göstergeler arasında SUKİ lerin kuruluş amacı ile doğrudan ilgili olmayanları tespit edilmiş, bazı göstergelerin ise uygulanabilirliğinin mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Özellikle kaçak tutanağı hedefi, soruşturma raporu, lehte ve aleyhte açılan dava sayısı, Kamu İhale Kurumu tarafından iptal edilen ihale sayısı gibi önceden öngörülmesi mümkün olmayan göstergelere rastlanılmıştır. Ayrıca mevzuatla hüküm altına alınan, gösterge olamayacak nitelikteki rutin iş ve işlemlerin gösterge olarak belirlendikleri anlaşılmıştır. Bu tespitlerden hareketle çalışmada SUKİ lerin daha etkili ve ekonomik hizmet sunabilmeleri için amaçlarına hizmet edecek asli göstergelerin belirlenmesi aracılığıyla iyileştirici önerilerde bulunulmakta, önceden öngörülemeyecek nitelikte olan göstergelerin neden bir performans göstergesi olamayacağı tartışılmakta, nihayetinde ise uygulanması halinde amaca hizmet edemeyecek olan göstergelerin muadili olabilecek göstergeler önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Su ve Kanalizasyon İdareleri, Stratejik Plan, Performans Programı, Faaliyet Raporu, Performans Göstergesi, Performans Hedefi. The Applicability Analysis of Water and Sewerage Administrations's Performance Indicators Abstract In public administration the importance and operability of material and human resources, strategic planning needed to use time rationally in parallel with performance management are on the increase. Besides strategic administration have been applied to include not only central administration but also local one. On the other hand, the number of water and sewerage system administrations at local level has increased in Turkey depending upon management systems growing and transforming in connection with ascending urbanization. Therefore, these special purpose metropolitan organizations have needed to identify strategic goals and the indicators which are to control whether these goals are achieved or not. With the context of this study, strategic documents belong to water and sewerage administrations in thirty metropolitan municipalities have been examined and have been detected certain differences in performance indicators though these administrations are subject to the same regulation. Those indicators that are not directly related to founding purpose of water and sewerage administrations are determined. Moreover it has come out that some indicators are not suitable for applicability. Some indicators that are not possibly foreseeable such as illegality reports, report of investigation, the number of charges against and for, the number of tenders canceled by public procurement authority have been encountered. It has also been understood that routines and transactions ensured by regulation are shown as an indicator though they can not do so. Concerning these determinations, in this study certain remedial suggestions directed to water and sewerage administrations are made so that they may serve more effectively 56 Dr., Mersin Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü, Kamu İç Denetçisi, 57 Doç. Dr. Marmara Üniversitesi SBF-Yerel Yönetimler Bölümü, 106

107 and economically by identifying principal indicators. It is also debated why those unforeseen indicators can not be a performance indicator. Eventually, equivalent indicators are suggested in place of those that can not serve a purpose in case they are applied. Keywords: Water and Sewerage Administrations, Strategic Plan, Performance Program, Annual Report, Performance Indicator, Performance Target. GİRİŞ Kamunun mali yapısını güncel gelişmeler ışığında, yeni kamu yönetimi paradigmaları ile önem kazanan belirli ilkelere dayanarak düzenleyen tarihli ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanan 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanun un stratejik planlama ve performans esaslı bütçeleme başlıklı 9. maddesi ile kamu idarelerinin; kalkınma planları, Cumhurbaşkanı tarafından belirlenen politikalar, programlar, ilgili mevzuat ve benimsedikleri temel ilkeler çerçevesinde geleceğe ilişkin misyon ve vizyonlarını oluşturmaları, stratejik amaçlar ve ölçülebilir hedefler saptamaları, performanslarını önceden belirlenmiş olan göstergeler doğrultusunda ölçmeleri ve bu sürecin izlenmesi ve değerlendirilmesi maksadıyla katılımcı yöntemlerle stratejik plan hazırlamaları zorunluluk haline getirilmiştir. Performans hedefi, kamu idarelerinin stratejik hedeflerine ulaşmak için bir mali yılda gerçekleştirmeyi amaçladıkları performans seviyelerini gösteren hedef; performans göstergesi de kamu idarelerince performans hedeflerine ulaşılıp ulaşılmadığını ya da ne düzeyde ulaşıldığını ölçmek, izlemek ve değerlendirmek için kullanılan ve sayısal olarak ifade edilen araçlar olarak tanımlanmıştır. Göstergeler; girdi, sonuç, verimlilik, etkililik ve kalite göstergeleri olarak tasnif edilmekte, yine bu ayrımlar özelinde de bir takım hususları uhdelerinde barındırmaları amaçlanmaktadır. Buna göre bir gösterge, performans hedeflerine ulaşılıp ulaşılamadığını ölçmeli, hedefi tüm yönleriyle ele alabilmeli, ölçülebilir, ulaşılabilir, güvenilir veri sunabilecek şekilde belirlenmeli, benzer idarelerin göstergeleriyle kıyaslanabilir olmalıdır (Karaaslan, 2015: 94-96). Başka bir deyişle göstergeler genel olarak ölçülebilir bir nitelik taşımalı, idarelerin amaçlarını ve hedeflerini sağlıklı bir şekilde yansıtacak sonuçları sunacak şekilde belirlenmeli (Bal, 2016: 22), yönetsel organların önceden belirlediği hedefler aracılığıyla bu idarelerin gelişiminde, ilerlemesinde, iyileşmesinde ne kadar mesafe kat ettiğini kanıtlayan sayısal bilgilerden oluşmalıdır (Karaaslan, 2015: 93). Su ve Kanalizasyon İdareleri (SUKİ); içme, kullanma ve endüstri suyu ihtiyacının yeraltı ve yer üstü kaynağından sağlanarak ihtiyaç sahiplerine dağıtılması, kullanılmış sular ile yağış sularının toplanarak yerleşim yerlerinden uzaklaştırılması ve zararsız bir biçimde boşaltma yerine ulaştırılması veya bu sulardan yeniden yararlanılması amacıyla teşekkül ettirilmiş özel amaçlı metropoliten hizmet yerinden yönetim kuruluşlarıdır. Dolayısıyla bu kuruluşların temel performans göstergelerinin ana hizmet faaliyetleri kapsamında olması gerekmektedir. Bunun sağlamasını yapabilmek amacıyla öncelikle SUKİ lerin stratejik planlarının incelenmesi gerekmiştir. 16 sı evvelce kurulan, 14 ü de 30 Mart 2014 tarihinde yapılan seçimler akabinde 31 Mart 2014 tarihli ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanan 107

108 2014/6072 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile teşekkül ettirilen SUKİ lerin stratejik plan 58 hazırladıkları tespit edilmiştir. Çalışma kapsamında SUKİ lerin 2017 yılı performans göstergelerinin ölçülebilir ve uygulanabilir olup olmadıkları, kamu kaynaklarını etkili, ekonomik ve verimli kullanmayı esas alıp almadıkları, vatandaş memnuniyetini artırıcı nitelik taşıyıp taşımadıkları değerlendirilmiştir. SUKİ lerin belirlediği; abone başına şikâyet sayısı ve abone memnuniyet oranı, bütçe gelirlerinin bütçe giderlerini karşılama oranı, toplam ön ödemeli elektronik su sayacı oranı faaliyet gelirlerinin faaliyet giderlerini karşılama oranı, içme suyu şebekesindeki arızaları ortalama tamir süresi, temizlenen içme suyu depo oranı, bakımı yapılan içme suyu pompası sayısı oranı, içme suyu şebeke uzunluğu başına yıllık toplam arıza sayısı, kanalizasyon hattı hizmeti verilen nüfus oranı, kanalizasyon şebeke uzunluğu başına yıllık arıza sayısı atıksu arıtma hizmeti verilen nüfus oranı, su kayıp oranı, atıksu arıtma tesisleri ve toplama sisteminde bakımı yapılan atıksu pompası oranı gibi göstergelerin anlaşılır, sonuç odaklı ve kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde sunulmasına katkı sağlayacak bir muhteviyatta olduğu değerlendirmesinde bulunulabilir. Yeni kurulan SUKİ lerde yoğun olmakla birlikte göstergelerin tespit edilmesinde birtakım önemli aykırılıklara rastlanılmıştır. İnceleme neticesinde; SUKİ lerin varoluş amacına dönük performans göstergeleri belirleme noktasında başarılı olamadıkları, ana faaliyet alanlarına dair etkili göstergelerin yaygınlık taşımadığı, ölçülebilir olmamakla birlikte önceden tahmini güç veya imkânsız göstergeler belirledikleri, diğer taraftan performans hedefi olamayacak nitelikte olan göstergelerle bu süreci anlamsızlaştırdıkları, hatta rutin olarak temin edilmesi gereken alımlar ile hazırlayıcı işlem vasfında olan faaliyetlerin de gösterge olarak belirlendiği tespit edilmiştir Bu noktada SUKİ ler tarafından çalışmanın içeriğinde detaylı bir şekilde verilen, bu idarelerin varoluş amaçlarına odaklanan temel göstergelerin esas alınmasının gerektiği, idareye değer katmayacak nitelikte olan, başka bir deyişle uygulanabilirliği olmayan veya uygulanması halinde anlam ifade etmeyen göstergelere yer verilmemesi veya bir önceki yıl gerçekleşme oranları ile mukayesesini sağlayacak göstergelere çevrilmesinin bu aşamada yararlı olacağı tespit edilmiştir. Ayrıca hazırlayıcı işlem vasfında olan göstergelerin kaldırılmasının yanı sıra idarenin vizyon ve misyonu ile mevzuatı uyarınca belirlenen asli görevlerini tespit edici, gelişimi gösterici nitelikte göstergelerin belirlenmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle söz konusu göstergelerin eleştirel bir yaklaşımla belirlenmesi, idareye değer katıcı, kaynakların etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde kullanımını sağlayıcı bir mahiyet içermesi, zamana ve mekâna yaygın olarak idarelerin sürekli olarak göstergelerini uyumlaştırması, sadeleştirmesi ve asli amaca yönelik olarak geliştirme çalışmalarında bulunmaları önem taşımaktadır. Bu çerçevede SUKİ ler başta olmak üzere performans göstergelerinin tespit, ölçüm ve yorumlanması ile idame ettirilmesi safhalarında; temel hedef 58 Su ve Kanalizasyon İdarelerinin kurumsal web sitelerinden bütün stratejik yönetim araçlarına ulaşılmış, stratejik plan, performans programı ile faaliyet raporlarının erişimi bu idarelerin web siteleri üzerinden sağlanmıştır. 58 ESKİ (Erzurum), KASKİ (Kayseri), OSKİ (Ordu), SASKİ (Sakarya) ( ); İSKİ (İstanbul), ŞUSKİ(Şanlıurfa) ; ASKİ (Ankara), ASKİ (Adana), ASAT (Antalya), ASKİ (Aydın), BUSKİ (Bursa), DİSKİ (Diyarbakır), GASKİ (Gaziantep), İZSU (İzmir), KOSKİ (Konya), ISU (Kocaeli), BASKİ (Balıkesir), MESKİ (Mersin), MASKİ (Manisa), MASKİ (Malatya), MARSU (Mardin), MUSKİ (Muğla), HATSU (Hatay), KASKİ (Kahramanmaraş), VASKİ (Van), DESKİ (Denizli), ESKİ (Eskişehir), SASKİ (Samsun),TESKİ (Tekirdağ), TİSKİ (Trabzon) Stratejik Planı. 108

109 ve göstergelerin nüfusun tamamına asli hizmetlerin verilip verilmediğini, yıllık artışı gösterecek şekilde belirlenmesi daha gerçekçi olacaktır. Netice itibariyle SUKİ ler özelinde performans gösteregeleninin yeterince anlaşılamadığı, mevzuatın bu hususu zorunlu tutmasına bağlı olarak yapılması gereken bir prosedür olarak görüldüğü, gerekli dikkat ve özen ile eleştirel bakışın bu stratejik araçlara yansıtılamadığı kanaatine varılmıştır. Bu aşamada zamana ve mekâna yaygın bir şekilde göstergelerin geliştirilmesi, ölçülebilir hale getirilerek uygulanabilir kılınması ile amaca hizmet edecek şekilde sadeleştirilmesi noktasında denetim mekanizmasına da önemli görevler düşmektedir. Vesayet makamları tarafından SUKİ lerin denetlenmesi sırasında bu idarelerin temel amaçlarına ilişkin kat ettiği mesafenin tespit edilebilmesi ve idareler arası mukayesenin rasyonelce yapılabilmesi için ana mahiyette belirli performans göstergelerinin belirlenmesi gerekmektedir. Denetimlerde göstergelerin rasyonelliğinin ve gerçekleşme oranlarının takibinin yapılması ve bir önceki yıl teftiş raporlarında yer alan gerçekleşmelerle mukayese edilmesi durumunda SUKİ lerin bu süreçte daha hassas işlem yapacağı öngörülmektedir. Böylece bazı SUKİ lerde rastlanılan mevzuatın gereğini yerine getirmek adına hazırlanan, ancak SUKİ lerin vizyonu ile misyonuna, dayandığı hukuki metinlere uygunluk göstermemekle birlikte idareye artı bir değer katmayan göstergeler yerine amaca odaklanan, ölçülebilir ve idarenin yıllar itibariyle gelişimini gösteren yararlı göstergelere erişilebileceği söylenebilir. 109

110 KAYNAKÇA 23/11/1981 tarihli ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanan 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş Ve Görevleri Hakkında Kanun 24/12/2003 tarihli ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanan 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu 13/07/2005 tarihli ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanan 5393 sayılı Belediye Kanunu 17/03/2006 tarihli ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanan Kamu İdarelerince Hazırlanacak Faaliyet Raporları Hakkında Yönetmelik 26/5/2006 tarihli ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanan Kamu İdarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik 05/07/2008 tarihli ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanan Kamu İdarelerince Hazırlanacak Performans Programları Hakkında Yönetmelik 03/04/2012 tarihli ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanan Belediye Su Ve Kanalizasyon Hizmetlerinde Uyulacak Usul Ve Esaslara İlişkin Yönetmelik 06/12/2012 tarihli ve sayılı Remi Gazete de yayımlanan 6360 sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi Ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 08/05/2014 tarihli ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanan İçme Suyu Temin Ve Dağıtım Sistemlerindeki Su Kayıplarının Kontrolü Yönetmeliği 06/01/2017 tarihli ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanan Atıksu Toplama Ve Uzaklaştırma Sistemleri Hakkında Yönetmelik 12/10/2017 tarihli ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanan İçme Ve Kullanma Suyu Temini Ve Dağıtım Sistemleri Hakkında Yönetmelik 26/2/2018 tarihli ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanan Kamu İdarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmelik Bal, Tolga (2016). Performans Esaslı Bütçeleme (PEB) Sistemi ve Sistemin Uygulanabilirliğinin Artırılmasına Yönelik Öneriler, Sayıştay Dergisi, Sayı:101, Nisan - Haziran 2016, s Karaaslan, Haydar (2015). Yerel Yönetimlerde Performans Ölçümü ve Göstergeler, Strategic Public Management Journal (SPMJ), Issue No: 2, November 2015, ISSN , s

111 Özet İSTANBUL SİLÜETİNE YEREL YÖNETİMİN ETKİSİ Filiz AKAR 59 Gizem AVCI 60 İstanbul geçmişten günümüze farklı katmanların birbirine eklenmesiyle oluşan bir şehirdir. Bitki örtüsü, jeolojik yapısı ve topografyanın yanı sıra İstanbul da yaşamış farklı kültürlerin oluşturduğu mekanlar ile de şekillenmiştir. İstanbul siluetinin kimliğini oluşturan anıtsal yapıların, günümüzde küreselleşmenin etkisiyle yapılan yüksek yapıların gölgesi altında kaldığı görülmektedir. Bu durum toplum ve yerel yönetimler tarafından fark edilmekte ancak alınan önlemler yeterli olmamaktadır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan 1/ ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planında; İstanbul siluetine bütüncül bir bakış açısına sahip İstanbul Siluet Ana Planı yapılması gerektiği, siluet ana planı hazırlanıncaya kadar ise siluete ilişkin yapılacak bölgesel çalışmalar neticesinde İstanbul un özgün siluetini oluşturan alanlar ile silueti etkileme potansiyeline sahip çeper alanlarda siluetteki değişimi kontrol etmek amacıyla imar planlarında verilen yapılaşma haklarının (Yükseklik,TAKS ve KAKS gibi yapı kütlesi oranları) yeniden ele alınması ve İstanbul siluetinin en önemli parçası olan Tarihi Yarımada nın siluetini batı ve kuzeybatı yönlerinden etkileme potansiyeline sahip çeper bölgelerdeki (Bağcılar, Bahçelievler, Bakırköy, Bayrampaşa, Esenler, Eyüp, Gaziosmanpaşa, Güngören,Küçükçekmece ve Zeytinburnu ilçeleri) yapılar için deniz seviyesine göre maksimum saçak kotu yüksekliklerinin belirlenmesine yönelik çalışmalar yapılmış ve bu notlara göre plan notları yeniden düzenlenmiştir. Ancak İstanbul Siluet Ana Planı henüz yapılmadığından dolayı bütüncül bir yaklaşım bulunmamakta; Boğaziçi, Tarihi Yarımada, Haliç ve Anadolu Yakasında farklı yapılaşmalar gözlemlenmektedir. Bu bildirinin amacı, İstanbul siluetine nasıl yaklaşmamız gerektiği ile ilgili çözümler aramaktadır. Anahtar Kelimeler: İstanbul, kent, Londra, siluet, yerel yönetimler. The Impact Of Local Government On The Silhouette Of Istanbul Abstract Istanbul, which is one of the important metropolitan cities, is known to host different cultures from past to present and it is thought to be formed by adding different layers to each other. In addition to its vegetation cover, geological structure and topography, Istanbul is also shaped by the places created by different cultures. It is seen that the monumental structures that constitute the identity of the Istanbul silhoutte remain under the shadow of the high buildings that are made by the effect of globalization. This situation is recognized by the community and local governments, but the measures taken are not sufficient. In the Istanbul Environmental Plan of 1/ scale prepared by Istanbul Metropolitan Municipality; It is stated that Istanbul Silhouette Master Plan should be done with a holistic approach to Istanbul skyline. As a result of the regional studies on the silhouette until the silhouette master plan is prepared, the reconstruction of the structural masses such as elevation, TAKS and KAKS, in order to control the silhouette of Istanbul and the changes in the silhouette in the wall areas that have the potential to affect these areas. and to determine the maximum eave height elevations according to the sea level for the buildings located in the wall regions which have the potential to affect the 59 Marmara Üniversitesi, Sosyal bilimler Enstitüsü, Küresel Şehirler ve İstanbul Araştırmaları Tezsiz Yüksek Lisans Programı, filiz.aksoy@ibb.gov.tr 60 Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Küresel şehirler ve İstanbul Araştırmaları Tezsiz Yüksek Lisans Programı, gizem.avci.020@gmail.com 111

112 silhouette of the Historic Peninsula from the west and northwest sides, which is the most important part of the Istanbul skyline. According to the notes obtained in the studies, the plan notes were rearranged. However, there is no holistic approach since Istanbul Silhouette Master Plan has not been made yet. Bosphorus, the historical peninsula, the golden horn and Anatolian side of the different structures are observed. The quantitative method was used as the method of the paper. The aim of this paper is to find solutions to how to approach the Istanbul skyline from the examples in the world. As a result of document analysis, literature review and obtained documents, it provides Keywords: City, İstanbul, local governments, Londra, silhouette GİRİŞ Kent, toplumları oluşturan bireylerden ve onların kültürlerinden şekillenir. Kentin fiziksel bir yapısı vardır. Buna toplumların eklenmesiyle kentin algılanan görsel çevresi oluşur. Kimi kentte görsel algıyı anlatan bir meydan iken, kimi kentte de siluettir. Siluet ise yeryüzü ile gökyüzünün buluştuğu çizgidir. Doğal ve tarihsel süreç içinde sürekli değişen İstanbul silueti, konumu ve topoğrafik yapısı nedeniyle üç imparatorluğa başkentlik yapmış kentin değişen imajıdır. İstanbul un imajının sürdürülebilir olmasını istiyorsak, siluetinin de ona göre kurgulanması gerektiği açıktır. İstanbul siluetinin vazgeçilmez imgeleri, külliyeler, camilerdir. Le Corbusier de 1948 yılında Şemsa Demirören ile yaptığı röportajda bunu doğrular niteliktedir. İstanbul un çehresini hatırlatan acele ile çizilmiş krokileri hala saklıyorum. Yeni Cami ve Fatih Cami sinin siluetini gayet iyi hatırlıyorum Bildiri konusu İstanbul siluetinin ve siluetteki değişimin İstanbul bütününde incelenmesi, yorumlanması ve Bütüncül İstanbul Siluet Planı yapılarak nasıl uygulanması gerektiği konusunun araştırılmasıdır. Aşağıda, İstanbul siluetinin oluşmasına sebep olan birey, toplum, kültür, kent ve siluet ilişkileri irdelenmiş, İstanbul siluetinin oluşumu birbirini izleyen dönemler boyunca ele 112

113 alınmış, son aşamada yerel yönetimlerin siluetin değişimine ne gibi katkılarının olduğu araştırılmış ve bu siluetin nasıl şekillenmesi gerektiği vurgulanmıştır. BİREY, TOPLUM, KÜLTÜR, KENT VE SİLÜET İLİŞKİSİ Bireyler kentleri oluşturur. Toplum ise, kenti oluşturan bireyler topluluğundan oluşur. Birey, dolayısıyla toplum, çevreyi etkiler, fiziksel çevre de toplumu etkileyerek karşılıklı bir etkitepki sergilerler. Bu etkileşim toplum kültürünü oluşturur. Kültür, bireylerin dünyaya verdikleri görüş, imajdır. Kültür, bir insan ve toplum teorisidir. Dolayısıyla kültür-çevre birbiri ile etkileşim içeresinde olan iki kavramdır.( Aksoy, 2009) Fiziksel çevre, sabit ve yarı sabit elemanlardan oluşan çevredir. Bir başka deyişle, insan ve toplumun dışındaki her şey fiziksel çevreden oluşur. Sosyal çevre ise, kentleri oluşturan canlılar ve davranışlarından; bir başka deyişle sabit olmayan elemanlardan oluşan çevredir. Sabit olmayan elemanlar, insanlar ve eylemleri, davranışları, giyim kuşamları ve saç biçimleri, ayrıca araçlar ve hayvanlardır. (Aksoy, 2009) Fiziksel çevrenin algılanması sonucu görsel çevre oluşur. Fiziksel, sosyal ve görsel çevrenin oluşması ile kent oluşur. Luminant ın da dediği gibi, Şehirler canlı varlıklara benzer; doğan, büyüyen, üreyen, meyve veren ve bazen ölen. Le Corbusier e göre kent, insanın doğa üzerindeki hakimiyetidir. A. Rapaport a göre, kentlerin fiziki elemanları aynıdır; anlamsal yapısı, organizasyon prensipleri ve bunların ilişkilenmeleri farklılık göstermektedir. Ayrıca, her kent farklı özellikler gösterir, oluşumu farklıdır. Ticari bir merkez niteliği taşıdığı için, ülkeyi korumak için askeri garnizonların çevresinde, bir küçük koy, gemilerin konakladığı bir yer olarak liman etrafında, bir yerdeki bir fabrikanın kuruluşu ya da dinsel odakların zanaatkar ve tüccarları içine çekerek yerleşmelerine neden olurlar (Karabey, 1980). Farklı nedenlerle oluşan her kent, değişik kimlikler sunabilmektedir. (Aksoy, 2009) Kent kimliği ise, kentleri birbirinden ayıran bir özelliktir. Bir kimliğin oluşumu, belli koşulların sürekliliği neticesinde gerçekleşmektedir. Kent kimliğini oluşturan özelliklerden bazıları şöyle sıralanabilir. (Aksoy, 2009) -Coğrafi özellikler (İstanbul boğazı ile, Venedik kanalları ile kimlik kazanmıştır.) -İklimsel özellikler (Akdeniz Bölgesi ılıman iklimi ile kimlik kazanmıştır.) -Anıt yapıları (İstanbul camileri, Paris Eyfel Kulesi ile anılır) -Kent meydanları ve sokakları (Venedik S. Marco Meydanı, Londra Hydepark ile tanınır.) -Folklorik veya sosyokültürel özellikler (Viyana valsleri, Rio karnavalı ile ünlüdür.) Oluşan kent kimliğinin korunması için ise, -Mekânların simgesel belirginliği, -Simgesel değerlerin korunması, - Kolektif belleğin yaşatılması gerekmektedir. (Aksoy, 2009,s.14) Siluet, kentin biçimsel kimliğinde doğal ve yapay elemanlardan oluşan kentin görünüşüdür. Siluetin kentin görsel olarak kavranabilmesini sağlayan bir yapısı ve niteliği bulunmaktadır. Siluet yerleşim içinde bulunan topoğrafik yapının, bitki örtüsünün, kent imgelerinin, yapı tipolojisinin, açık-kapalı kamusal alanların, yani bir kenti oluşturan doğal, mekânsal öğelerin ve bu öğelerin birbiri ile ilişkisinin algılanmasını sağlamaktadır. Kent siluetini oluşturan etmenler, aynı zamanda kenti anlatmaktadır. Silueti etkileyen faktörler ise, topoğrafik, iklimsel ve jeolojik yapıyı barındıran doğal çevre, farklı işlevler nedeni ile farklı biçimlerden 113

114 oluşan yapay elemanlar, doğal ve yapay çevrenin değişimi ve oluşumunu sağlayan planlar, yönetmelikler, politikalar ve tüm bunların oluşumuna sebebiyet veren sosyo-kültürel yapıdır. Kentin siluetleri ise toplumun tarihsel, sosyal, kültürel birikimlerini simgeler, ortaya koyar. Siluette kentin sembolik anlamlar taşıyan imgeleri, doğal güzellikleri, tarihi çevreleri kentin kimliği hakkında bilgi verir. Kentin siluetinde oluşan düzensizlikleri belirlemek için çevreyi, fiziksel ve kültürel olarak değerlendirerek, nasıl bir görsel niteliğe kavuştuğunu incelemek gerekmektedir. Dünyadan kentlerin kıyılarını belli prensiplere göre planlamasındaki amaç, dünyaya verdikleri imajdır. Bu imaj elemanları olan yollar, sınırlar, bölgeler, düğüm ve nirengi noktalarının en çok yansıdığı yer de siluetlerdir. Siluetler kentlere kimliklerini kazandırırlar. Siluette vurgulanmak istenen nokta ne ise ona göre planlanıp, tasarımının yapılması gerekmektedir. (Aksoy, 2009) İSTANBUL SİLÜETİNİN TARİHSEL DEĞİŞİMİ İstanbul siluetinin oluşum ve değişim süreci incelenmesinde kırılma noktaları tespit edilmiştir. Bu noktalar: İstanbul un Osmanlı Devleti tarafından fethi, Tanzimat Dönemi Cumhuriyet Dönemi ve sonrası Şeklindedir. İstanbul un Osmanlı Devleti Tarafından Fethi Osmanlı Klasik Dönemde İstanbul un yedi tepesine kurulan Külliyeler çok merkezli bir bütünü oluşturmuştur. Külliyeler kentin yüksek noktalarında kurulmuş olup cami merkez alınarak, çevresinde büyük mahalleler oluşturulmuştur. Bunun dışında tekke veya mescit merkezli büyüyen daha küçük mahalleler vardır. Külliyelerin kent siluetinde belirginleşmiş konumları, caminin kutsal mekân olması ve bu nedenden ötürü diğer yapılar arasındaki nispet farkının korunması anlayışından beslenmektedir. Buradaki amaç yalnızca kutsal mekanları yüceltmek değil, aynı zamanda kentin tümüne aynı başarıyla yansıtılan insan ölçüsüdür. Böylece temelde insan ve insan değerleri yüceltilmektedir. (Ökten ve Can, 2002) Tanzimat Dönemi Böylece klasik dönemde dinsel hoşgörüye dayalı Osmanlılık bilinci anlamını yitirmeye ve bu bağlamda sorgulanmaya başlamıştır. Bu dönemde genel olarak tarihi yarımada ve Haliç kıyıları prestij kaybına uğrarken, Boğaziçi, Dolmabahçe çevresi, Nişantaşı, Pera ve Kadıköy den Bostancı ya kadar demiryolu güzergahındaki yerleşmeler ile Bakırköy ve Yeşilköy prestij kazandı. Prestijli alanların tarihi yarımadadan Galata yakasına kayması Abdülmecit in Dolmabahçe Sarayını yaptırıp taşınmasıyla hızlanmıştı. Ancak Babıali nin eski yerinde gelişmesi padişahın yerini değiştirmesinin etkisini bir ölçüde dengeliyordu. Cağaloğlu-Soğukçeşme arası, Süleymaniye, Fatih, Çarşamba, Sultan Selim, ulema ve paşa konaklarının yer aldığı semtlerdi. Ancak yüzyılın sonuna doğru yeni konaklar bu semtlerde değil, Ayazpaşa, Nişantaşı ve Yıldız da yapılmaya başlandı. Müslüman üst tabaka köşklerini 114

115 Boğaziçi sırtlarıyla Üsküdar-Çamlıca havalisine, Haydarpaşa, Kadıköy, Suadiye, Caddebostan, Kızıltoprak, Göztepe, Erenköy, Bostancı semtlerinde yapıyordu. (Ökten ve Can, 2002, s.29) 19. Yüzyılın ikinci yarısından önce kentsel mekânın vurgulandığı bir güç gösterisi olmamıştır. Ancak kentin tümüne egemen bir mekânsal vurgunun siluete yansıyan özellikleri anımsanabilir. (Ökten ve Can, 2002, s.29) Selimiye Kışlası ve liman tesisleri Anadolu yakasında Kadıköy ve Üsküdar ı birleştirmiş, ardından da bu semtler tramvayla birbirine bağlanmıştı. Modern kentin yeni simgeleri, Topkapı Sarayının yanındaki tren istasyonu, limanlar, rıhtımlarda demirlenmiş modern savaş gemileri ile büyük buharlı gemiler ve Boğaz, Haydarpaşa, Kadıköy, hatta adalardaki iskeleleri birbirine bağlayan vapurlar olarak ifade edilebilir. (Ökten ve Can, 2002, s.29) Klasik dönem İstanbul un görünüm değerleri, kütlesel camilerle çevredeki yatay yerleşmeler arasındaki açık boyut farkının ifade ettiği bir karşılaşmadır. Kentin siluetinde sultanların sarayı bile, boyutları ile değil, yalnızca konumu, bir-iki karakteristik öğesi, surları ve çevresindeki yeşil bitki örtüsü ile ayrılmakta iken Tanzimat Dönemi kentsel dönüşümü ile kent mekanı boyutları ve konumları ile yükselen yeni yapılarla dolmuştur. Topkapı Sarayı ile Dolmabahçe Sarayı karşılaştırıldığında okunabilecek tarz ve üslup farkı gibi modernleşmenin gereği kışlalar ve fabrikaların kentteki konumları ve biçimleri aynı dili konuşmaktadır. (Ökten ve Can, 2002, s.29) Cumhuriyet Dönemi ve sonrası Cumhuriyetin ilanından 1950 lere kadar olan dönemde 1938 yılında yapılan prost planı ile silueti korumak için ilk adım olan +40 rakımdan 9,50 yükseklik belirlenmiştir lerde kırsal bölgelerden İstanbul a göç ile gecekondulaşma süreci başladığı için bazı çözümsüzlükler başlamış ve kendi kendine oluşan bir İstanbul olmuştur. Adnan Menderes dönemi ile büyük caddeler açılmış, 1964 planında +40 rakım plan kararlılığı devam etmektedir.1980 lerden 2000 lere kadar küreselleşmenin başlaması ile 1. Ve 2. Köprünün yapılması ve göçlerin devamı ile İstanbul un büyümesi devam etmiş, köprü çevresinde yapılan yapılaşmalar ve yüksek katlı binalar siluete eklenmiştir lerden günümüze geldiğimizde gecekondu mücadeleleri devam etmekte ve küreselleşmenin etkisi ile İstanbul u etkileyen dev projeler yapılmakta ve İstanbul siluetine olumsuz etkileri olmaktadır. (Çelen, 2016) YEREL YÖNETİMİN İSTANBUL SİLÜETİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ İstanbul Büyükşehir Belediye si tarafından siluet ile ilgili çalışmalar 1930 larda uygulanan Prost Planı ile Tarihi Yarımada ve 1980 lerde çıkarılan Boğaziçi Kanunu nda silueti koruma amacıyla belirlenen öngörünüm, geri görünüm ve etkilenme bölgeleri doğrultusunca Boğaziçi ile sınırlıdır. Tarihi Yarımada siluetinde 2011 senesinde yapılan 16-9 binaları ile İstanbul un kimliğini yansıtan siluet değiştirilmiştir. Halkın ve yerel yönetimlerin tepkisini çekmiş ve silüetin düzenlenmesi için yeni kararlar alınmıştır. 115

116 tarih, 173 sayılı Meclis Kararı ile; Söz konusu çalışmalara ilişkin olarak, mekânsal gelişmenin kültürel mirasa saygılı, gelecek nesillerin ihtiyacını gözeten, doğal ve kültürel çevreyle uyum içinde olması ilkesi göz önünde bulundurularak hazırlanan 1/ ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı nın amir hükümleri arasında; Kentin sahip olduğu özgün siluetin etkilenme bölgeleri ile bütünleşerek korunması ve geliştirilmesi için ilgili kurumların iş birliği ile kent siluetine ilişkin ilke ve üst eşik sınırlarını belirleyecek bütüncül bakış açısına sahip İstanbul siluet ana planı ve bu plana altlık teşkil edecek bölgesel siluet çalışmalarının yapılması, Siluet ana planı hazırlanıncaya kadar ise siluete ilişkin yapılacak bölgesel çalışmalar neticesinde İstanbul un özgün siluetini oluşturan alanlar ile silueti etkileme potansiyeline sahip çeper alanlarda siluetteki değişimi kontrol etmek amacıyla imar planlarında verilen yapılaşma haklarının (yükseklik, TAKS ve KAKS gibi yapı kütlesi oranları) yeniden ele alınması yer almaktadır. 1/ ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı nın siluet ile ilgili yukarıda açıklanan yaklaşım ve kararlarına istinaden; İstanbul siluetinin en önemli parçası olan Tarihi Yarımada nın siluetini batı ve kuzeybatı yönlerinden etkileme potansiyeline sahip çeper bölgelerdeki (Bağcılar, Bahçelievler, Bakırköy, Bayrampaşa, Esenler, Eyüp, Gaziosmanpaşa, Güngören, Küçükçekmece ve Zeytinburnu ilçeleri) yapılar için deniz seviyesine göre maksimum saçak kotu yüksekliklerinin belirlenmesine yönelik çalışmalar yapılmıştır. denilmektedir. İstanbul İmar Yönetmeliği nde Yapıların estetiğinde belediye yetkisi 27-3) ve 4) maddelerinde -Binanın herhangi bir cephesinden görünen en düşük kottaki bina yüksekliği metreyi geçen yapılar için Büyükşehir Belediyesinden siluet yönünden uygun görüş alınmadan yapı ruhsatı düzenlenemez. -1/ ölçekli Çevre Düzeni Planı doğrultusunda 1/ ölçekli paftalar halinde Büyükşehir Belediye Meclisince onaylanacak yapı yüksekliklerine ilişkin siluet meclis kararlarına uyulacaktır. 116

117 2000 ler sonrası artan küreselleşme ve metropolleşme arzuları, yüksek yapılaşma eğilimleri ve rant beklentileri doğrultusunca alınan yapılaşma kararları ile örtüşmemektedir. Tüm bu çelişkilerin sonucu olarak, İstanbul da yüksek binaların imar yasasına uygun olarak inşa edilmelerine rağmen eğimli topografya nedeniyle siluet üzerinde dominant elemanlar halinde belirdikleri ve yüzyıllar içeresinde oluşmuş tarihi siluetin son dönemlerde hızla tipik bir küresel kent siluetine dönüştüğü gözlemlenmektedir. GÖRÜŞLER, SONUÇ İnsan ile yapı çevresinin niteliği arasındaki ilişkiyi sorgulamak günümüzde disiplinler arası bir araştırma alanına dönüşmüştür. Kentin ve yapıların estetik değerlendirmelerini yapabilen öznel ve nesnel yöntemler mevcuttur. Öznel yöntemler, kentin estetik niteliklerinin beğeni üzerine etkilerini araştırmak için psikoloji ve davranış bilimleri kaynaklı anket ve deneysel çalışmalarıdır. Nesnel yöntemler, biçimleniş özelliklerini ele alarak görsel karakter ölçümleri yapan, fraktal geometri, mekânsal dizin, bulanık mantık ve entropi gibi sayısal yaklaşımlardır. Bilgisayar destekli sayısal modellerin kentsel estetik değerlendirmede, farklı konu ve ölçeklerdeki uygulamaları mevcuttur. (Akdağ, 2011) İstanbul un CBS ile görsel görünümünün yapılıp, yapılacak uygulamalarda kullanılması gerekmektedir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi nin arşivlerinde böyle bir çalışma bulunmaktadır. Ancak bütüncül bir siluet planı ya da yönetmeliği bulunmamaktadır. İstanbul un genel yapılaşmasına örnek olarak, içinde hem tarihi binaları hem de yeni binaları barındırması sebebi ile dünyadan İngiltere örneği verilebilir. İngiltere, tarihi binaları ve bölgeleri koruyarak yeni yapılaşmaya izin vermektedir. Londra da siluet ile ilgili aşağıdaki çalışmalar yapılmaktadır. Londra daki siluet/görünüm ile ilgili yönetmelik bulunmaktadır yılında imar kanunlarına ek olarak Bütünler Planlama Rehberi (SupplementaryPlaningGuidance-SPG) düzenlenmiştir. Bu rehberde Londra Görünüm Yönetmeliği (LondonView Management) olarak bir sistem geliştirilmiş, Londra nın stratejik olarak önemli görünümlerinin değerini ve kalitesini koruma altında tutma amaçlı birtakım öneriler ve değerlendirmeler sistemleri oluşturulmuştur. Uzmanlar, çeşitli araştırmalar ve analizler sonucu belediyenin onayı altında 26 adet görünümü Londra planı üzerinde stratejik olarak önemli görünümler olarak ayırmıştır. (Designated Views) Bu 26 nokta üzerinde yılın çeşitli zamanlarında yapılan gezi ve incelemeler sonucunda bir seri değerleme noktası belirlenmiştir. (Assessment Points) bu noktalardan alınan görünümler yazılı ve görsel olarak kayıt altına alınmış ve arazi gezileri sırasında yapılan geometrik analizler ile detaylandırılmıştır. Geometrik koruma başlığı altında bir şema hazırlanmış, manzaraların değerleme noktaları ile önemli kentsel simgeler arasındaki geometrik tanımlamalar yapılmıştır. Yazılı belgeleme ve fotoğraflama çalışmalarına ek olarak harita ve üç boyutlu Londra modellemeleri ile desteklenerek bu önemli görünümler ve korunacak olan manzaralar arasında etkileşim sağlanmaya çalışılmıştır. Bütünler Planlama Rehberinde (SPG) görünümlerin kalite ve değerini korumak adına terminolojileri ve konsepti tanımlar ve kalıcı kurallar geliştirir. Yeni imar teklifi verecek olan mimar ve müteahhitler bu planlama durumu içinde hareket edeceklerdir. Yönetmelik, yeni 117

118 imar tekliflerinin Londra Planı içerisindeki belirlenen önemli görünümlerin (designated views) değerini arttıracak, pozitif katkıda bulunacak nitelikte olmasını sağlamak için rehberlik yapar. Yeni imar teklifleri muhakkak bu belirlenen 26 işaretlenmiş görünüm üzerinden değerlendirilir. Bu görünümlerdeki kentsel simgelerin yeni imar tekliflerinde açıkça görülebilmesi, ayırt edilebilmesi, değerini kaybetmemesi önemlidir. Bütünler Planlama Rehberinde (SPG) nin kendi içinde bu işaretlenmiş görünümler (designated views) üzerinden yapılan değerlendirmeler için iki ana sistem geliştirilmiştir. Kaliteli Görünüm Değerlendirilmesi (Qualitive Visual Assesment) Londra Planı üzerinden seçilen 26 görünümdeki çoğu alanın imar üzerinde geometrik olarak kontrolüne gerek yoktur. İlk olarak önemli olan imarın bu görünümler üzerinde yaptığı etkinin değeridir. Bu sistemin değerlendirilmesine Kaliteli Görünüm Değerlendirmesi (Qualitive Visual Assesment) denir. Yeni imar teklifi, görünüm lokasyonlarında (Viewing Location) belirtilen değerleme noktalarından (assesment point) seçilmiş görünümler (designatedviews) üzerinden ele alınır. Bu görünümler içinde imar almak isteyenler, rehberdeki değerlendirme sistemlerini kullanarak, tekliflerinin görünümler üzerindeki etkisinin değerini değerleme noktalarından (assessment points) alınan gerçek görsel sunumlar (Accurate Visual Representations) hazırlayarak tespit edebilmektedirler. Değerlendirme aşağıdaki tanımlamalar üzerinden yapılır; -Ön ve Ara Görünüm Değerlendirme Alanları İmarı (Development within Front andmiddlegroundassessmentareas) -Ön Görünümdeki Peysaj Stratejisi (LanscapeStrategy in theforeground) -Önemli Görünümlerin Arkasındaki İmar (Development in thebackround of significantviews) -Öncelikli Kentsel Simgelerin Önemli Görünümlerdeki Karşılığı (Considiration of PrimaryLandmarks in SignificantViews) -İkincil Kentsel Simgelerin Önemli Görünümlerdeki Karşılığı(Considiration of SecondaryLandmarks in SignificantViews) -Yüksek Binaların Gruplanması (Clustering of High Buildings) -Seyir Yerlerinin Kalitesi (Quality of theviewing Place) -Eşleşik Lokal Politikalar (Congruent Local Policies) 118

119 Geometrik Tanımlama Yönetmeliği -Korunan Manzaralar (Managament by geometric definition- Protected Vistas) Bazı durumlarda, değerleme noktalarından (assessment points) tanımlanmış kentsel simgelere (landmark) olan temiz görüş alanı önemli olduğunda, bu görünümlerden alınan kesitlere korunan manzara (Protected Vista) tanımı yapılmaktadır. Bu tanımlar geometrik açılımlar içermektedir. Geometrik tasvirle koruma altına alınması gereken görünümlerin planlarında, görünüm değerleme alanına göre koordinatları verilir. -Kentsel Simge Seyir Koridoru (Landmark Viewing Corridor) -Kentsel Simge Arkaplan Değerlendirme Alanı (Landmark Background Assesment Area) ( Sonuç olarak, yukarıda belirtilen yönetmeliklere göre, imar planında belirtildiği şekli ile binalar yapılabilmektedir. Siluetin bütün olarak ele alınıp 26 adet önemli görünümler oluşturularak, yapılacak olan binaların uygulanmadan önce üç boyutlu sanal ortamda görülüp değerlendirilmesi sonucu yapılaşmaya izin verilmektedir. Siluette kentsel simge niteliği taşıyan binalara büyük önem verildiği yönetmeliklerden görülmektedir. 119

120 İstanbul silueti için de Londra daki yerel yönetimlerin uygulamaları gibi yönetmelikler hazırlanabilir. Yönetmelikte manzaraların korunması, kentsel simge koridorlarının oluşturulması, ön görünümde peyzaj yerlerinin belirlenmesi, yüksek binaların gruplanması ve önemli binaların arkasındaki yapılaşmanın belirlenmesi gerekmektedir. Yapılacak 'alan değerleri' ile bir bütün olarak ele alınmalı, yapılaşma içinde yeni bir tasarım oluşturulacaksa, tarihi yapılara, topoğrafyaya, çevresine ve genel olarak toplumun kültürüne uyumlu olmalıdır. İstanbul siluetinin olumsuzluklarının giderilmesi için genel olarak; 1. İstanbul alanının makro ve mikro ölçekli planlarının oluşturulması, 2. Çeşitli siluet çalışmalarının yapılması ve halka sunulması, fikir alışverişinin oluşturulabileceği platformların yaratılması, 3. Sürdürülebilir bir İstanbul silueti için yönetmelik hazırlanarak uygulanması, 4. Değişimlerin, gelişimlerin kültürel süreklilik içinde ele alınması gerekmektedir. KAYNAKÇA Akdağ, S. (2011) Yüksek Binaların Kent Siluetine Etkisinin Değerlendirilmesi için CBS Tabanlı Bir Yöntem: Zincirlikuyu-Maslak Hattı Örneği. Aksoy, F. (2009) Kent Siluetinin Değerlendirilmesi: Boğaziçi Yerleşkesi Örneğinde İrdelenmesi. Çelen, D. (2016) Kentsel Korumada Siluet Kavramı ve Siluetin Önemi; İstanbul Tarihi Yarımada Örneği. Kortan, E. (2006) Kaybolan İstanbul um bir mimarın anıları Ökten, S.- A. Can (2002) Fetihten Günümüze İstanbul Kent Mekanının Oluşumu. Yenen, Z.- E. Yücetürk (2003) Haliç in Mekânsal Bütünlüğü ve Siluet İrdelenmesi

121 GIDA GÜVENCESİZLİĞİ İLE SONUÇLANAN PİYASA BAŞARISIZLIĞI: 2008 SONRASINDA TÜRKİYE KIRMIZI ET PİYASASI VE KAMU YÖNETİMİNİN ROLÜ İdris SARISOY 61 Furkan AKAY 62 Özet Ülkeler için stratejik öneme sahip olan tarım ve hayvancılık sektörü dezavantajlı yapısıyla teşvik ve sübvansiyonlara ihtiyaç duymaktadır. Yeterince desteklenmediği durumlarda bir gıda piyasası olarak tarım ve hayvancılıkta etkinsiz üretim düzeyleri meydana gelmekte bu durum gıda ulaşımının, kullanımının ve yeterli arzının sürdürülebilir olarak sağlanması olarak ifade edilen gıda güvencesinin oluşmasını güçleştirmektedir yılında Türkiye de kırmızı et fiyatlarında meydana gelen artış sonrası devlet, kırmızı et ithalatının önünü açarak gıda güvenliğini sağlama yoluna gitmiştir. Bu kapsamda makalede Türkiye özelinde 2008 yılında başlayan kırmızı et fiyatlarında meydana gelen artış ve sonrasında piyasaya yapılan ithal et müdahalesi gıda güvenliği kapsamında ele alınacaktır. Anahtar Kelimeler: Gıda Güvencesi, Piyasa Başarısızlığı, Kırmızı Et Piyasası Resulting In Food Unsafety Market Failure: Afer 2008 Turkish Red Meat Market And The Role Of Public Administration Abstract The agriculture and livestock sector, which has strategic priorities for countries, needs incentives and subsidies with a disadvantageous structure. When not adequately supported, as a food market, inefficient production levels in agriculture and livestock become a reality, making it difficult to ensure food safety, which is expressed as the sustainable provision of food transport, use and adequate supply. In 2008, after an increase in red meat prices in Turkey are occurring sought to ensure the food security of the state by opening the front red meat imports. In this context, Turkey occur in imported articles made after coming to the market in growth and in particular in the red meat prices starting in 2008 will be covered in food safety intervention. Key Words: Food Safety, Market Failure, Red Meat Market GİRİŞ Piyasalarda meydana gelen etkin olmayan üretim düzeyi olarak ifade edilebilecek piyasa başarısızlığı, Klasik dönem iktisat anlayışına göre, kendi çıkarını maksimize etme güdüsüyle hareket eden birey ve firmaların piyasa içerisinde aldıkları kararlar ile oluşan fiyat mekanizması vasıtasıyla giderilecek ve etkin üretim düzeyini sağlayacak kaynak dağılımı, fiyat mekanizması tarafından sağlanacaktır yılında yaşanan küresel ekonomik kriz ile birlikte Klasik iktisat düşüncesinin aksine, piyasaların optimum etkinlik düzeyini sağlayacak 61 Doç. Dr., Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, E-posta: isarisoy@marmara.edu.tr 62 Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, Kamu Politikası Bilim Dalı, Yüksek Lisans Programı Öğrencisi, E-posta: furkanakay@marun.edu.tr 121

122 kaynak tahsisini kamusal mallar, dışsallıklar, aksak rekabet, doğal tekeller, asimetrik bilgi problemi gibi nedenlerden dolayı kamu müdahalesinden bağımsız olarak sağlayamayacağını varsayan Neo-Klasik iktisat anlayışı yoğun taraftar bulmuştur. Ancak kamu müdahalelerinin etkinliği bu noktada tartışma konusu olmuştur. Literatürde kamu ekonomisinin aldığı kararlar ile piyasada optimum etkinlik düzeyini sağlayacak kaynak dağılımını gerçekleştiremeyeceği anlayışı, politik karar alma süreci içerisinde kişisel çıkar güdüsü ile hareket eden hom*oekonomikus un kamu yararına karar almayı güçleştiren etkisi (Buchanan ve Wagner, 1977: 93) ve kamu ekonomisi tarafından sunulan malların harcama-gelir dengesinin sağlanmasındaki güçlükler üzerine temellenir (Le Grand, 1991: ). Bu çalışmada ilk olarak alanla ilgili literatür bulgularına yer verilecek daha sonra literatürde çizilen çerçeveden hareketle piyasa başarısızlığı gıda güvensizliği ilişkisi kurulacaktır. Aynı bölümde çalışmanın odak noktasını oluşturan süreç olarak 2008 yılı sonrası kırmızı et piyasasında yaşan fiyat artışları irdelenecek, kamu yönetiminin süreç içerisindeki rolü tartışılarak sonuca gidilmeye çalışılacaktır. 1. LİTERATÜR BULGULARI Literatür incelemesi, çalışmada kırmızı et piyasasında meydana gelen başarısızlığının bir sonucu olarak gıda güvencesizliği ele alınacağından gıda güvensizliğini bir vakıa çalışması olarak ele alan çalışmalar ile sınırlı tutulmuştur. Gıda güvenliği, halk sağlığını doğrudan etkileyen ve güvenliğin sağlanamadığı durumlarda aşırı fiyat artışı gibi sonuçlarla ekonomide kaynakların optimum tahsisini sağlamayı güçleştirebilecek yapısı ile önem taşırken gelişmişlik düzeyinden bağımsız olarak her ülke şiddeti farklı ölçeklerde de olsa bu durumu yaşayabilmektedir. Bu anlamda küresel bir konu olan gıda güvenliği ile ilgili literatüre bakıldığında gıda güvensizliğinin nedenlerini ve sonuçlarını ilgili devletlerin izledikleri politikalar ile birlikte veya bunları ayrı ayrı ele alan vakıa çalışmalarında (Gorton, Dumitrashko ve White, 2006; Siamwalla ve Valdes, 1980; Smith, El Obeid ve Jensen, 2000; Von Braun, 2008; Ramakrishna ve Demeke, 2002; Misselhorn, 2005; Jayne ve Tschirley, 2009; Olsson, 2014; Brown, Hintermann ve Higgins, 2009; Manu, 1994; Hossain, Deb ve Dawe, 2010; Terpend,2006; Bayliss-Smith, 1991) genel olarak saptanan nedenler çevresel koşullar, yetersiz kaynaklar ve asimetrik bilgi problemidir. Gıda güvensizliğinin sonuçları ve izlenen politikaları ele alan çalışmalarda (Von Braun, 2008; Jayne ve Tschirley, 2009; Manu, 1994; Hossain, Deb ve Dawe, 2010; Terpend,2006) devlet müdahalesi sürecin işleyişi açısından belirleyici bir unsur olarak kabul edilmektedir. Gıda güvensizliğinin hane halkına ve yoksullara etkilerinin ele alan çalışmalar (Goetz,1992; Hadley ve diğerleri, 2012; Bohle ve Adhikari, 1991; Hamelin ve diğerleri, 2002; Gundersen ve diğerleri, 2011) genel olarak güvensizlik durumu sonrası bu grupların davranışlarını incelerken yaşanan beslenme diyeti değişikliklerinin çocuklarda sebep olduğu gelişim bozuklukları üzerinde saptamaların yer aldığı çalışmalar olarak ifade edilebilir. 122

123 2. PİYASA BAŞARISIZLIĞI OLARAK GIDA GÜVENCESİZLİĞİ VE 2008 YILI SONRASI TÜRKİYE KIRMIZI ET PİYASASI Gıda güvencesi Gıda ve Tarım Örgütünün 1996 Roma Deklarasyonunda tanımladığı haliyle bireyi açlıktan korumanın ötesinde bireyin gıdaya ulaşımının, kullanımının, yeterli arzının sürdürülebilir olarak doğal afet ve ekonomik krizlerden bağımsız olarak sağlanmasını kapsar (FAO,1996). Bu haliyle gıda güvencesi gıda güvenliğini de kapsayacak şekilde bir güvenlikleştirmeye ihtiyaç duyar. Serbest piyasa ekonomisi içerisinde gıda piyasalarında yaşanan başarısızlıklar (etkin olmayan üretim düzeyleri) ve etkin üretim düzeyi arayışları burada tanımlanan, bireyin güvenli gıdaya sürdürülebilir ulaşımını kesintiye uğratabilmektedir. Talep esnekliği düşük mallar olan gıda ürünlerinde meydana gelen fiyat artışları, net gelirinin büyük bir kısmını gıda harcamalarına ayıran yoksul kesimin beslenme diyetini değiştirip ucuz ve daha az besleyici gıdalara yönelmesine sebep olurken beslenme diyetini değiştirmeyen bireylerin net gelirini azaltmaktadır (Hadley ve diğ., 2012). Gıda piyasalarında meydana gelen aksaklıklara kamu müdahalesinin eşiği ekonomik ve sosyal maliyetleri nedeniyle düşüktür (Rocha, 2008). Bu noktada gıda fiyatlarında meydana gelen artışın piyasa başarısızlığı ile ilişkisi gelir dağılımına yaptığı, piyasa içerisinde optimum etkinlik düzeyini sağlayacak kaynak dağılımını bozan etki üzerinden kurulabilir. Gıda piyasalarında sağlanan gıda güvenliğini bir kamusal mal olarak ifade etmek mümkündür. Gıda güvenliği faydası bölünemeyen ve fiyatlandırılamayan yapıya sahiptir. Gıda piyasalarının bu yapısının yanında bir gıda piyasası olarak kırmızı et piyasasında ürünlerin hijyen düzeyini ve kalitesini doğrudan etkileyen dışsallıklara sahip hayvan refahı da fiyatlandırılamayan, fiyatlandırıldığında ise tüketicilerin ödemeye isteksiz olduğu bir yapıya sahiptir (Harvey ve Hubbard, 2013). Gıda piyasalarının ve özelinde kırmızı et piyasasının içerisinde barındırdığı kamusal mal niteliği taşıyan mal ve hizmetler nedeniyle bu piyasaların sübvansiyon ve desteklerden bağımsız olarak yani devlet müdahalesinden bağımsız olarak optimum etkinlik düzeyini sağlayamayacağı kabul edilmektedir (Harvey ve Hubbard, 2013). Şekil 1: 2008 Yılı Sonrasında Kırmızı Et Fiyatların Seyri (Kaynak: TÜİK, 2018a) Bu teorik çerçeveden hareketle 2008 yılı sonrası Türkiye de kırmızı et piyasasının izlediği seyir incelendiğinde, 2008 yılında önce küçükbaş daha sonra büyükbaş hayvan fiyatlarında, sonrasında Şekil 1 de de görüleceği üzere süreklilik kazanacak fiyat artışlarının meydana geldiği görülmüştür Nisan ve 2018 Eylül tarihlerindeki dana eti ve koyun-keçi eti 123

124 fiyatları karşılaştırıldığında süreç sonunda dana etinde %216, koyun-keçi fiyatlarında ise %291 oranında artış gerçekleştiği görülmektedir (TÜİK, 2018a) yılında başlayan fiyat artışlarının kaynağı, başlangıçta girdi fiyatlarındaki artışın yanında düşen arz olarak görülmüştür. Ancak sürecin ilerleyen bölümlerinde meydana gelen fiyat artışlarının kaynağının farklılaştığını ifade etmek mümkündür. Başlangıçta girdi maliyetlerinin yükselmesi fiyatları arttıran ana faktör olsa da daha sonra fiyatların artışı arz kaynaklı olmuştur yılında başlayan ithal et arzının, Tablo 2 de görülen seyri Şekil 1 ile birlikte okunduğunda 2008 yılında başlayan fiyat artışları sonrasında fiyat artışlarını 2013 yılına kadar dizginleyen bir etki ortaya koyduğu ifade edilebilir. Ancak 2013 yılına kadar kademeli olarak azaltılan ithal et arzının 2014 yılıyla birlikte iyice düşmesi sonucu, iç et arzı Tablo 1 de görüleceği üzere artmış olsa da fiyat artışları yaşanmıştır. Türkiye kırmızı et piyasası bu dönemde ithal et arzından bağımsız olarak fiyat artışlarını önleyecek arzı sağlayamamıştır. Tablo 1:Kırmızı Et Üretimi(Ton) Tablo 2: Kırmızı Et İthalat Verileri (Bin ABD $) (Kaynak: TÜİK, 2017) (Kaynak: TÜİK, 2018c) 2.1. Kamu Yönetiminin Rolü Serbest piyasa ekonomisinin işleyişi ile piyasada optimum etkinlik düzeyinin kendiliğinden sağlanacağı varsayımı Türkiye de kırmızı et piyasası incelendiğinde gıda güvencesizliğine götüren bir sürece işaret etmektedir. Bu süreçte kırmızı et fiyatlarında %200 oranına varan fiyat artışları meydana gelmiştir. Kamu yönetiminin sürece müdahalesi teşvik, destek ve ithalat izinleri ile gerçekleşmiş, daha çok gıda güvenliğini sağlamaya ve iç hayvan varlığının arttırılmasına yönelik olmuştur. Bu anlamda 2010 ve 2017 yıllarında yapılan ithal et müdahalelerinin kontrollü oluşundan bahsetmek mümkündür. Burada yapılan kırmızı et ithalatları belli sayıda tedarikçi tarafından, belli miktarda yapılmaktadır. Teşvik ve destek programlarının aynı dönemlerde ülke içindeki hayvan varlığını arttırmayı amaçladığını ifade etmek mümkündür. Süreç içerisinde ithalatın iç arz ile bağlantılı olarak yönetilmesi, teşvik ve destek programlarının hedefleri birlikte okunduğunda kamu yönetiminin müdahalelerinin fiyat düşürme odaklı olmadığı, fiyat artışlarıyla birlikte piyasada oluşan kar fırsatlarını korurken gıda güvencesini ithal et arzı ile sağlamanın hedeflendiği söylenebilir. Tablo 3 te de görüleceği gibi süreç içerisinde izlenen politikalar ile birlikte iç hayvan varlığının arttığını söylemek mümkündür. 124

125 Tablo 3: Hayvan Sayıları (Baş) (Kaynak: TÜİK,2018b) SONUÇ Gıda piyasalarının bünyesinde yer alan kamusal mal niteliği taşıyan gıda güvenliği ve kırmızı et piyasaları özelinde fiyatlandırılamayan, fiyatlandırıldığında ise tüketicilerin ödemede isteksiz oldukları dışsallıklara sahip olan hayvan refahı göz önünde bulundurulduğunda kırmızı et piyasalarının kamu müdahalesinden bağımsız olarak etkin üretim düzeyini sağlayacak kaynak dağılımını sağlamasının güç olduğu görülmektedir. Türkiye kırmızı et piyasasının 2008 yılı sonrasındaki seyri incelendiğinde iç piyasada sağlanan arzın ithal etten bağımsız olarak yeterli arzı sağlayamadığı görülmüştür. Piyasada ithal et arzının sağlandığı dönemlerin fiyat verilerine bakıldığında ithal et arzının azaltıldığı dönemlerde girdi maliyetleri artmasa da fiyatların arttığı görülmüştür. Kamu yönetiminin sürece müdahalesi teşvik, desteklemeler ve ithal et arzı yoluyla olurken gıda güvencesini sağlama ve iç hayvan varlığını arttırma amacı taşımıştır. Bu dönem içerisinde teşvik ve destek programlarının uygulandığı kırmızı et üretimi alanında ithalatın yapılması bütünlüklü olmayan bir politikaya işaret etse de iç arzın arttığı tarihlerde ithal et arzı kontrollü olarak düşürülerek piyasa içerisinde oluşan kar fırsatlarının engellenmesinin önüne geçilmiştir. Bu anlamda uygulanan ithal et arzının fiyatları düşürme amacı taşımadığı, gıda güvencesini sağlamaya yönelik bir güvenlikleştirme faaliyeti olduğu ifade edilebilir. 125

126 KAYNAKÇA BAYLISS SMITH, Tim (1991). Food Security and Agricultural Sustainability in the new Guinea Highlands: Vulnerable People, Vulnerable Places, IDS Bulletin, Vol: 22 (3),SS BOHLE, Hans-Georg ve ADHIKARI, Jagannath (1998). Rural Livelihoods at risk How Nepalese Farmers Cope with Food Insecurity, Mountain Research and Development, Vol. 18, No. 4, SS: BROWN, Molly E.; HINTERMANN, Beat ve HIGGINS, Nathaniel (2009). Markets, Climate Change, and Food Security in West Africa", Environ Sci Technol, 43 (21), SS: , DOI: /es901162d. Buchanan, James M. ve WAGNER, Richard E. (1977). Democracy in Deficit: The Political Legacy of Lord Keynes, New York: Academic Press. Food and Agriculture Organization (1996). Rome Declaration on World Food Security, (Erişim Tarihi: ). GORTON, Matthew; DUMITRASHKO, Mikhail ve WHITE, John (2006). Overcoming Supply Chain Failure in the Agri-Food Sector: A Case Study from Moldova, Food Policy, Vol: 31 (1), SS: GUNDERSEN, Craig; KREIDER, Brent ve PEPPER, John (2011). The Economics of Food Insecurity in the United States, Applied Economic Perspectives and Policy, Vol: 33 (3), SS: HADLEY, Craig, ve Diğerleri (2012). Rapidly Rising Food Prices and the Experience of food Insecurity in Urban Ethiopia: Impacts on Health and Well-Being, Social Science & Medicine, Vol: 75 (12), SS: HAMELIN, Anne-Marie; BEAUDRY, Micheline ve HABICHT, Jean-Pierre (2002). Characterization of Household Food Insecurity in Quebec: Food and Feelings, Social Science & Medicine, Vol: 54 (1), SS: HARVEY, David ve HUBBARD, Carmen (2013), "Reconsidering the political economy of farm animal welfare: An anatomy of market failure." Food Policy 38, ss HOSSAIN, Mahabub ve DEB, Uttam (2010). Volatility in Rice Prices and Policy Responses in Bangladesh, The Rice Crisis: Markets, Policies and Food Security içinde, (Ed David Dawe), London: Earthscan. Jayne, Thomas S. ve Tschirley, David L. (2009). Food Price Spikes and Strategic Interactions between the Public and Private Sectors: Market Failures or Governance Failures, Food Security Collaborative Working Papers 97142, Michigan State University, Department of Agricultural, Food, and Resource Economics. LE GRAND, Julian (1991). The Theory of Government Failure, British Journal of Political Science, Vol: 21(4), SS: MANU, Franklyn A. (1993). The State and Marketing in African Countries: A Case Study of Ghana, Journal of International Food & Agribusiness Marketing, Vol: 4 (2), SS: MISSELHORN, Alison A. (2005). What Drives Food Insecurity in Southern Africa? A Meta-Analysis of Household Economy Studies, Global Environmental Change, Vol: 15 (1), SS: OLSSON, Lennart (1993). On the Causes of Famine: Drought, Desertification and Market Failure in the Sudan, AMBIO, Vol: 22 (6), SS:

127 RAMAKRISHNA, G. ve DEMEKE, Assefa (2002). An Empirical Analysis of Food Insecurity in Ethiopia: The Case of North Wello, Africa Development, Vol: 27 (1), SS: ROCHA, Cecilia (2007). Food Insecurity as Market Failure: a Contribution from Economics, Journal of Hunger & Environmental Nutrition, Vol: 1(4), SS: SIAMWALLA, Ammar ve VALDES, Alberto (1980). Food Insecurity in Developing Countries, Food Policy, Vol: 5(4), SS: SMITH, Lisa C.; EL OBEID, Amani E. ve JENSEN, Helen H. (2000). The Geography and Causes of Food Insecurity in Developing Countries, Agricultural Economics, Vol: 22 (2), SS: TERPEND, Noëlle (2006). An Assessment of Knowledge about Trade and Markets Related to Food Security in West Africa, Rome: United Nations World Food Program, Knowledge%20of%20Trade%20and%20Markets%20Relevant%20to%20Food%20Security %20in%20WA_May%202006_En.pdf (Erişim Tarihi: ). TÜİK (2017). Hayvansal Üretim İstatistikleri. (Erişim Tarihi: ) TÜİK (2018a). Tüketici Fiyatları Endeksi. (Erişim Tarihi: ). TÜİK (2018b) Canlı Hayvan Sayısı. (Erişim Tarihi: ). TÜİK (2018c). Hayvansal Ürünler. (Erişim Tarihi: ). von BRAUN, Joachim (2008). Food and Financial Crises: Implications for Agriculture and the Poor, Washington: International Food Policy Research Institute, (Erişim Tarihi: ). Tokgöz, Oya, Siyasal Haberleşme ve Kadın, Ank. Ünv. Siy. Bil. Fak. Yayın No:429,Sevinç, Anakara,

128 KARAR ALMA SÜREÇLERİNDE GENÇLERİN KATILIMININ ARTIRILMASI VE E-KATILIM Önder KUTLU 63 Niyazi KARABULUT 64 Selçuk KAHRAMAN 65 Özet 1990 lı yıllardan itibaren katılım kanallarının sayısının artmaya başlaması ile birlikte katılıma verilen önem de aynı ölçüde artış göstermiştir. Böylece katılımın teşvik edilmesi ve desteklenmesi öncelikli bir konu haline gelmiştir. Özellikle sosyal, ekonomik ve politik şartlardan dolayı dezavantajlı olarak ifade edilen grupların katılımı bu bağlamda ayrıca önem kazanmıştır. Birleşmiş Milletler tarafından dezavantajlı gruplar arasında kabul edilen gençler de katılım konusunda özel bir yer almaktadırlar. Gençlerin katılımının artırılması böylece toplumda yer edinmelerinin ve karar alma süreçlerinde var olmalarının sağlanması sivil katılımın desteklenmesi bağlamında temel ihtiyaçlardan birisi olarak öne çıkmaktadır. Özellikle son dönemlerde yetişen gençlerde gözlemlenen toplumdan kopukluk, ilgisizlik, özgüven eksikliği ve benzeri birçok etken göz önüne alındığında gençlerin hem topluma kazandırılmaları hem de kendilerini gerçekleştirmeleri için katılımlarının teşvik edilmesi gerekmektedir. Gençlerin teşvik edilmesi için de ilgili konulara yönelik ilgi düzeylerinin artırılması faydalı olmaktadır. Bu bağlamda gençlerin fikirlerini, istek ve şikayetlerini özgürce ifade edebilecekleri ve aktif olarak kullandıkları ortamlar tercih edilmelidir. Bu noktada ise bilgi ve iletişim teknolojileri ile geliştirilmiş olan katılım kanalları yani e-katılım kanalları devreye girmektedir. Zira yaş gruplarına göre bir sınıflandırma yapıldığında hem Türkiye de hem de Dünya genelinde interneti en çok kullananların lise ve üniversite çağındaki gençler olduğu tespit edilmektedir. Sosyalleşmek, vakit geçirmek, eğlenmek, haberleşmek ve ders çalışmak gibi birçok amaca yönelik olarak interneti kullanan gençlerin katılımının teşvik edilmesi için de en etkili kanalın internet olduğu açıktır. Bu çalışmada e-katılım faaliyetleri aracılığıyla gençlerin katılımının ne ölçüde artırılabileceği tartışılacaktır. Öncelikli amaç gençlerin katılımının artırılması için geçerli ve etkili yöntemlerin ortaya konulmasıdır. Bu amaca ulaşmak için ilk olarak gençlerin sivil ve siyasi katılım açısından sahip oldukları önem vurgulanacaktır. Bunun ardından elektronik katılımın ve farklı boyutlarının gençlerin katılımında ne tür faydaları olabileceği hakkında örnekler üzerinden bir tartışma yürütülecektir. Son olarak ise gençlerin katılımının artırılması için ortaya konulabilecek olan uygulama önerileri sıralanarak bu önerilerin hayata geçirilmesi için gerekli olan şartlardan bahsedilecektir. Çalışmanın nihai hedefi Türkiye de gençlerin katılımının artırılması için e-katılım araçları vasıtasıyla hayata geçirilebilecek olan somut projeler ortaya koymaktır. Anahtar Kelimeler: Gençler, katılım, e-katılım, dezavantajlı gruplar Abrasct E-Participation And Promoting Youth Participation Since the 1990s, the importance of participation has increased at well as the number of participation channels which has started to increase. Thus, the promotion and support of participation has become a priority issue. Especially the participation of the groups which are expressed as disadvantaged due to social, economic and political conditions, has gained an extra importance in this context. Young people who are accepted by the 63 Prof. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi, okutlu@konya.edu.tr 64 Arş. Gör., Necmettin Erbakan Üniversitesi, nkarabulut@konya.edu.tr 65 Arş. Gör., Necmettin Erbakan Üniversitesi, nkarabulut@konya.edu.tr 128

129 United Nations as disadvantaged groups also have a special place in participation. Increasing the participation of young people, since therefore getting them involved in the society and in the decision-making process,has emerged as one of the basic needs in the context of supporting civic participation. In this study, the extent to which the participation of young people can be increased through e-participation activities will be discussed. The primary goal is to establish some valid and effective ways to increase youth participation. In order to achieve this goal, the importance of young people in terms of civil and political participation will be emphasized first. This will then be followed by a discussion of examples of how electronic participation and different dimensions of it can be of benefit to young people's participation. Finally, the application proposals that can be put forward to increase the participation of young people will be listed and the necessary conditions for the passage of these suggestions will be mentioned. The ultimate goal of this study is putting forward concrete projects which can be implemented by means of e-participation tools to increase the participation of young people in Turkey. Particularly because of the disconnection, indifference, lack of self-esteem, and many other similar factors observed in young people who have been raised in recent years, it is necessary to encourage them to participate for realizing themselves. It is also useful to increase the level of interest in the related issues in order to encourage the youth. In this context, an environment in which young people actively use and they can freely express their opinions, wishes, and complaints should be preferred. At this point, participation channels developed through information and communication technologies, ie e-participation channels, are in place. Indeed, when a classification is made according to age groups, both in Turkey and in all over the world, it has been determined that most of the people using the internet are in high school and college-age youth.it is also clear that the Internet is the most effective channel for promoting the participation of young people who use the Internet for socializing, spending time, having fun, communicating, and studying. Key Words: Youth, Participation, E-Participation, Disadvantaged Groups GİRİŞ 1990 lı yıllardan bu yana Avrupa Birliği ne katılım müzakerelerinin de etkisi ile, Türkiye de katılımcı demokrasiye ve gençlerin katılımının artırılmasına yönelik çalışmalar ağırlık kazanmıştır. Katılımcı yönetişim anlayışının Türkiye özelinde yerleşebilmesi ya da kabul görmesi için gerekli görülen en önemli şartlardan birisi gençlerin katılımının sağlanmasıdır. Katılım araçlarının ve kanallarının sayısının artmasıyla birlikte ortaya çıkmaya başlayan çeşitlilik de katılımın artırılmasına yönelik çalışmaların hızlanmasında etkili bir faktör olmuştur. Gençlerin katılımının kamu, özel ve sivil toplum alanlarında yerel, ulusal ve uluslararası bazda desteklenmesi için özellikle 1990 lı yıllardan itibaren birçok yeni imkan ortaya çıkmıştır. Özel olarak sosyal, ekonomik ve politik şartlar nedeniyle dezavantajlı olarak kabul edilen grupların katılımının artırılması önemli bir çalışma alanını oluşturmaktadır. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından dezavantajlı gruplar arasında ifade edilen gençlerin katılımının artırılması ise son yıllarda ayrıca bir önem kazanmıştır. Gençliğin tanımlanması açısından da BM nin tanımı en çok kabul gören tanımlardan biri olarak görülmektedir. Bu tanımda gençler yaş aralığındaki kişiler olarak ifade edilmektedir (BM, 1985). Gençler, BM tarafından dezavantajlı grup olarak kabul edilerek katılım konusunda üzerinde titizlikle durulan toplumsal gruplardandır. Gençlerin katılımının artırılmasına yönelik girişimler konusunda yerel ve merkezi düzeydeki tüm otoritelere BM tarafından çeşitli destekler verilmektedir. BM nin öncüsü olduğu bu eylemler dünya çapında birçok uluslararası, ulusal ve yerel kuruluş tarafından benimsenmiş ve gençlerin katılımının artırılmasına yönelik çalışmalar 1990 lı yıllar ile birlikte büyük bir ivme kazanmıştır. 129

130 Gençlerin katılımının artırılması ve böylece toplumda yer edinmelerinin ve karar alma süreçlerinde var olmalarının sağlanması sivil katılımın desteklenmesi bağlamında temel ihtiyaçlardan birisi olarak öne çıkmaktadır. Gençliğin katılımının ve fikirlerini ortaya koymadaki cesaretlerinin artırılması ancak ilgi, bilgi ve farkındalık düzeylerinin artırılması ile mümkün olacaktır. Özellikle son dönemlerde yetişen gençlerde gözlemlenen toplumdan kopukluk, ilgisizlik, özgüven eksikliği ve benzeri birçok etken göz önüne alındığında gençlerin hem topluma kazandırılmaları hem de kendilerini gerçekleştirmeleri için katılımlarının teşvik edilmesi gerekmektedir. Gençlerin teşvik edilmesi için de ilgili oldukları konulara yönelik ilgi düzeylerinin artırılması faydalı olacaktır. Bu bağlamda gençlerin fikirlerini, istek ve şikayetlerini özgürce ifade edebilecekleri ve aktif olarak kullandıkları ortamlar tercih edilmelidir. Bu noktada ise bilgi ve iletişim teknolojileri ile geliştirilmiş olan katılım kanalları yani e-katılım kanalları devreye girmektedir. Zira yaş gruplarına göre bir sınıflandırma yapıldığında hem Türkiye de hem de dünya genelinde interneti en çok kullananların lise ve üniversite çağındaki gençler olduğu tespit edilmektedir (Statista, 2018). Sosyalleşmek, vakit geçirmek, eğlenmek, haberleşmek ve ders çalışmak gibi birçok amaca yönelik olarak interneti kullanan gençlerin katılımının teşvik edilmesi için de en etkili kanalın internet olduğu açıktır. Bu çalışmada temel olarak internet aracılığı ile ve e-katılım kanallarının aktif kullanılmasının sağlanması ile gençlerin katılımının artırılabileceği savunulmaktadır. Bu savunuya bağlı olarak gençlerin katılım mekanizmalarını hareketlendirmek için aktif katılım kanallarının gençlerin ilgi düzeylerinin yüksek olduğu sosyal medya gibi alanlarda yoğunlaştırılarak çeşitlendirilmesi gerektiği tartışılmaktadır. Gençlerin aktif katılım gösterebilmeleri için onlara belirli fırsatların sağlanması ve belirli sorumlulukları üstlenmelerinin desteklenmesi gerekmektedir. Buna bağlı olarak karar alma süreçlerinde bazı roller ve sorumluluklar üstlenmeleri tecrübe kazanmaları bakımından önemli bir noktadır. 1. GENÇLERİN KATILIMI Gençlerin katılımı ifadesi, gençlerin toplumun her alanındaki aktif katılımını ifade etmektedir (CoE, 2016). Temel vatandaşlık sorumluluklarını yerine getirmeleri, karar alma süreçlerinde yer almaları, çeşitli örgütlerde görev almaları, siyasi süreçlere dahil olmaları ve benzeri birçok faaliyet gençlerin aktif katılımı içerisinde değerlendirilebilmektedir. Gençlerin kendileri, çevreleri, toplumun geneli ve diğer gençler için faydalı olabilmeleri için de toplumsal yaşama ve diğer faaliyetlere katılımları önem arz etmektedir. Görüş, düşünce ve fikirlerinin ciddiye alınması ve karşılık bulması gençlerin daha özgüvenli, cesaretli ve katılımcı olmalarını sağlayacak etkenlerdir (CoE, 2016). Toplumda belirli görevler ve sorumluluklar yüklenen gençlerin topluma olan aidiyetleri, kişilikleri ve özsaygıları gelişim göstermektedir. Özetle, gençlerin katılımı, gençlerin vatandaş olarak hak ve sorumluluklarını bilmelerini, toplum yaşamıyla ilgili temel bilgi ve becerilerini geliştirmelerini ve daha demokratik bir toplum yapısının temellerinin güçlendirilmesini sağlamaktadır. Bu kapsamda farklı anlamlarda önemli olduğu gözlemlenebilen gençlik katılımı ifadesinin iyi anlaşılması da önemlidir. Zira topluma entegrasyon, sivil katılım, siyasi katılım, iş gücüne katılım gibi birçok katılım şeklinin içerisinde gençlerin katılımı da farklı biçimlerde şekillenmektedir. Tüm değişkenlere bağlı olarak da birden fazla gençlik katılımı tanımı ortaya çıkmaktadır. 130

131 Gençlerin katılımı, 1975 yılında Amerikan Ulusal Gençlik Komisyonu tarafından gençlerin gerçek ihtiyaçları karşılayan sorumlu birer birey olmaları için gereken planlama ve karar verme faaliyetlerine dahil olmaları şeklinde tanımlanmıştır (Onuzuruike, 2010). Checkoway ise (2011) gençlerin katılımı meselesinin 11 başlık altında incelemiş ve ortaya kapsamlı bir gençlik katılımı tanımlaması koymuştur. Checkoway in 11 maddesinin ilkinde gençlerin katılımının Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ile korunan bir hak olduğundan bahsedilmektedir. Zira Birleşmiş Milletler tarafından 1959 yılında ilan edilen Çocuk Hakları Bildirgesi nde gençlerin katılımı temel bir hak olarak yer almaktadır. Bu açıdan bakıldığında gençlerin katılımı temel bir hak olarak desteklenmesi ve önündeki engellerin kaldırılması gereken bir haktır. Gençlerin mevcut şeçenekler arasında seçim yapabilmeleri, ortaya yeni seçenekler koyabilmeleri ve bu seçeneklerin olası sonuçları hakkında bilgilendirilmeleri özgür birer birey olarak bilinçli kararlar verebilmelerini sağlayacağından dolayı sağlıklı bir toplum için önem arz etmektedir. Checkoway in bahsettiği 11 maddeye özet olarak bakıldığında gençlerin katılımı ile ilgili genel bir tanım ortaya çıkarılabilmektedir. Özetle, gençlerin katılımı; gençleri ırk, etnik köken, cinsiyet veya diğer kimliklerine göre ayırmadan eğitim, sağlık, çevre, siyaset, yönetim ve benzeri tüm konularda söz sahibi bir konuma getirerek onlara karar alma süreçlerinde etkin roller vermek olarak tanımlanabilir. Yer ve zaman başta olmak üzere belirli değişkenlere göre farklılık arz eden gençlik katılımı meselesi; gençlerin sunulan hizmetlerin alıcısı olarak pasif bir konumda değil, hizmetlerin niteliğine etki edebilecek aktif bir konumda olmalarını ifade etmektedir (Checkoway, 1998). Bu bağlamda gençleri geleceğin vatandaşları olarak değil tıpkı yetişkinler gibi içinde bulunulan zamanın vatandaşları olarak değerlendirmek gerekmektedir. Böylece gençlerin toplumsal meselelere katılımlarının sağlanması daha kolay olacaktır. Bunun yanında gençlerin ilgi düzeylerini de artıracak faaliyet ve uygulamaların gerçekleştirilmesi de önemli bir durumdur. Örneğin gençlik meclislerinin, gençlik merkezlerinin ve benzeri ortamların faaliyete geçirilmesi gençliği harekete geçirmek için kullanılabilecek yöntemler olarak öne çıkmaktadır. Gençler sisteme daha çok dahil edildikçe ve daha fazla tecrübe kazandıkça katılımları da artış gösterecektir. Ancak gençlerin dahil edilmesi ve deneyim sahibi olmalarının sağlanması bir günlük bir mesele değildir. Farklı fırsatlar, imkanlar ve faaliyetler vasıtasıyla gençlerin ilgi düzeyleri artırılarak zaman içerisinde katılım gerçekleştirilebilecektir. Gençlerin katılım düzeyleri arttıkça da aldıkları sorumluluklar artacak ve öncelikle kendilerini ilgilendiren meseleler olmak üzere toplumsal meselelere dahil olacaklardır. Fakat öncelikle gençlerin katılımı önündeki engellerin belirlenmesi ve dezavantajlı bir grup olarak gençlerin sahip oldukları handikaplar ortaya konularak bunların çözüme kavuşturulması gerekmektedir. 1.1 Gençlerin Katılımının Önündeki Engeller Gençler kendilerini değişim yaratabilecek bir grup olarak göremediklerinde, sahip oldukları fikirleri nasıl uygulamaya koyacakları konusunda emin olamadıklarında veya harekete geçmek isteseler bile yeterli kaynaklara sahip olamadıkları zaman onları karar alma süreçlerine dahil etmek çok zordur. Gençlik katılımının önündeki çeşitli engelleri kaldırmak üzerinde durulması ve tartışılması gereken bir husustur. Bu engellerin başında kuşkusuz sosyal ve toplumsal birtakım engeller gelmektedir. 131

132 Gençler, henüz olgunlaşma ve gelişme çağlarında olduklarından dolayı sosyal ve toplumsal alanda kabul görmekte zorlanmaktadırlar. Cinsiyet, etnik köken, din ve cinsel tercihleri sebebiyle ayrımcılığa uğramaları halinde sosyal hayattan kopukluk göstermeleri çok kolay olmaktadır. Bu bakımdan özellikle sosyal hayatta farklılık arz edecek özellikleri bulunan gençlere karşı ayrımcılığın önüne geçmek gerekmektedir. Bunun yanında kişiliklerinin oturması için kısıtlı olan sosyal becerilerini geliştirmelerine destek olunmalıdır. Kötü alışkanlıklardan uzak durmaları için toplum içerisinde değer verilen ve toplumsal meselelerde dahil edilen bir konuma getirilmeleri gerekmektedir. İkinci olarak gençlerin önündeki ekonomik engellerden bahsedilmelidir. Ekonomik bağımsızlılkarını kazanamamış bireyler olarak ekonomik açıdan gereksinim duydukları kaynakların sağlanması gençlerin katılımının sağlanması için önemlidir (COPMI, 2008). Ayrıca işsizlik sorununun da gençlerin topluma uzaklaşmasında büyük bir payı vardır. Zira düşük gelirli ve sosyal refah seviyesi düşük gençlerin toplumsal ve siyasi meselelere olan ilgileri de düşük olmaktadır. Üçüncü bir engel olarak eğitim problemleri öne çıkmaktadır. Eşit eğitim imkanlarının tüm gençler için sağlanması gençlerin topluma kazandırılması açısından önemli bir gerekliliktir (Wattar vd., 2012). Öğrenme zorluğu çeken, başarısız olan gençlerin topluma küstürülmemesi ve farklı alanlarda kendilerini göstermelerinin sağlanması da bir diğer ihtiyaçtır. Dördüncü olarak coğrafi engeller gençlerin katılımını engelleyen bir faktördür. Taşrada yaşayan, kentlerin sorunlu bölgelerinde yaşayan, temel hizmetlere erişimi kısıtlı olan gençlerin katılım düzeyleri de olumsuz etkilenmektedir. Bu anlamda hizmet sunumunun geniş alanlara yayılması gerekliliği bu sorunun çözümünde önemli rol oynamaktadır. Son olarak kültürel engeller gençlerin önündeki önemli bir dezavantaj olarak görülmektedir. Farklı kültürel değerlere sahip gençlerin, göçmenlerin, sığınmacıların, etnik azınlıklara mensup olanların, dini olarak farklı inançlara sahip olanların uyum sağlamaları açısından desteklenmeleri bu anlamda önemlidir. Farklı kültürel değerlerin dahil edildiği zengin bir toplum için kültürel engellerin kaldırılması gerekmektedir. Yukarıda bahsedilen tüm engellerin yanısıra gençlerin sivil ve siyasi katılımları açısından karşılaşabilecekleri başka zorluklar da vardır. Zira gençlerin söz sahibi olabilmek toplum içerisinde kendi meşruiyetlerini yetişkinlere kanıtlamaları gerekmektedir (Grossberg, 2005). Bunun için sahip oldukları kısıtlı imkanları kullanabilmeleri ve kendilerini kabul ettirebilmeleri gerekmektedir. Tüm bu zorlukların üstesinden gelebilmeleri için gençlerin motive edilmeleri ve katılmaya teşvik edilmeleri temel bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda gençlerin katılımının artırılması meselesi dünya çapında üzerinde durulan ve üzerine stratejiler geliştirilen bir mesele halini almıştır. 1.2 Gençlerin Katılımının Artırılması yaş arası gençler dünya nüfusunun hemen hemen beşte birini oluştumasına rağmen yerel, ulusal ve uluslararası politikalardaki etkileri çok sınırlı bir seviyede kalmaktadır. Özellikle son yıllarda çevresel faktörlerin etkisi ile gençlerin siyaset ve toplum gibi meselelere olan ilgi düzeyleri çok düşük bir noktadadır. Ancak tarihsel gelişmeler de gösterektedir ki gençlerin katılımı hem sosyal hem de siyasi olarak ülkelerin geleceğinde önemli bir rol oynamaktadır (IDEA, 2015). Toplumsal gösteriler, ayaklanmalar, karşı hareketler, öğrenci hareketleri gibi değişim hareketleri tüm toplumlarda gençler öncülüğünde ortaya çıkmaktadır. Gençlerin siyasetin içerisinde yer almaları ve aktif olarak fikir 132

133 belirtmeleri hem dahil oldukları değişim hareketlerinin daha uyumlu şekilde çözümlenmesine hem de ülkelerin siyasi hayatlarında yeni vizyonlar kazanılmasına olanak sağlayacaktır. Gençlerin hem sivil katılımlarının hem de siyasi katılımlarının artırılması için belirli aşamalar gerekmektedir. Bu aşamaların en başında gençlerle iletişim kurulması ve ilgilerinin çekilmesi gelmektedir (NYCI, 2018). Bu aşamanın en önemli aşama olduğu söylenebilir zira belirli bir iletişim sonucu gençler dahil edilmeleri belirli engellerin aşıldığı anlamına gelmektedir. Bu aşamada önemli olan gençlerin istekli olarak katılım kanallarına dahil olmalarının sağlanmasıdır. Bunun için öncelikle gerekli olan bilgilerin ve fırsatların gençlere sunulması gerekmektedir. Bu durumda, ihtiyaçları olan bilgi ve fırsatlara sahip olan gençlerle karşılıklı güven ilişkisinin kurulması ve paylaşımlarda bulunulması olanaklı hale gelecektir. Böylece gençlerin kendi aralarında örgütlenmelere gitmeleri, diğer gençlerle iletişime geçmeleri ve gençlik çalışmaları içine girmeleri ile bu aşama sonuca ulaşacaktır. Bu çalışmada da bu aşama en önemli aşama olarak öne çıkmaktadır. Zira gençlerle iletişim kurulabilmesi ve ilgilerinin çekilmesi için internet, dijital medya, sosyal medya gibi e-katılım kanallarının kullanılması savunusu bu çalışmanın temelidir. İkinci aşama, sisteme dahil edilen gençlerin aktif katılımlarının sağlanması olacaktır. Bu aşamada gençlere söz haklarının olduğunun ve fikirlerinin karşılık gördüğünün hissettirilmesi önemlidir. Yeni ilişkiler ağına giren gençler hem diğer gençlerle hem de yetişkinlerle kurdukları ilişkiler sonucunda kendilerini kabul görmüş hissedecek ve özgüvenleri artacaktır (YWE, 2018). Bu bağlamda daha özgür bir şekilde fikirlerini dile getirmeleri ile aktif katılımları sağlanmış olacaktır. Üçüncü aşama, gençlerin artık harekete geçtikleri aşama olacaktır. Karar alma süreçleri içerisinde belirli roller ve sorumluluklar üstlenmeleri için öncelikle kendi ilgi alanlarına giren konularda dahil edilmeleri gerekmektedir. Bu bağlamda gençlerle ilgili olan konularda verilecek kararlara gençlerin dahil edilmeleri bu aşamanın temel özelliği olmaktadır. Son aşama ise önceki aşamalarda tecrübe kazanan gençlerin toplum genelinde bir katılım göstermelerini sağlamaktır. Bağımsız karar alma ve kendi eylemlerini kontrol edebilme becerileri gelişen gençlerin sistemin içerisinde birer aktör olarak katılım mekanizmalarına tam anlamıyla dahil olmaları son aşama olarak ifade edilebilecektir. Gençlerin katılımının artırılması için birçok ülke ulusal stratejiler üretmektedir. Bu stratejiler vasıtasıyla gençlerin toplumsal ve siyasal hayata dahil edilmeleri ve karar alma süreçlerinde rol almaları hedeflenmektedir. Örneğin Romanya nın Gençlik Katılımının Artırılması için Ulusal Strateji başlıklı stratejik planında gençlerin toplumsal hayata dahil olabilmelerine yönelik olarak projeler, konferans ve seminerler, gönüllü çalışmalar, aile bilgilendirmeleri ve benzeri planlara yer verilmiştir (EC, 2018). Bu stratejik planda da en önemli nokta gençlerle diyalog kurulması ve diyalog kurulacak ortamların geliştirilmesi olarak görülmektedir. Bu ortamların geliştirilmesi için en uygun mecralar ise e-katılım mecraları olacaktır. Aynı şekilde Türkiye de de gençlerin katılımı için birçok proje ortaya konulmuştur. Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından kurulan Gençlik Merkezleri ve belediyeler bünyesinde belirli bir tüzüğe bağlı olarak kurulan Gençlik Meclisleri bu konudaki en somut çıktılardır. Ancak 2014 yılında KONDA Araştırma ve Danışmanlık tarafından yayınlanan Türkiye de Gençlerin Katılımı başlıklı çalışma göstermektedir ki Türkiye de gençlerin yalnızca %2.5 u gençlik merkezlerinde zaman geçirmeyi tercih etmektedir (Şebeke, 2014). Aynı çalışmanın sonuçlarına göre gençlerin %30 u alışveriş merkezlerinde, %47 si ise evde zaman geçirmeyi tercih etmektedir. Bu sonuçlar da göstermektedir ki gençlerin katılımının artırılması için 133

134 geleneksel yöntemler yetersiz kalmaktadır. Geleneksel yöntemlerin yerine getirilecek olan e- katılım mekanizmaları ile bu durumda bir değişme gerçekleştirilebilecektir. 2. E-KATILIM VE GENÇLERİN KATILIMININ ARTIRILMASI Gençlerin katılımlarının artırılmasının önünde olan engellerden ve katılımın artırılması için sağlanması gereken imkanlardan bahsedildiğinde günümüz şartlarında en büyük kolaylaştırıcı olarak internet dünyası öne çıkmaktadır. Zira yaş gruplarına göre bir sınıflandırma yapıldığında daha önce de bahsedildiği gibi hem Türkiye de hem de dünya genelinde interneti en çok kullananların gençler olduğu tespit edilmektedir. Statista (2018) verilerine göre dünya üzerinde yaş arası gençlerin % 98 i internet kullanmaktadır. Sosyalleşmek, vakit geçirmek, eğlenmek, haberleşmek ve ders çalışmak gibi birçok amaca yönelik olarak interneti kullanan gençlerin katılımının teşvik edilmesi için de en etkili kanalın internet olduğu açıktır. E-katılım ifadesi, başta internet olmak üzere bilgi ve iletişim teknolojilerinin aracılık ettiği toplumsal ve demokratik süreçlere katılımın genişletilmesini ve dijital dönüşümünü içermektedir (Sæbø vd, 2007: 401). Teknoloji geliştikçe ve çevrimiçi ortamlar çeşitlendikçe gençler de gittikçe daha güçlü bir aktör konumuna gelecek ve e-katılım aktörleri arasındaki yerini alacaklardır. Gençlerin ilgi alanlarına giren Facebook, Twitter, Instagram ve benzeri sosyal medya ağlarında da katılım faaliyetleri gerçekleştirildiğinde, katılımlarının daha fazla artacağı da düşünülmektedir. E-katılım faaliyetlerinin başlıcaları olarak sayabileceğimiz e- oylama, e-aktivizm, e-dilekçe, e-danışma, e-kampanya, çevrimiçi siyasi söylemler ve çevrimiçi karar verme (Sæbø vd., 2007) olanakları gençlerin ilgisini çekmek için kolaylıkla kullanılabilecek yöntemlerdir. Zira internet ortamında çokça vakit geçiren gençler yukarıda bahsedilen aşamalarda internet aracılığıyla sisteme dahil edildiklerinde çevrimiçi olanaklarla birer e-katılım aktörü olabileceklerdir. Sosyal medyayı aktif olarak kullananların büyük bir çoğunluğunun yaş aralığındaki gençler olduğu bilinmektedir. Statista (2018) verilerine göre yaş arası gençlerin %80 inden fazlası her gün internete erişim sağlamaktadırlar ve internette harcadıkları zamanın büyük çoğunluğunu sosyal medya ortamlarında geçirmektedirler. Facebook, Youtube, Twitter, Instagram ve Snapchat gibi ortamların gençler arasındaki kullanım oranı çok yüksektir. Pew Araştırma Merkezi nin 2018 verilerine göre yaş arasındaki gençlerin % 94 ü Youtube, % 80 i Facebook, %71 i Instagram kullanmaktadır (PEW, 2018). Yine aynı araştırmaya göre Amerika da yaş arası gençlerin % 88 inin en azından bir sosyal medya mecrasında yer aldıkları ifade edilmektedir. Türkiye için bakıldığında ise We are Social ın 2018 verilerine göre Türkiye de nüfusun % 67 si her gün internet erişimine sahiptir ve % 63 ü yani yaklaşık olarak 51 milyon kişi sosyal medya kullanmaktadır (We are Social, 2018). Ayrıca Türkiye de sosyal medyada geçirilen günlük ortalama süre de 2 saat 48 dakika olarak belirtilmiştir. Bu kullanım için verilen istatistiklere bakıldığında, Türkiye de de Facebook u en çok kullanan ikinci yaş aralığı yaş aralığı olurken diğer sosyal platformlarda genellikle en çok kullanım gösteren yaş aralığı aralığı olarak tespit edilmiştir. 134

135 Gençler bu mecralarda güncel olayları, yorumları, haberleri takip edebilirken aynı anda etkileşim olarak kendi yorumlarını ve fikirlerini de belirtebilmektedirler. Yine bu tarz ortamlarda e-kampanyalardan ve çevrimiçi siyasi söylemlerden etkilenme ihtimalleri de yüksek olmaktadır. Çevrimiçi karar alma mekanizmalarına dahil olmaları ise katıldıkları çevrimiçi mecralarda yer alan katılım olanaklarına ne kadar ilgi duydukları ile ilgili olmaktadır. Bu bağlamda e-katılım faaliyetleri planlanırken özellikle gençlerin fazlaca dahil oldukları çevrimiçi ortamların ve ilgi duydukları konuların belirlenerek planlamanın bu kapsamda yapılması gençlerin katılımının artırılması açısından önemlidir. Etkileşim içeren internet ortamlarında fikirlerini başkalarıyla paylaşma ve fikirlerine karşılık alma imkanı bulan gençler kolayca dahil edilerek katılımlarının sağlanması kolaylaşmaktadır. Özellikle etkileşim aldıkça cesaretleri ve özgüvenleri artan gençlerin daha fazla dahil olma istekleri artacaktır. Bu anlamda gençlerin dahil edilmesi gereken meselelerde sosyal medya ortamlarının bir tetikleyici olarak aktif kullanılması ve birer e-katılım kanalı olarak gençlerin önüne sürülmesi faydalı olacaktır. Mobil aletler ve bilgisayarlar aracılığı ile gençlerin 7/24 aktif olarak kullanabildikleri ortamlarda karar alma süreçlerinin yürütülmesi şüphesiz gençlerin katılımını tetikleyecektir. Dünya genelinde gençlerin katılımı açsısından e-katılımın desteklenmesi son zamanlarda üzerinde durulan bir mesele haline gelmiştir. Avrupa Birliği ve Avrupa Komisyonu destekli e- katılım çalıştayları ve projeleri son zamanlarda yoğunlaşmıştır. 7-8 Aralık 2017 tarihlerinde Avrupa Komisyonu tarafından düzenlenen Avrupa da Gençlik E-Katılımı: Gelecek bugündür (Youth eparticipation in Europe: The Future is now) başlıklı çalıştay (EC, 2017) ve Haziran 2018 tarihlerinde Avrupa Birliği tarafından Estonya nın Tallinn şehrinde düzenlenen Gençlik E-Katılımını Keşfetmek başlıklı seminer programları (SALTO, 2018) bu iki kuruluşun bu meseleye ne kadar önem verdiğini göstermektedir. SONUÇ Gençlerin katılımının artırılması sağlıklı ve demokratik bir toplum yapısı için elzemdir. Önlerinde birçok engel ve dezavantaj olan gençlerin belirli motivasyonlar ile katılım göstermeye teşvik edilmeleri gerekmektedir. Bu motivasyonların sağlanabilmesi için ise internet ortamlarının kullanımı en önemli nokta konumundadır. Zira internet aracılığıyla dünyaya bağlanan gençlik; sosyal, toplumsal, ekonomik ve siyasal her türlü gelişmeyi internet üzerinden takip etmektedir. Ayrıca zamanlarının çoğunu da internette geçiren gençler, katılım göstermek için en büyük motivasyonu internet aracılığıyla bulacaklardır. Gençlik merkezleri, gençlik meclisleri ve gençlere özel planlanan projeler ile bugüne kadar yerel, ulusal ve uluslararası birçok organizasyon ve devletler tarafından gençlerin katılımının artırılması hedeflenmiştir. Bu çalışmalar içerisinde Türkiye de şimdiye kadar AB Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı gibi kurumlar tarafından da gerçekleştirilen projeler yer almaktadır. Ancak günümüz şartları çerçevesinde artık dünyada bu tarz projelerin de çevrimiçi ortamlarda hazırlandığı, planlandığı ve organize edildiği bilinmektedir. Gençlerin çevrimiçi dahil edilmelerine öncelik verilmesi ve gençlere yönelik olarak e-katılım faaliyetlerinin genişletilmesi bu anlamda gerçekleştirilmesi gereken en önemli plan olmalıdır. Sosyal medya platformlarnın gençler tarafından yaygın kullanımı bir avantaj haline getirilerek gençlerin bu tip platformlarda ilgilerinin çekilmesi toplumsal ve siyasal katlımı artıracaktır. Hem gençler için yaratılan boş zaman geçirme algısını yıkmak, hem gençlerin kendilerine ve topluma faydalı olacak işler içerisinde yer almalarını sağlamak hem de sosyal medyada 135

136 karşılaşabilecekleri zararlı içeriklerden uzak kalmalarını sağlamak için gençlere yönelik e- katılım faaliyetlerinin planlanması elzemdir. Daha önce gerçekleştirilen gençlik merkezleri, gençlik meclisleri gibi çalışmaların etki kapasitesinin ksııtlı olduğu göz önüne alındığında gençlere yönelik olarak çevrimiçi örgütlenme ortamları hazırlanmasının faydalı olacağı düşünülmektedir. Sonuç olarak bu çalışmada gençlerin e-katılımı üzerinde durulması ve gençlik katılımına yönelik stratejilerin bu kapsamda planlanmasının gerekliliğinden bahsedilerek gelecek çalışmalara ve projelere yol açılması amaçlanmaktadır. Yalnızca gençlerin katılımının artırılması için çevrimiçi ortamların ve e-katılım mekanizmalarının harekete geçirilmesi gerektiğini savunan bu çalışma, gelecek çalışmalara ışık tutarak bu konunun dünyada olduğu gibi Türkiye de de gündemde olmasını sağlamayı amaçlamaktadır. KAYNAKÇA Birleşmiş Milletler (1985). BM Genel Sekreterinin BM Genel Kuruluna sunduğu 40/256 No lu Yasa Tasarısı, (Erişim Tarihi: ) Council of Europe (2016). Analytical paper on Youth Participation eu.coe.int/documents/ / /what+is+youth+participation.pdf/223f7d06-c766-41ea-b03c-38565efa971a (Erişim Tarihi ) Checkoway, Barry (1998). Involving young people in neighborhood development. Children and Youth Services Review, 20, Checkoway, Barry (2011). What is Youth Participation?, Children and Youth Services Review, 33, COPMI (2008). Challenges of Youth Participation (ErişimTarihi: ) European Commission (2018).Romania National strategy to increase youth participation, (Erişim Tarihi ) European Commission (2018). Youth eparticipation in Europe: The Future is now. (Erişim Tarihi ). Grossberg, Lawrence (2005). Caught in the crossfire: Kids, politics, and America's future. New York: Paradigm Publishers International Institute for Democracy and Electoral Assistance (International IDEA) (2015). Handbook on Electoral Management Design. Stockholm: International IDEA (Erişim Tarihi: ). NYCI (National Youth Coluncil of Ireland) 2018 Youth Participation Raising Awareness (Erişim Tarihi: ) 136

137 Onuzuruike N., N., Prince N, O., ve Chimezie N., B. (2010). Factors that Influence Youth Partıcıpatıon in Communıty Development Projects, IJYEED Journal, ATION_IN_COMMUNITY_DEVELOPMENT_PROJECTS (Erişim Tarihi: ) PEW Research Center (2018). Social Media Use in 2018, (Erişim Tarihi: ) PEW Research Center (2018). Social platforms like Snapchat and Instagram are especially popular among those ages 18 to 24, (Erişim Tarihi: ) SALTo (2017). exploring Youth eparticipation, (Erişim Tarihi: ) Statista (2018). Most famous social network sites worldwide as of July 2018, ranked by number of active users (in millions), (Erişim Tarihi: ) Statista (2018). Distribution of Facebook users worldwide as of July 2018, by age and gender, (Erişim Tarihi: ) Statista (2018). Distribution of Instagram users worldwide as of July 2018, by age and gender, (Erişim Tarihi: ) Şebeke (2014). Türkiye de Gençlerin Katılımı, (Erişim Tarihi ) Wattar, L., Fanous, S., ve Berliner, P. (2012). Challenges of youth participation in participatory action research: methodological considerations of the Paamiut Youth Voice research project, International Journal of Action Research, 8(2), (Erişim Tarihi: ) We are Social, (2018). Global Digital Report 2018, (Erişim Tarihi: ) YWE-Youth Work Essentials, (2018). Developing Young People's Participation, (Erişim Tarihi: ) 137

138 THE HISTORY OF FOOD INSECURITY IN SUB-SAHARAN AFRICA Prof. Dr. B. Bülent BALİ 66 Alhousseini BARRO 67 Abstract One of the major challenges of the 21st century, in which Africa is still unprepared, is the challenge of food security. Not being able to eat every day a diversified and healthy food for an active life in society is still a reality for some people in Africa. The right to food is a human right recognized by the United Nations whose vision is the realization of a food-secure world, where every child, every woman and every man can eat in dignity. For this purpose, the first human right is the right to live. However, one must have food in order to live. This article highlights the years of famine, the regions affected, the nature of the crises and their manifestations, and finally the main causes. After presenting this gloomy picture, one must question the relationship that may exist between the historical evolution of Africa and food insecurity. Thus various aspects of famine are presented, and the levels of food insecurity between the pre-colonial and colonial periods are compared by putting the accent on the causes. The main conclusion from our analysis is that African pre-colonial societies have not experienced catastrophic droughts and famines comparable to those of today. Keywords: Africa, food insecurity, famine, pre-colonization, colonization. Sahra Alti Afrika da Gida Güvensizliğinin Tarihi Öz 21. yüzyılın en önemli meselelerinden biri ki Afrika hala buna karşı hazırlıksızdır, gıda güvenliği meselesidir. Afrika da hala bazı insanlar, yaşadıkları toplumda faal bir hayat sürmek için gereken şekilde her gün farklı ve sağlıklı yiyecekler yiyememek gerçeğiyle baş başadır. Gıda hakkı Birleşmiş Milletler tarafından tanınmış bir haktır. BM vizyonu çerçevesinde, gıda güvenliği sağlanmış bir dünya gerçekleştirilmelidir, böylece her çocuk, her kadın ve her erkek saygın bir biçimde karnını doyurabilecektir. İnsan haklarının başında yaşam hakkı gelmektedir. Ancak yaşamak için kişinin yiyecek yemeği olması gerekir. Bu makale, Sahra altı Afrika nın açlık yıllarına, etkilenen bölgelere, yaşanan krizlerin türlerine, krizlerin kendilerini nasıl gösterdiklerine ve nihayet durumun temel nedenlerine ışık tutmak amacındadır. Çizilen kasvetli resimden sonra yanıtlanması gereken esas soru ortaya konacaktır: Afrika nın tarihsel gelişimi ile gıda güvensizliği arasında ne tür bir ilişki vardır? Çalışmada, açlık çeşitli yönleriyle ele alınacak, gıda güvensizliğinin düzeyi sömürge öncesi dönemle sömürge dönemi karşılaştırılarak incelenecek ve esas vurgu muhtemel nedenler üzerine yapılacaktır. Analizden elde edilen temel sonuç, sömürge öncesi Afrikalı toplumların bugüne kıyasla felaket boyutlarında kuraklık ve açlık yaşamadıklarıdır. Anahtar kelimeler: Afrika, gıda güvensizliği, açlık, sömürgeleşme öncesi, sömürgeleşme. INTRODUCTION The right to food is one of the fundamental human rights. It is a legal obligation prescribed by international law. According to estimate by Jean Ziegler and Food and Agriculture Organization of the United Nations (FAO), the total amount of food produced in the year is 66 Marmara University, Political Science and Public Administration (Fr), bulent.bali@marmara.edu.tr 67 Marmara University, PhD Student, barroalhousseini@yahoo.fr 138

139 sufficient to feed the entire population of the planet. So the issue of food insecurity is of access order and this is where the right to food comes in. It is recognized in the Universal Declaration of Human Rights of This declaration mentions the right to an adequate standard of living characterized in particular by access to food, education, health and housing. The World Food Council resumed the theme in 1974 and declared that: "Every man, woman and child has the inalienable right to food and must not suffer from malnutrition in order to fully develop and maintain his physical and mental faculties. The definition of the concept of "food security", which is the most commonly accepted today, is the one provided by the 1996 World Food Summit, namely: "Food security is ensured when all people at all times have economic, social and physical access to sufficient, safe and nutritious food that meets their nutritional and dietary preferences to enable them to lead active, healthy lives. " In addition, a concern that falls within the jurisdiction of the States, food security has become an international concern at the interface of international human rights law and is now the subject of visibility in international economic law. In spite of this, it is unfortunate to see in Africa the number of undernourished people growing from day to day. Since the slave trade, Africa has faced various crises affecting the standard of living of its population. Instabilities of all kinds have ruined Africa, troubles, wars and also poverty has not spared the population. Notably, the rise in food prices in 2009, the financial and economic crisis and price volatility. These factors have highlighted the unacceptable extent of structural hunger and food insecurity in the world, especially in Africa. In advanced countries where roughly 2 to 10% of the population are farmers, obesity has become a major problem while hunger continues to strike in Africa. Africa is struggling to feed its population, 37 of the 52 states on the African continent are in food deficit and must use the international market to meet the needs of their populations. Therefore, these questions deserved to be asked: How did we get to this situation? The bankruptcy of Africa to be able to feed its people indeed, is it not first that of Westernization, the avatar of several centuries of colonization and trafficking of Negroes? When did the first famine come from droughts due to climate change? The findings of some of the work on the question "When did the first famine come from droughts due to climate change?" we assume that pre-colonial societies in Africa have not experienced catastrophic famines comparable to those of today. Food insecurity in sub-saharan Africa cannot be explained and understood in itself. Any attempt to study food insecurity by the mere fact of the internal crisis, by separating it from the evolution of the necessary needs of the dominant centers is doomed to failure. It seems that the interweaving with former colonizers is a threat to the progress of fragile African food security called "peripheral". Before developing the specific cases to which the study is devoted, it is essential to draw up a general framework of the current situation of food insecurity in sub-saharan Africa, to show its importance and the need for contextualization. We can analyze the complexity of the issue of food insecurity from different periods by showing the interaction between natural and human factors. These selected statistics reveal not only the number of people who are food insecure, but also the setbacks in this area despite the commitment of national governments in international human rights instruments, the World Food Summit and the World Food Summit 139

140 Millennium Objectives for development. Thus, Africa's past and food insecurity (II) will be examined after an overview of the global situation of food insecurity in paragraph (I). 1- A summary overview of the general food situation Trends in global food security, figures since 1996 about the number of people suffering from lack of food in the world are not a surprise (FAO, 2009). Despite a decline in , the problem of food insecurity is still prevalent in some parts of the world. 1-1 Number of undernourished people in the world from 1970 to 2015 Despite commitments made by states to implement policies and programs to eradicate hunger, today Food and Agriculture Organization of the United Nations (FAO) estimates are not very optimistic about the disappearance of extreme poverty and hunger, the first of the Millennium Development Goal ( MDGs). The figures show that sub-saharan countries will not be able to significantly reduce the number of undernourished people. Ten years after the World Food Summit -FAO (1996), the number of people facing food insecurity in the period has not decreased; at most we could talk about stagnation since 1996, as shown in the table below. Table 1: Number of people under power in the developing world from 1970 to 2015 Source: FAO, The State of Food Insecurity in the World. In 2006, FAO estimated 854 million undernourished people, including 820 million in developing countries, 28 million in transition countries and 9 million in industrialized countries (BERUMEN COLIN Noemi Paulina, 2010). The following table shows that stagnation has been a trend in almost all regions and / or developing countries. Table 2: Undernourishment by region 140

141 Regions Percentage of underfeed by Regions Sub-Saharan Africa Near East and North Africa East and Southeast Asia South Asia Latin America and the Caribbean All underdeveloped regions Source: SOFI, 2004 As the table shows, it is in sub-saharan Africa that the food problem is more acute. South Asia is in second place, followed by underdeveloped regions and East and South-East Asia. Finally Near East and North Africa closes the picture Trends in food insecurity from 2005 to 2017 The 2017 report of the Food and Agriculture Organization of the United Nations (FAO) on the State of Food Security and Nutrition in the World states that in 2016 the number of undernourished people in the world estimated at 815 million. This is up from 777 million in 2015, but still below the estimated 900 million undernourished people in 2000 (FAO, IFAD, WHO, WFP and UNICEF State of Food Security), and Nutrition in the World Building resilience for peace and food security Rome, FAO). Similarly, while projections suggest that the prevalence of undernourishment has increased in 2016 to 11 percent, this rate remains well below that of 10 years ago. Nevertheless, the recent rise is a source of great concern and a major obstacle to achieving international commitments to eradicate hunger by Chart 1: Prevalence and number of undernourished people in the world during the period Note: Prevalence and number of undernourished in the word, Figures for 2016 are projected estimates Source: FAO 2017, P.6 141

142 The number of undernourished people increased in 2014 and was 815 million in Looking at this chart, the proportion of undernourished people in the world declined from 14.7 percent in 2000 to 10.8 percent in 2013 despite strong population growth. However, this decline is occurring at a much slower pace, with stagnation virtually between 2013 and Even more alarmingly, it appears from FAO estimates for 2016 that the global prevalence of undernourishment in 2016 has even increased to 11 per cent, which would mean a return to the level reached in 2012 and a possible reversal of the downward trend that had been maintained in recent decades. As for the number of undernourished people, in absolute numbers, the number of people suffering from chronic dietary deficiency in the world began to increase in 2014 rising from 775 million to 777 million in 2015 and it is estimated to increase to 815 million in 2016 (FAO, IFAD, WHO, WFP and UNICEF The State of Food Security and Nutrition in the World Building resilience for peace and food security Rome, FAO). But already, from 2000 to 2005, the number of undernourished people increased from 900 million to 925 million (FAO, 2017) The stagnation of the global average of the prevalence of undernourishment from 2013 to 2015 is due to two regional changes, the effects of which have been reversed: an increase in the proportion of undernourished people in sub-saharan Africa, and a continuing decline in Asia during the same period, on the other hand. It is in sub-saharan Africa and South-East Asia that the situation has deteriorated most. As illustrated in the table below, sub-saharan Africa also remains the region with the highest prevalence of undernourishment, with an alarming 22.7 per cent of the population in Table 3: Prevalence of undernourishment in the world by region, Source: FAO 142

143 The three tables above allow us to understand trends in the numbers of people with food insecurity. Thus, it may be recalled that in the period (before and during the World Food Summit), the number of undernourished people was 791 million, while in the period (after the World Food Summit), 842 million. In 2016, this figure reached 815 million. After 5 years of recession, hunger in the world is gaining ground again. According to the tables, there were 815 million undernourished people in 2016 against 777 million a year earlier. Obviously, despite a decline in the period, public food policies in different spheres, including international, regional or national, are contrary to the objectives of the World Food Summit, the Plan of Action of 1996 as well as the Millennium Goals. There is every reason to believe that there is a dynamic towards food insecurity rather than the opposite. In the same vein, the 2006 FAO report "The state of food insecurity in the world. eradicating hunger in the world: a decade after the World Food Summit "highlights the fact that the stagnation of the total number of undernourished people, especially after the World Food Summit, is more than the differences between the progress made by some countries and the failures of others. This means that while some countries in regions such as Latin America and the Caribbean and Asia and the Pacific are seeing the number of undernourished people declining, other regions are making almost no progress making it virtually impossible a positive balance sheet. In February 2005, FAO highlighted the food insecurity situation of 42 countries in its document "Foodcrops and Shortages". Of these 42 countries, almost thirty (30) are in the African continent and most of them are experiencing drought (Djibouti, Lesotho, Swaziland, Tanzania, among others), political and economic instability (Democratic Republic of Congo, DRC, Côte d'ivoire and Zimbabwe, for example), or even armed or civil conflicts (Sudan, Somalia, DRC, Central African Republic to mention only a few). Africa is struggling to feed its population, 37 of the 52 states on the African continent and its islands are in food deficit and must use the international market to support their populations. Globally, per capita productivity is rising steadily except in Africa where productivity is very low. 2- The food situation in sub-saharan Africa: the past and the present The history of Africa begins with the appearance of the human species since (hominids) in Africa, that is about 2.5 million years ago. Africa is therefore considered to be the cradle (origin) of humanity, about 200,000 years ago and modern man is spread over the rest of the globe. Africa, the cradle of humanity, is a mega-continent with an area of km2 which is equivalent to 20% of the world land area. Africa is not a single bloc or a hom*ogeneous and uniform continent, which explains why some authors prefer to speak of "Africas" to designate the different politico-historical or ethnic-cultural groups of the continent. Currently, Africa has 52 countries and territories, with South Sudan being the last state that emerged from the civil war and broke away from the authoritarian regime of Khartoum by referendum in Unfortunately, the last born is also the one of the poorest country on the planet despite its large oil reserves. Statistics show that 90% of the population lives on less than $ 1 a day, one in ten children die before the age of five, illiteracy is the rule and maternal mortality is the highest in the world. In this section, after making a historical overview of 143

144 Africa, it is necessary to question the relationship that may exist between the historical evolution of Africa and food insecurity. As far as the evolution of Black Africa is concerned, it is much less well known with the development of empires like that of Ghana, Mali or the Zulu Empire in South Africa, and the kingdoms of the Great Lakes. Abyssinia, the kingdom of Kongo, Benin, Madagascar and many others. The decline of the Arab-Muslim and Arab-Berber period in North Africa as well as the exploitation and occupation of sub-saharan territories by foreign powers began at the end of the Middle Ages with the penetration of Europeans and slave trade which ravaged Africa for almost four centuries until the abolition of slavery in 1848 by Victor Schoelcher. Then Africa was the object of colonization by the European powers (Spain, Portugal, the Netherlands, England, France) which shared the continent with the line by the colonial formatting at the Congress of Berlin in 1885 ( Naine. T.D, 1985). Africa being considered a land without a master (terra nullius) due to the imperialist ideology of a superior white race, who wanted to civilize and Christianize the lower races as claimed by the French republican Jules Ferry during his speech to the Assembly on July 28, 1885, the entire continent was invaded, subjugated, mutilated and fragmented arbitrarily without regard to the customs, traditions or beliefs of ethnic groups who lived there for centuries. Despite the gradual decolonization that took place between 1936 and 1977, most African countries, officially independent but living under the neocolonial tutelage of multinationals and secret networks of the West, have never attained autonomy and democracy. They continue to be ruled by autocrats and family clans possessed by the idea of power that they do not want to share with the people through free and unobstructed elections. It is thus possible to compare the levels of food insecurity between pre-colonial and colonial periods, among others; the averages over the periods shown in this respect that the prevalence of food insecurity, hence famine, is greater than the colonial periods in each of the different zones of sub-saharan Africa. Viewed through crises mapped with socio-historical glasses, Africa is experiencing a longterm stagnation of productivity and is subject to external shocks inducing strong instabilities; the loss of competitiveness leads to food insecurity. Thus, the phenomena of precolonial (2-1), colonial and postcolonial Africa (2-2) explain in depth the current crisis, and differentiate it from that of other continents in general and particularly with regard to food insecurity A precolonial society, well organized and better nourished Before the arrival of the Westerners on the blessed earth, the cradle of humanity, Africans were organized around the empires. For example, the Ghana empire founded around 770 AD was famous for its prosperity. All the writings testify that Ghana empire was a land of gold. El-Hamathani in the 9th century described Ghana as "a land where gold shone like plants in the sand, or like carrots picked in the sun". The king was at the head of the government of the empire. He was assisted in his government by many civil servants and ministers. Most civil servants knew how to read, write and had great knowledge of the world. There was a mayor of the capital Koumbi Saleh who was appointed by the king. The mayor was responsible for the administration of the capital. In the states conquered by Ghana, two types of provincial governments existed. See (Quigley, Mary, 2002). In the regions which had no centralized rules before their annexation and those in which the subjects constantly demanded their 144

145 independence, the king appointed a governor. The regions which had rules, where the subjects remained loyal and regularly paid their tribe to the king, remained autonomous. We can also mention the Mali empire. This empire that succeeded Ghana empire in the thirteenth century had the reputation of a strong and perfectly organized state. His state organization was not very different from that of the old Ghana of which it kept many structures. Three sectors were identifiable: a main economic center, the royal fortified district and the villages. From Niani, the capital, an emperor minister assisted by many ministers headed the country. There were also governors appointed by the vassal chiefs and kingdoms as in the ancient empire of Ghana. The Mali empire had the characteristic of a very decentralized and secular state. The tax was levied by the governors and the provincial chiefs, all of which was transferred to the royal treasury. Imported or exported products paid taxes of varying size depending on the needs of the population and the imperial treasury. Merchants in big cities like Niani, Gao and Timbuktu paid their taxes (to go deeper, see. collectif, History of Mali, 2009). As an example of large historical states in the West African region, it would be necessary to mention also the Songhai Empire which absorbed and succeeded the Mali Empire. The Songhai Empire was rich, perfectly coordinated and organized. Finally, as a historical reference, we can cite the Fouta Djallon theocratic state, which at that time bore the reputation of one of the most ingeniously organized and hierarchical states in Africa on the eve of the colonial invasion. Successively, these great states of Ghana, Mali, Songhai and Fouta Djallon succeeded in building a state system highly connected to regional and international trade (to go deeper, see Niane, D.T. 1985). Despite this encounter with all kinds of peoples, interests, religions and cultures, these indigenous states paid great attention to stability and justice in their internal public affairs. These are states that have managed to organize a system of public order based on the well-being, security and prosperity of their own citizens. These states were weakened by the slave trade, of which between 1750 and 1860, 100 million men and women were deported. These first contacts modified the spatial distribution of the population but also destroyed and transformed the production systems. This contact of the slave trade after 1870 is metaphorical in colonization, concretized by the sharing between Westerners the essential of Africa. Thus direct colonization is achieved by the transposition of a metropolitan state apparatus. We must note in table 4 the years of famine, the regions affected, the nature of the crisis, the triggers or aggravating factors and finally the different ways of manifestation of the crisis. After observing the picture, one must question the relationship that may exist between Africa's past and food insecurity. We will see the starvation, whose aspects will have to be presented. This table gives the findings for the pre-colonial period and distinguishes at this period several types of crises and famines in Africa: - The periods and were characterized by the burial of people without prayer. It had been caused by drought and locusts. - The periods and were also characterized by a severe famine which often gave the Impression of the end of the world". During these periods of famine, people use to eat dead animals. It was triggered by war and drought, and aggravated by epidemics and epizootics. It extended to the periods and throughout the Sahel. 145

146 - During the periods and 1855, the famine was a major crisis. It manifested itself by "people ate vultures" for the year 1855 and extended to the Central Sudan. In addition, in the year it extends over the entire Sahel. It was also triggered by drought and aggravated by epidemics and epizootics for the year and armed conflicts for the year Concerning the periods and 1873, the famine was triggered by the epidemics and drought, and aggravated by the wars, epizooties locusts. The nature of the crisis was of average in and was huge between the period It spread throughout the Sahel and manifested itself "when all is over, we eat the calabashes". - And finally, the period where 9% of the herd were decimated and extended also to the whole of the Sahel. The nature of the crisis was of major concern. The triggering factor was epizootics and intensifying factor was epidemics. Table 4: Pre-colonial period Years of famine Regions affected Nature of the crisis Declining factors or cyclical causes Other intensifying /aggravating factor manifestations of the crisis Sahel Major crisis Drought and Epidemics locusts Niger Loop Average crisis Flood Epidemics "people were buried without prayer Sahara and Sahel Major crisis Wars Epidemics "impression of the end of the world the whole of the Sahel Major and cyclical crisis Drought epidemics, epizootics "people ate dead animals" the whole of the Sahel Major and cyclical crisis Drought epidemics, epizootics 1855 All the Sudan Cental the whole of the Sahel the whole of the Sahel the whole of the Sahel Major and cyclical crisis Average and cyclical Major and cyclical crisis Major and cyclical crisis Drought armed conflicts "people ate vultures" Epidemics Wars, Flood, epizootics Drought Drought, "When everything is epidemics, finished, we eat the epizootics, armed calabashes" conflicts Epizootics Epidemics 90% of the herds decimated Source: B. Alpha Gado, 1993, 201 p. NB: This table is modified to adapt to the context of our study Africa hunts for slavery, then colonization, beginning of structural food insecurity? Europe and Africa, in tandem or looking at each other in a faience dog, form an old mixed couple whose celebration of links goes back to the origins of history. Africa, a supplier of 146

147 slaves, America, a producer of precious metals and spices, and Western Europe is linked to these by triangular trade. This explains the interdependence between Africa and Europe because at no time in the history of these two continents has one constantly attracted the gaze of the other, to be the subject of its lusts, to undertake and conquer the other. Living a household more interest than love, reason than tenderness, sometimes tumultuous or stormy, sometimes calm as water that sleeps, one and the other know a complementarity inevitable. It has more than five centuries of uninterrupted physical presence in Africa, including more than one hundred years of colonization. Rarely has the behavior of the Europeans aimed other than to pass them for a superior race and position themselves as such to subdue Africans, blacks and Arabs, to their will and take control of the Continent (Jean Ziegler: Low hand on Africa, Seuil, 1978, 291p). The old colonial pact once signed between the Western powers and the Ottoman Empire on the backs of the colonized has still not been denounced despite the independence of the colonies. Subtly, through conventions and agreements, it has even been updated, renovated and extended to seventy of the former colonies of Africa, the Caribbean and the Pacific (ACP). The colonization which thus perpetuates, continues to live well, greedily to enrich Western Europe and cruelly impoverish Africans, throughout its stages. Indeed, during the colonization of the African continent, Europe assigned itself the "civilizing mission" and "pacification" of the peoples of Africa. The rule of the parallelism of forms remains perfectly respected both in terms of arguments and the real and deep motivations of the invaders: to monopolize the wealth of the conquered countries, to enrich the nationals of the colonizing countries and to enslave the colonized peoples. All means are good to achieve this, including those of the manipulation of souls. The Christian religion itself, triturated and tortured, was called to the rescue of colonial administrators and industrialists. That is why, just as independence was proclaimed, the neo-colonist pretended to abrogate colonial law. It was just to blur the slopes. In fact, it was already starting the scaffolding of a new legal construction mainly based on agreements and conventions, essentially leonine. Thus, its approach will have succeeded in smoothing the colonized countries from the status of colonial territories to that of neo-colonized independent states. In order to colonize Africa and to decolonize it, Europeans have used many facts and used proven psychological methods. In this exalting work, the Roman Church occupied the first lodgings. The papacy itself did not spare them its complicity, nor spared them its assistance: "Pontifical bulls shared continents or distributed lands between European crowns." She did, however, have time to recover to limit herself and to devote herself to "her spiritual jurisdiction"; which explains why it did not show itself too much in the era of independence. For Africa, the dogma and the object of faith are selectively distilled because of colonial exploitation. In this case, the settlers did not teach African converts to the religion they brought to them, only a few "select pieces" of Christianity that would be better able to stultify them, mislead them, and make them "possessed". It is worth mentioning in this respect Paul K. Fokam's book titled: What if Africa Woke Up? In 2000, it describes the missionary role and messianic process of colonization. It was in this context that the King of the Belgians, Leopold I, "as a good Christian", initiated a colonial religion of Catholic inspiration, specifically reserved for the subjects of his colonies. To the religious designated to be sent "on mission" in Africa, cuvée 1883, he read a royal "bubble" of which below an extract. 147

148 "Reverend brothers and dear compatriots, the task entrusted to you [..] is very delicate and requires a lot of tact. Priests, you are certainly going for evangelization, but this evangelization must be inspired above all by the interests of Belgium. The main purpose of your mission in the Congo is therefore not to teach the Negroes to know God, because they already know him, they speak and submit to a Mundi, a Mungu, a Diakomba, what do I know? They only know how to kill, steal, sleep with the woman of others, slander, insult... So let us have the courage to admit it, you will not go to teach them what they already know. Your essential role is to make it easier for the administrators and the industrialists. This means that you will interpret the Gospel in ways that better protect our interests in this part of the world. And he emphasizes, to do this, you will take care inter alia to disinter our savages richness that abound their soil and subsoil, to avoid that they are interested, they do not expose us to a murderous competition and not dream one day to dislodge us. Your knowledge of the Gospel will allow you to easily find texts recommending to the faithful to love poverty, for example: "Blessed are the poor because the kingdom of heaven is theirs". In this sense, we must mention the speech of the King of the Belgians, Leopold I: "It is difficult for the rich to enter heaven". You will do everything to make the Negroes afraid of getting rich to earn the sky. You must detach them and make them despise anything that gives them the courage to face us. I am referring... to their war fetishes. Let them not pretend not to abandon them, and you will all go to work to make them disappear. Your action should focus on the young so they do not revolt. If the command of the Father [induces] that of the parents, the child will have to learn to obey what the Missionary who is the father of his soul recommends to him. Emphasize particularly on submission and obedience. Avoid developing criticism in your schools (Paul K. Fokam.2000, p.14-16). And then continued his speech in these words: "Teach students to believe, not to reason. Evangelize Negroes in the fashion of Africans, they always remain subject to whites. May they never revolt against the injustices that these will make them suffer. Have them meditate daily: "Happy are those who cry, the kingdom of heaven is theirs." Always convert blacks with the cane. Keep their women in submission for nine months so that they work for you for free. Insist that they offer you goats, chickens, and eggs every time you visit their villages. Do anything to prevent blacks from ever becoming rich. And finally he commanded the missionaries to sing every day that it is impossible for the rich to enter heaven. Have them pay a tax each week at Sunday Mass. Then use this money supposedly for the poor and turn your missions into thriving shopping centers. Establish for them a system of confession that will make you good detectives to denounce any Black who has an awareness of authorities with decision-making power "(Paul K. Fokam.2000, p.14-16). The table below presents the results and consequences of this colonial domination with fixed effects by the sub-saharan countries made from all available data for the period extending from 1900 to The results obtained take into account the level of severity and famine in each zone. Variables for the regions were introduced to account for cause-specific characteristics and the nature of the famine that varied over time. The results show that the regions most affected by undernourishment are experiencing colonial wars, carnage, destroying everything in its path, that is, armed conflicts. On the other hand, drought, locust invasions, epidemics and colonial domination are aggravating factors. 148

149 Table 5 illustrates the comparison of the nature of famine, causes and manifestations of famine for people with severe food insecurity. It can thus make it possible to apprehend the gaps of famine between the pre-colonial, colonial and postcolonial periods. Taking into account the results for the Sahelian countries for which estimates were available for these two tables for the period , it was possible to highlight a strong correlation between the presence of foreign powers on African soil and starvation. Although the precolonial period is revealed by the extent of the severe food shortage in the population, it is clear that the colonial period has experienced more famine with major gravity. In Table 5, famines are ranked in ascending order by years and by disorder depending on the severity of food insecurity; which makes it easy to spot gaps. An in depth comparison of the crisis by nature found that the severity of the famine was significantly dangerous for all the Sahel countries from 1913 to This situation could explain the disparities observed in certain areas of Africa where deviations between the two periods are important. Table 5: Comparison of the nature of famine, causes and manifestations of famine Years of famine Regions affected Nature of the crisis Declining factors or cyclical causes Other intensifying /aggravating factor manifestations of the crisis the whole of the Sahel the whole of the Sahel, Average and structural crisis Major and structural crisis Sar Sar carnage, destroy everything in its path. armed conflicts. (colonial wars). Drought Drought, Epidemics, locust invasion. Epidemics, Colonial domination Sar-Sar "name assigned to the mission wanted Canon Considered by the people as the greatest known scourge of the memory of the living A large part of the Sahel Major and structural crisis Locust invasion Colonial domination, Epidemics, epizootics Great migratory flows towards North Nigeria 1954 West and central Niger Average and structural crisis Locust invasion, Localized Drought Colonial domination, Epidemics, epizootics "gari imported from Dahomey (Benin) saved people" the whole of the Sahel Major and structural crisis Drought, internal troubles political and social factors, 1994 Central and East Africa Structurel crisis internal troubles armed conflicts, political and social factors, neocolonial Sub-saharan Africa structural crisis political and economic crisis Drought, neocolonization 149

150 Central and East Africa, part of West Africa. Structural crisis political and economic crisis Drought, epidemics, armed conflicts internal troubles, riot of hunger Source: B. Alpha Gado, 1993, 201 p. NB : This table is modified to adapt to the context of our study. For this purpose, some data are not included in the source table but are in FAO data. This table 5 determines that food insecurity is often a social problem and should not be considered primarily as purely technical problems or as an unavoidable consequence of climate incidents. Thus, by locating in the colonial period, one realizes the importance of the political and social factors that come into play in the evolution of the scourges of food insecurity. Colonization and its implications (repression of anti-colonial revolts, fiscal pressure, war efforts, repression of the global crisis) constituted an important component in the worsening of crises. As B. A Gado points out: "famine as a factor of physical destruction of man is a short-lived phenomenon, and as a factor of moral disintegration, it is part of the long-term because it affects the mentality of the population and leaves indelible marks "(B. A. Gado, 1996, P. 87). This is how cyclical insecurity has become structural. In Africa, south of the Sahara, different versions of the long history have accumulated to make this region where food insecurity and undernourishment are more. Indeed, the colonization which thus perpetuates, continues to live well, greedily to enrich Western Europe and cruelly to impoverish the Africans, throughout its stages. Conclusion This historical overview helps to better understand the panorama of the African food situation. The debates on the food situation in Africa must take into account the plurality of trajectories and current issues. Food insecurity is a cumulative, long-term process. Sub- Saharan Africa has experienced imposed stories while reinterpreting them. Precolonial, colonial and post-colonial heritages explain in depth the current food situation, and differentiate it from that of other continents. Africa has suffered external shocks inducing strong instabilities; the loss of competitiveness has led to food insecurity. The African continent has been able for a long time to feed its population with its own food production. But by the 1870s, and especially from the Berlin colonial conference, the situation began to change little by little. Of course, before the colonial penetration, everything was not rosy in Africa; the continent was experiencing a cyclical but not chronic food insecurity. 150

151 REFERENCES Boureima Alpha Gado,(1993), Une histoire des famines au Sahel. Étude des grandes crises alimentaires (XIXème XXème siècles), Le Harmattan, 1993, 201 p. collectif, History of publishing, 2009 FAO, (1996), La situation d insécurité alimentaire dans le monde, rapport du Sommet mondial de l alimentation 1996, en ligne (< FAO, The situation of food insecurity in the world, report of the World Food Summit feeding FAO, FIDA, OMS, PAM et UNICEF L État de la sécurité alimentaire et de la nutrition dans le monde Renforcer la résilience pour favoriser la paix et la sécurité alimentaire Rome, FAO. FAO. 2009, Rapport annuel 2009, «L état de l insécurité alimentaire dans le monde 2009», disponible sur et (< FAO-Committee on World Food Security, Assessment of the World Food Security Situation, Thirty-first Session. Rome, May Jean Ziegler: Main basse sur l'afrique; Seuil, 1978, 291p Niane, D.T. (dir) Histoire générale de l Afrique, tome IV, l Afrique du XIIe au XVIe siècle, UNESCO, 1985 Paul K. Fokam : et si l'afrique se réveillait- Jaguard, 2000 p Paulina Berumen Colin. La politique de sécurité alimentaire en Afrique du Sud face aux enjeux sectoriels et territoriaux : la complexité de l action publique dans un environnement régionalise illustré par le cas des provinces du KwaZulu- Natal et du Limpopo. Science politique. Institut d études politiques de Bordeaux; Université Montesquieu - Bordeaux IV, Français. Quigley, Mary, Ancient west African kingdoms : Ghana, Mali and Songhaï. Heinemann Library, Speech of the King of Belgium Leopold II to the missionaries of Congo on January 12, 1883/ L%C3%A9opold-II-aux-missionnaires-du-Congo-en-1883_0.pdf 151

152 YEREL YÖNETİCİLERİN SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINA BAKIŞI: İBB ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME Belkıs Kahriman GÜNEŞ 68 Burak Hamza ERYİĞİT 69 Özet Dünyada demokrasinin kat etmiş olduğu mesafenin ülkeler bazında değerlendirilebilmesi için kullanılan önemli parametrelerden birisi hiç şüphesiz sivil toplum kuruluşları olmuştur. Katılımcı, müzakereci ve oydaşmacı demokratik yönetim kültürünün geliştiği ülkelerde sivil toplum kuruluşları hükümet dışı kuruluşlar içerisinde önemli organizasyonlar olarak ön plana çıkmışlardır. Bu kuruluşların Türkiye nin siyasal gelişimine sağlayacağı katkı ve yönetsel düzlemde ortaya koyacağı faydalar göz önünde bulundurulduğunda nitelik ve nicelik olarak güçlenmesi büyük önem arz etmektedir. Fakat Türkiye de bahsi geçen kuruluşların gelişimi istenilen düzeye henüz erişememiştir. Bu durumun birçok nedeni bulunmaktadır. Söz konusu nedenlerden birisi; üçüncü sektör olarak tabir edilen sivil toplum kuruluşlarının; birinci sektör olarak tarif edilen kamu kurum ve kuruluşları ve ikinci sektör olarak tarif edilen özel sektör kuruluşları ile istenilen oranda ilişki geliştirememesidir. Özellikle sivil toplum ve kamu kuruluşları arasındaki ilişkinin cılız kalması, bahsi geçen kuruluşların gelişmesi ve güçlenmesini zorlaştırmaktadır. Bu çalışmada sivil toplum kuruluşlarının gelişiminde önemli bir yere sahip olan olgulardan birisi olarak yerel yöneticilerin sivil toplum kuruluşları temsilcilerine bakışları irdelenmiştir. Bu bağlamda seçilen evrende örneklem olarak tespit edilen yerel yöneticilere likert yöntemi ile hazırlanmış anketler vasıtası ile nicelik araştırması yapılmış ve söz konusu sivil toplum kuruluşlarının gelişimini olumsuz yönde etkileyen etmenlerden birisinin; yerel yöneticilerin sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerine yeterince güvenmemesinden kaynaklandığı sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: Sivil Toplum Kuruluşu, Yerel Yönetim, Yerel Yönetici, Güven Abstract One of the most important parameters used to evaluate the distance of democracy in the world is the non-governmental organizations. In countries where participatory, negotiating and consensus democratic government culture has developed, civil society organizations have come to the fore as important organizations with the name of non-governmental organizations. In terms of contributions and benefits for Turkey's political development of civil society organizations, strengthen the quality and quantity of civil society organizations is of great importance. However, the development of the said organization in Turkey has yet to reach the desired level. There are many reasons for this. One of 68 Marmara Üniversitesi, SBF, Yönetişim ve Sivil Toplum Kuruluşları YL Öğrencisi, 69 Dr. Öğr. Üyesi Marmara Üniversitesi, SBF, Yerel Yönetimler Bölümü, 152

153 the reasons; The civil society organizations called third sector, public sector institutions and agencies described as the first sector and with the private sector organizations described as the second sector is not able to develop the relationship at the desired rate. In particular, the weakness of the relationship between civil society and public institutions makes the development and strengthening of civil society organizations difficult. The overview of local administrators, which is one of the cases that have an important place in the development of civil society organizations, about the representatives of civil society organizations were examined. In this context Quantitative research was conducted by means of questionnaires prepared by Likert method on the local administrators who were determined as samples in the selected universe. As a result, one of the factors that negatively affected the development of these nongovernmental organizations; It was concluded that local administrators did not rely on representatives of civil society organizations enough. Key Words: Civil Society Organization, Local Government, Local Administrator, Trust. GİRİŞ Gelişmiş ülkelerde demokrasi; oy verme, yönetici belirleme gibi çoğunluğu ifade eden anlamının dışında, karar alma süreçlerine karardan etkilenenlerin katılımını da kapsayan bir derinliği ihtiva etmektedir. Toplumun tamamının kararlara katılımının mümkün olmaması nedeni ile toplumu temsil eden organizasyonların bu süreçlere ortak edilmesi büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle ülkelerin gelişmişlik düzeyi, ortak karar alma süreçleri ile, ortak karar alabilmek ise demokratik gelişmişlik ile ifadelendirilmektedir. Böylece, gelişmiş ülkelerde yönetsel boyut dikey yapılanma ve merkeziyetçilikten arınarak halkın da içinde olduğu katılımcılık, hesap verilebilirlik, şeffaflık gibi yönetişim unsurlarını içinde barındıran daha demokratik bir sistem evrilmiştir. Türkiye de ise halen demokratik gelişmişlik düzeyine paralel sivil toplum kuruluşları, istenilen nicelik ve niteliğe sahip olamadığı gibi; birincil ve ikincil sektör diye tabir edilen devlet ve özel sektör kuruluşları ile de yeterince ilişki geliştirememiştir. Bunun nedenleri, var olan devlet geleneği, ideolojik kurgu, merkeziyetçi bürokratik yapı, patrimonyal bürokrasi sorunu ve demokratikleşmeyi geciktiren ara rejim dönemleri olarak sıralamak mümkündür. Bahsi geçen nedenlerden ötürü Türkiye de üçüncül sektörün gelişiminde bir takım sorunlar ön plana çıkmaktadır. Bu sorunların en önemlilerinden birisi hiç şüphesiz kayırmacı muhataplık üzerine yaslanmaktadır. Kayırmacı muhataplık sorunu güven ilişkisine bağlı olarak kamu idareleri ile sivil toplum kuruluşları arasında ki mesafeyi belirlemektedir. Bu nedenle bu çalışmada sivil toplumun gelişimini gölgeleyen kamu yöneticilerinin mesafeli yaklaşımı ve güven üzerinden kurulan sorunlu ilişki düzlemi ele alınmaya çalışılmış ve yerel yöneticilerin sivil topluma yönelik değerlendirmeleri anket yöntemi kullanılarak sorunun boyutları test edilmeye çalışılmıştır. Bu çalışmada likert yöntemi ile yerel yöneticiler tarafından yüz yüze yapılan anketlerden elde edilen sonuçlar SPSS programı kullanılarak değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Çalışma öncesi yapılan literatür taraması konuya giriş şeklinde olup ana hedef anket cevaplarının tablolar şeklinde gösterilip, verilen cevap ve gözlemler sonucu hipotezimizi yanlışlıma veya doğrulamak üzerinden objektif bir yaklaşımla konuya açıklık getirecek çalışma ortaya konulmaya çalışılmıştır. 1. SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ÖNEMİ ve TÜRKİYE 153

154 Sanayi Devrimiyle birlikte yönetimlerin merkezileşmesi, iş bölümünün karmaşık hal alması, pazar ekonomisindeki genişleme, toprak, emek ve sermayenin ticarileşmesi vb. gelişmeler ile aile ve devlet dışında üçüncü bir alan olarak sivil toplum ortaya çıkmıştır (Türköne, 2014:280). Bu sebeple, sivil toplumu, devletin hukuki, ticari ve kültürel organlarının dışındaki alanda oluşan dernek, vakıf, sivil girişim, platform, ilişki ağı vb. yapılar ve etkinlikler (Duman, 2003:365) şeklinde ifade edilebilir. Başka bir deyişle, sivil toplum kuruluşları, belli bir amaç ve hedef doğrultusunda örgütlü bir şekilde oluşan gönüllü hedef birliğidir de denilebilir. Sivil toplum kuruluşları son dönemde toplumların siyasal anlamdaki gelişmesinin bir ölçütü olarak kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle çoğunlukçu demokrasinin aşılarak müzakereci ve oydaşmacı demokratik kültürün geliştiği toplumlarda STK ların da çok güçlü bir şekilde yaşadığı ve yaşatıldığı gözlenmektedir. Bu bağlamda demokratik alanda devletlerin ve toplumların gelişiminin ölçümlenmesi konusunda sivil toplum kuruluşlarının varlığı, gücü, potansiyeli gerçek manada önemli bir parametre olarak ön plana çıkmaktadır. Sivil toplum, kendi çıkar ve ideallerini ifade etmek, bilgi alışverişinde bulunmak ve gerektiğinde devlet kurumlarını sorumlu tutmak için bir kamu alanında ortak fikir birliği içerisinde hareket eden vatandaşları içerir ve bu yönüyle toplumdan (Kaypak, 2015: 33) farklılığıyla, farklı grupların çıkar, menfaat ve görüşleri doğrultusunda dikey yapılanmadanyatay yapılanmaya evrilme konusunda büyük roller üstlendiği söylenebilir. Bu durum, sivil toplum kuruluşlarının toplumun ortak taleplerinin alınarak kamu kurum ve kuruluşlarında bu taleplere göre kamu hizmeti oluşturma hususunda önemli bir bilgi girişi sağlamaktadır. Dolayısıyla, sivil toplumun sayısı ve işlevselliği ne kadar yüksek olursa yönetsel boyutta kamu kurum ve kuruluşlarının etkin, kaliteli, verimli ve ihtiyaca göre hizmet sunabilmesi mümkün hale gelebilmektedir. Toplumsal açıdan bakıldığında sivil toplum kuruluşlarının farklı kesimler arasında var ola gelen çatışmaları azaltan ve barış, huzur ve güvenliği temin edebilme kabiliyetine haiz yapılar olduğu gözlenmektedir. Farklı kesimler arası önemli bir iletişim aracı olan sivil toplum kuruluşları, yanlış anlaşılmaların giderilmesi ve uzlaşı ortamının temininde önemli roller üstlenebilmektedir. Fakat birincil sektör denilen kamu otoriteleri, çeşitli saikler ile sivil toplum kuruluşları açısından ayrıştırıcı rol izleyebilmektedir. Siyasal açıdan güçlenebilmek, muhalefetin toplumsal derinlik elde etmesini engellemek ve benzeri birçok nedenden dolayı ayrıştırıcı tutum içine giren kamu otoritelerinin bu tavrı literatürde seçici muhataplık sorunu şeklinde ifade edilmiştir. Fakat bu çalışmada seçici muhataplık 70 olgusu olumlu anlama da gelebilecek bir derinlik ihtiva ettiği için kamu yönetimi biliminde var olan kavramsallaştırmaya uygun şekilde kayırmacı muhataplık söylemi kullanılmıştır. Türkiye de sivil toplum kuruluşların yaklaşık % 70 i hemşeri derneklerinden oluşmaktadır. Türkiye de demokratik ve sosyal hukuk devletinin gelişmesine katkı sunması beklenen sivil toplum kuruluşlarının büyük oranda nesebi illiyet üzerinden örgütlenmiş olması, toplumun siyasal gelişiminin bulunduğu noktayı gözler önüne sermektedir. Sivil toplumun nesebi illiyet dışında sebebi illiyet üzerinden gelişebilmesi ise birincil ve ikincil sektör ile geliştireceği 70 Bknz: TÜSEV, Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı, Sivil Toplum İzleme Raporu (2015), 154

155 ilişkinin gücüne bağlıdır. Bu çalışmada bahsi geçen sorunları kayırmacı muhataplık olgusu üzerinden incelerken yerel yönetimler ve dolayısı ile belediye yöneticileri öncelenmiştir. 2. TÜRKİYE DE YEREL YÖNETİCİLERİN SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINI ALGILAYIŞI Bu bölümde önce araştırmanın yöntemi hakkında bilgi verilecek, daha sonrasında ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi orta düzey yöneticileriyle yapılan araştırma sonuçları SPSS programından elde edilen bulgular ile irdelenmeye çalışılmıştır Araştırmanın Amaç, Yöntem ve Kapsamı Bu çalışma yerel yöneticilerin sivil toplum temsilcilerine bakış açılarını araştırmak ve yorumlamak üzere yapılmıştır. Bu bağlamda çalışmanın evrenini belediyeler, çalışmanın örneklemini İstanbul Büyükşehir Belediyesi orta düzey yöneticileri oluşturmaktadır. Kamu yöneticilerinin sivil toplum kuruluşlarına karşı güvensiz tavrı, kayırmacı muhataplık sorununu; kayırmacı muhataplık sorunu ise sivil toplum temsilcilerinin muvazaalı tavırlar sergilemesine neden olduğu iddiası çalışmanın hipotezini oluşturmaktadır Eylül ayı içerisinde İBB de çalışan orta kademe yöneticilerin sivil toplum kuruluşlarına bakış açısını ölçmek konusunda, rast gele seçilen 31 yönetici ile yapılmıştır. Bu sayede İstanbul Büyükşehir Belediyesinde görevli orta düzey yöneticilerin sivil toplum kuruluşlarına bakışı ve algısı irdelemiş ve sivil toplumun kuruluşlarının halen içinde bulunduğu ve yaşadığı sorunlar değerlendirilmeye çalışılmıştır Araştırmada Elde Edilen Verilerin Değerlendirilmesi SPSS programı ile ankete katılanların frekans değerleri ile yüzdeleri ayrı ayrı tablolar ve kümülatif yüzde toplamları ile yorumlanarak değerlendirme yapılmıştır. Tablo 1: Ankete katılanların çalıştığı kurumdaki konumları Ankete katılanların; %61,3 ü Müdür, %22,6 sı Müdür Yardımcısı, %16,1 i de Daire Başkanı olmak üzere orta düzey yönetim kadrosunda bulunmaktadırlar. Tablo 2: Ankete katılan yöneticilerin eğitim durumu 155

156 Ankete katılan orta düzey yöneticilerin %41,9 u lisans, %25,8 i yüksek lisans, %10 u da doktora mezunu olduğu ve söz konusu kitlenin eğitim seviyesinin yüksek olduğu söylenebilir. Tablo 3: Ankete katılan orta kademe yöneticilerin kamuda çalışma yılı Ankete katılan orta düzey yöneticilerin %32,3 ünün kamuda çalışma yılı 15 yıl ve üstü, %29 u; yıl aralığında,%9,7 si; 6-10 yıl ve %29 u 0-5 yıl aralığında olduğu tespit edilmiştir. Tablo 4: Türkiye de Sivil toplum kuruluşları (STK) bağımsız hareket etmektedir. Ankete katılanların % 42 si sivil toplum kuruluşlarının bağımsız hareket ettiğine katılmamaktadır. Ankete katılanların % 35,5 i ise sivil toplum kuruluşlarının bağımsız hareket ettiğini ifade etmiştir. Bu sonuçlardan yola çıkarak STK ların birincil ve ikincil sektöre bağımlı hareket ettiği ve sektörler arasında kayırmacı muhataplığın var olduğu söylenebilir. Tablo 5: STK ların kuruluş amaçları çoğu zaman muvazaalıdır. 156

157 Muvaza 71 Adalet Bakanlığı Hukuk Sözlüğüne göre danışıklı anlamına gelmekte olup, Kayırmacı Muhataplık konusunu tartışmaya açabilmek için sorulmuştur. Ankete katılanların STK ların muvazaalı kurulmuş olabileceğine yönelik olarak %45 gibi bir oranda kararsızım\fikrim yok cevabını vermesi dikkat çekicidir. Ankete katılanların %35,5 i muvazaa olgusuna katılırken %19,4 katılımcı da bu ifadeye katılmadığını belirtmiştir. Tablo 6: STK lar yerel yönetimlerin karar alma süreçlerinde çok etkilidir. STK ların yerel yönetimlerin karar alma süreçlerinde çok etkisinin olduğu konusunda ki ifadeye verilen yanıtlara bakıldığında kesinlikle katılmıyorum ve katılmıyorum cevabı kümülatif yüzdelikte %48,4 oranında, katılıyorum ve kesinlikle katılıyorum şeklinde cevap seçeneği de 48,4 oranıyla eşit oranlarda çıkmıştır. Bu eşitlik bir nevi matematiksel olarak durumu sıfıra eşitlemektedir. Tablo 7: STK lar demokrasi ve yönetişimin gelişmesine hizmet etmektedir. STK lar demokrasi ve yönetişimin gelişmesine hizmet etmektedir sorusunda katılımcıların %19,4 ü katılmıyorum, %25,8 i kararsızım/fikrim yok, %41,9 u katılıyorum, %12,9 u da kesinlikle katılıyorum cevabını vermiştir ( ) 157

158 Tablo 8: STK lar şeffaflığın gelişmesine hizmet etmek STK lar şeffaflığın gelişimine hizmet etmekte olduğu hakkındaki sorulara verilen cevapları %48,4 ü katılıyorum, %25,8 i katılmıyorum, %25,8 i de kararsızım\fikrim yok cevabını vermiştir. Tablo 9: Hukuki mevzuat STK yerel yönetim iş birliği açısından yeterlidir. Tablo 9 da Hukuki mevzuatın STK-yerel yönetim iş birliği açısından yeterli olup olmadığı hususu ele alınmıştır. Buna göre katılımcıların; %58,1 gibi büyük çoğunluğu çekimser kalarak karasızım\fikrim yok şeklinde cevap vermiş olup, %19,4 ü bu düşünceye katılmış, %16,1 i katılmamış, %6,5 i de kesinlikle katılıyorum şeklince cevaplar vermiştir. Tablo 10: STK lar kendi içlerinde demokratik teamüllere uygun yönetilir. Tablo 10 da katılımcılara yöneltilen STK lar kendi içlerinde demokratik teamüllere uygun yönetilir sorusuna ankete katılanların %38,7 i kararsızım\fikrim yok cevabıyla çekimser 158

159 kalmışlar, %35,5 i katılmış, %19,4 ü katılmamış, %6,5 i de kesinlikle katılmıştır. Bu ifadelerden katlıyorum ve kesinlikle katılıyorum cevaplarının kümülatif yüzdesini aldığımızda %41,9 oranında çıkmıştır. Böylelikle STK ların demokratik teamüllere uygun yönetildiği algısının varlığından katılımcılar açısından bahsedilebilir. Tablo 11: STK lar yönetişim olgusuna uygun şeklide karar almaktadır. Tablo 11 de katılımcılara STK ların yönetişim olgusuna uygun şekilde karar aldıkları hakkındaki düşüncelerinin ifadeleri sorulmuştur. Katılımcıların %38,7 si bu fikre katılırken, %32,3 lük kısmı kararsızım\fikrim yok diyerek çekimser kalmış, %22,6 sı katılmadıklarını ifade etmiş, %6,5 i de kesinlikle katıldıkları cevabını seçmiştir. Kümülatif hesaplama yapıldığında katılıyorum ve kesinlikle katılıyorum cevabı %54,2 oranında olduğu görülmüş olup, verilen cevaplara göre STK ların yönetişim olgusuna uygun şekilde karar aldığı yönünde bir algının katılımcılar açısından olduğu tespit edilmiştir. Tablo 12: STK lar amaçlarına hizmet için devletten tamamen bağımsız olmalıdır. STK ların amaçlarına hizmet için devletten tamamen bağımsız olmalıdır; şeklindeki ifadeye verilen cevaplara ilişkin sonuçlar tablo 12 de görülmektedir. Bu tablodan yansıyan sonuçlara göre %29,0 bahsi geçen ifadeye kesinlikle katılıyorum cevabını vererek STK ların devletten amaçları için bağımsız olması gerektiği yönde fikir beyan etmiş, %25,8 i kararsızım\fikrim yok seçeneği ile çekimser kalmış, %22,6 sı katılıyorum cevabını vermiş, %19,4 ü ise bu fikre katılmadığını, %3,2 lik küçük bir kesim ise kesinlikle katılmadıkları yönünde fikrini beyan etmiştir. Kümülatif olarak katılıyorum ve kesinlikle katılıyorum yüzdelerine bakılınca %52,6 katılımcı STK ların amaçları doğrultusunda devletten bağımsız olarak faaliyet göstermesi gerektiğini ifade etmiştir. 159

160 Buraya kadar anket cevaplarına bakılınca ideal olan düşünülerek verilen cevapların çaprazlamasının yapılması ihtiyacı göz önünde bulundurularak ankete devam edilmiştir. Tablo 13: STK lar yetkili kamu otoritelerince yeterince denetlenmektedir. Tablo 13 de görüldüğü üzere, STK ların yetkili kamu otoritelerince yeterince denetlenmesine yönelik ifadelere katılımcıların %41,9 u kararsızım\fikrim cevabıyla çekimser kalırken, %29,0 ı denetlendiğine katılmamış, %12,9 u kesinlikle katılmamış, %12,9 u katılmış, %3,2 si de kesinlikle katıldığını ifade etmiştir. STK ların kamu otoritelerince yeterince denetlenmediği görüşünün %41,9 oranında beyan edildiği gözlenmektedir. Tablo 14: STK lar belirli siyasi amaçları olan kuruluşlardır. STK lar belirli siyasi amaçları olan kuruluşlardır ifadesine kesinlikle katılıyorum %25,8, katılıyorum %25,8, kararsızım\fikrim yok %22, katılmıyorum %16,1, kesinlikle katılmıyorum %9,7 şeklinde bir oran ortaya çıkmıştır. Bu yüzdeliklere göre STK ların belirli siyasi amaçları olduğu ifadesinin kümülatif toplamı %51,6 olmakla, kayırmacı muhataplığın gerekçesine yönelik önemli bir kabul dile getirilmektedir. Tablo 15: STK lar ile ilişki kurarken sadece kuruluş amacına bakılmalıdır. 160

161 Tablo 15 de STK lar ile ilişki kurarken sadece kuruluş amacına bakılmalıdır ifadesinin yüzdelikleri bulunmaktadır. Buna göre, %32,3 ü katılıyorum, %19,1 i kesinlikle katılıyorum yanıtını vererek kuruluş amacına bakılarak STK lar ile iş birliği kurmayı düşünürken, %25,8 i kararsızım\fikrim yok seçeneğini işaretleyerek çekimser kalmıştır. Katılımcıların, %16,1 i bu ifadeye katılmadığını beyan etmiş, % 6,5 i bu ifadeye kesinlikle katılmadığını belirtmiştir. Tablo 16: STK lar günümüzde sınıflar arası geçiş için birer araçtır. STK lar günümüzde sınıflar arası geçiş için birer araçtır ifadesine ilişkin verilen yanıtların sonuçları tablo 16 da görülmektedir. Anketi cevaplayanların %16,1 katılmıyorum seçeneğini işaretleyerek STK ların günümüzde sınıf atlama aracı olarak görmemekte iken, %29,0 ı kararsızım\fikrim yok şeklinde yanıt vererek çekimser kalmıştır. %32,3 ü katılıyorum, %22,6 gibi çoğunluk ise STK ları günümüzde sınıf atlama aracı olarak görmekte olduklarını belirtmiştir. Bu durum yerel idarelerdeki kamu yöneticilerinin STK temsilcilerinin iyi niyetli olup olmadığı konusunda temkinli yaklaştıklarını göstermektedir. Tablo 17: STK ' lar ile ilişki kurarken siyasi, yönetsel, sosyolojik faktörlere bakılmalıdır. 161

162 Tablo 17 de görüldüğü üzere STK lar ile ilişki kurarken siyasi, yönetsel, sosyolojik faktörlere bakılmalıdır ifadesine verilen yanıtlar bulunmaktadır. Bu soruya verilen yanıtlara göre katılımcıların %29 u ifadeye katılmamakta, %9,7 si karasızım\fikrim yok seçeneği ile çekimser kalmaktadır. %38,7 si katılırken ½22,6 sı da kesinlikle bu ifadelere katılmakta olduklarını belirtmişlerdir. Buna göre, kamu yöneticileri STK lar ile ilişki kurarken siyasi, yönetsel, sosyolojik faktörlere bakmalıdır; söylemine kümülatif olarak yüzde % 61,3 oranında olumlu bakılmıştır. Buradan hareketle kamu, ortak siyasi, yönetsel ya da sosyolojik düşünce ve ideolojilere sahip STK lar ile ilişki kurmayı doğru bulduğunu ifade ederek bu çalışmanın hipotezini oluşturan STK temsilcilerinin muvazaalı tavırlar geliştirdikleri yaklaşımından hareketle kamu idarecilerinin kayırmacı muhataplık olgusuna destek oldukları tezinin güçlendiği söylenebilir. Tablo 18: STK ile yapılacak işlerde STK yöneticilerinin asıl niyeti irdelenmelidir. STK lar ile yapılacak işlerde yöneticilerinin asıl niyeti irdelenmelidir seklindeki ifadeye katılımcıların, %38,7 si asıl niyete bakılmalı şeklindeki ibareye kesinlikle katılıyorum derken, %38,7 si de katılıyorum diyerek cevap vermiştir. Birincil sektörün, üçüncül sektöre mesafeli duruşunun temelinde güven probleminin varlığının olduğu; bu nedenle kamu yöneticilerinin kayırmacı muhataplık ilişkisi geliştirmeye yatkın tavırlar sergiledikleri elde edilen bu veriler ışığında söylenebilir. SONUÇ ve ÖNERİ Demokrasinin son kertede ortaya koyduğu en önemli söylem müzakereci ve oydaşmacı yaklaşım olmuştur. Müzakereci ve oydaşmacı demokrasinin en vazgeçilmez yapı taşlarından birisi hiç şüphesiz sivil toplum kuruluşlarıdır. Bir toplumda sivil toplumun gücü ve karar alma süreçlerine etkisi o ülkedeki demokrasinin gelişmişlik düzeyi açısından önemli bir parametreyi oluşturmaktadır. Bu açıdan birincil sektör ile üçüncü sektör arasındaki ilişkinin güçlendirilmesi büyük önem arz etmektedir. 162

Daha göster

IV. IV. Stratejik Kamu Yönetimi Sempozyumu Bildiri Kitabı - PDF Free Download (2024)

References

Top Articles
Latest Posts
Article information

Author: Nathanael Baumbach

Last Updated:

Views: 6094

Rating: 4.4 / 5 (75 voted)

Reviews: 90% of readers found this page helpful

Author information

Name: Nathanael Baumbach

Birthday: 1998-12-02

Address: Apt. 829 751 Glover View, West Orlando, IN 22436

Phone: +901025288581

Job: Internal IT Coordinator

Hobby: Gunsmithing, Motor sports, Flying, Skiing, Hooping, Lego building, Ice skating

Introduction: My name is Nathanael Baumbach, I am a fantastic, nice, victorious, brave, healthy, cute, glorious person who loves writing and wants to share my knowledge and understanding with you.